SELîM HÂN-II;
Osmanlı pâdişâhlarının on birincisi ve İslâm halîfelerinin
yetmiş altıncısı. Kânûnî Sultan Süleyman Hanın oğlu olup, 28 Mayıs 1524
senesinde Hürrem Haseki Sultandan doğdu. Şehzâdeliğinde mükemmel bir tahsil ve
terbiye gördü. Devlet idâresi ve teşkilâtını iyice öğrenmesi için Anadolu’nun
çeşitli vilâyetlerinde sancak beyliği yaptı. Vâlilik yıllarında tahsile devâm
edip, bilgi ve kültürünü arttırdı. Çok kuvvetli bir kültür seviyesine sâhip
oldu. İlim ve sohbet meclislerinde çok bulunurdu.
Sultan Süleyman Han (1520-1566), Macaristan seferine çıkıp, Zigetvar Kalesinin
fethi öncesinde vefât edince, Pâdişâhın ölümünü gizli tutan Vezîriâzam Sokullu
Mehmed Paşa, veliaht Selim’e haber göndererek saltanata dâvet etti. Bu sırada
Kütahya Sancakbeyliğinde bulunan Selim Han, sür’atle İstanbul’a gelerek 30 Eylül
1566 târihinde tahta çıktı.
Sultan Selim Han,
Osmanlı pâdişâhı olmasıyla devlet idâresine ve orduya ehil devlet adamları ve
kumandanlar tâyin edip, eskilerden bir kısmını da yerinde bıraktı. Vezîriâzam
Sokullu Mehmed Paşayı vazîfesinde bırakması devlet idâresi ve îmâr
faâliyetlerinin devâmında isâbetli oldu.22 Haziran 1567’de Edirne’ye geçen Selim
Han, burada çeşitli devletlerin elçilerini kabul etti. Bu elçilerden özellikle
zamânın kudretli devletleri sayılan ve çok değerli hediyelerle gelen Avusturya
ve Almanya elçileri dikkat çekiyordu. Çünkü Osmanlı Devleti, Kânûnî Sultan
Süleyman Han devrinde, devamlı bu iki devletle mücâdele hâlinde bulunmuş ve her
iki devlet de Osmanlı Devletinin askerî kuvvet ve kudreti karşısında kaybolup
ezilmişti. Şimdiyse yeni bir hükümdar tahta geçiyordu. İki devletin en büyük
endişesi ve merâkı, yeni hükümdârın güdeceği siyâsetti. Dedesi Yavuz Selim Han
gibi bir doğu siyâseti tâkip ederek İran üzerine mi, yoksa babası gibi Avrupa
yakasına mı yüklenecekti? Her iki devlet de, en azından yeni Sultanın siyâseti
belli oluncaya kadar Türk ordularını kendi ülkelerinden uzaklaştırmak için,
Osmanlı Devletiyle derhâl bir sulh akdine büyük ehemmiyet vermekteydi. Selim
Han, uzun görüşmelerden sonra, Avusturya ile sekiz yıllığına antlaşma imzâladı
(17 Şubat 1567). Buna göre, Kânûnî’nin Zigetvar Seferinde fethettiği yerler
Osmanlı Devletinde kalacak, Avusturya İmparatoru her seneOsmanlı Devletine
30.000 Macar altını vergi verecekti. Ayrıca iki devlet de birbirlerinin
haklarına riâyet edecekler ve sınır boylarına saldırılarda bulunmayacaklardı. Bu
arada iki devlet arasında çıkması muhtemel hudut anlaşmazlıkları, Osmanlı
Devletinin Budin, Avusturya’nın da Macaristan vâlisi arasında görüşülüp
hâlledilecekti. Avusturya ile antlaşma imzâlayan Selim Han, birkaç gün sonra da
İran elçisi Şahkulu Hanın, Kânûnî SultanSüleyman Han devrinde imzâlanan Amasya
Sulhünün yenilenmesi ricâlarını kabul etti.
Bu
sırada Yemen’de Zeydî İmâmı Topal Mutahhar’ın ayaklanması ortaya çıktı. Kısa
zamanda bu ülkenin hemen tamâmı isyâncıların eline geçti. Topal Mutahhar sâhile
kadar inip Muhâ’yı aldı. Osmanlı kuvvetleri Zebîd’de zorlukla tutundular. İmâm
Mutahhar, Zebîd’i de sıkıştırmaya başlayınca, Osmanlı birlikleri çok kötü bir
vaziyete düştüler. Bu durum üzerine Yemen’e önce Özdemiroğlu Osman Paşa ve
ordudan Koca Sinân Paşayı serdâr olarak gönderen Selim Han, Yemen’in yeniden
devlete bağlılığını sağladı.
Yemen meselesi
çıktığı yıllarda, Büyük Okyanus ile Hind Okyanusu arasında bulunan Sumatra
adası, Malaka Yarımadası ve bir takım küçük adalara hâkim olan Müslüman Açe
Sultanlığından bir elçi gelmişti. Uzun yıllardan beri Hind Denizinde faaliyette
bulunan Portekizliler çok zengin tabiî kaynaklara sâhip olan bu adalara göz
dikmişler ve Açe Müslüman Sultanlığının istiklâlini tehdit etmeye başlamışlardı.
Açe Sultanı Alâeddîn Şâh, devrin cihân devleti ve bütün Müslümanların hâmisi
durumunda olan Osmanlı Devletinden top, topçu, silâh ve askerî mütehassıslar ve
bilhassa istihkâm mühendisleri istiyordu. Fakat bu sırada Yemen İsyânı
çıktığından yardım geciktirilmişti. Selim Han, 1569’da bu uzak sefer için
Kızıldeniz Kaptanı Kurdoğlu Hayreddîn Hızır Reis’i memur etti. Bu değerli
amirâl, Zeydîlerin eline geçenAden’i kurtardıktan sonra, 22 gemilik bir filoyla
hareket etti. Berâberinde muhtelif usta, birçok top, asker, silâh, mühimmat ve
yüzlerce gönüllü levend ve topçuyu Açe Sultânına teslim etti. Gelen Türkler
buraya yerleştiler. Bunların kurduğu donanma ile Açeliler mühim fütuhatta
bulundular. Açeliler, Türk toplarını ve bayraklarını zamânımıza kadar kutsal bir
hâtıra olarak sakladılar. Bu sûretle Osmanlı Devletinin tesir alanıUzakdoğu’ya,
Güneydoğu Asya ve Endonezya’ya dayandı.
1569’da
Rusya’nın Hazar kıyılarındaki ilerlemelerinin önünü almak, Astırhan’ı kurtarmak
ayrıca İran üzerine yapılacak seferlerde Hazar Denizi vâsıtasıyla askere kısa
zamanda zahîre ve harp malzemesi yetiştirebilmeyi sağlamak gâyesiyle Volga Nehri
ile Don Nehirlerinin birbirlerine çok yaklaştıkları bir noktada kanal açma
teşebbüsüne girişildi. Ancak kış mevsiminin gelmesi üzerine çalışmalar
tamamlanamadı. Ertesi yıl da İran ile Rusya’nın Kırım Hânını kandırmaları
yüzünden, tekrar işbaşı yapılamadığından bu büyük teşebbüs
gerçekleştirilemedi.
1569 Haziran ayında
İskenderiye yakınlarında Nil teknelerinin yolunu kesen Venedik korsanlarının
Müslümanları esir alıp Kıbrıs’ta satmaları olayına çok hiddetlenen Selim Han,
derhâl Venedik’e bir elçi göndererek Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine terkini istedi.
Bu isteğin Venedik tarafından reddi üzerine sefer hazırlıklarına
başlandı.
Aslında Kıbrıs’ın Osmanlı Devletince
fethini mecbûrî kılan birçok sebep vardı. Osmanlı Devletini, hâkimiyeti
altındaki Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine ulaştıran kara yollarının, uzun,
yorucu ve yetersiz olmasına karşılık, Kıbrıs üzerinden bu ülkelere her türlü
lojistik destekler daha çabuk, rahat ve ekonomik olarak ulaştırılabilirdi. Ancak
Kıbrıs’ın, büyük deniz gücüne sâhip Venedik Cumhûriyetinin elinde bulunması bu
imkânı ortadan kaldırmaktaydı. Ayrıca Kıbrıs veya yakınlarından geçen Osmanlı
ticâret ve hacıları taşıyan yolcu gemileri, Akdeniz’de Hıristiyan korsanları
tarafından vurularak soyuluyor, Venedik de bu korsanları himâye
ediyordu.
İkinci Selim Han, hazırlıkları
bitirdikten sonra, Kıbrıs serdârlığına Lala Mustafa Paşayı tâyin etti ve 15
Mayıs 1570’te donanma İstanbul’dan ayrıldı. Lala Mustafa Paşa, bütün Avrupa
devletlerinin Venedik’e yardım etmelerine rağmen, şiddetli çarpışmalar sonunda 8
Eylül 1570’te Lefkoşe’yi 1 Ağustos 1571’de de Magosa’yı alarak Kıbrıs’ın fethini
tamamladı.
Osmanlı askerinin Kıbrıs’a çıkması
sırasında Venedik bütün Avrupa devletlerinden yardım istedi. Bunun üzerine Papa
V. Piyer’in yoğun faaliyetleri netîcesinde İspanya Kralı II. Filip ve Malta
Şövalyeleriyle Venedik arasında bir ittifak kuruldu. Bu ittifaka, Toskana,
Ceneviz, Savoia ve Ferrara gibi küçük Hıristiyan devletçikleri de katıldı.
İspanyol KralıFilip’in kardeşi Don Juan’ın komutasındaki 206 gemiden meydana
gelen Haçlı donanması, 6 Ekim 1571’de İnebahtı önlerinde görüldü. Osmanlı harp
meclisinde Kılıç Ali Paşanın şiddetli muhâlefetine rağmen, Kapdân-ı deryâ
Müezzinzâde Ali Paşa, donanmada cenkçi ve kürekçi noksanlığını göz önünde
bulundurmadan, düşmana saldırılması yönünde karar aldı. 7 Ekim’de başlayan
muhârebe sonunda, Osmanlı donanması büyük bir yenilgiye uğradı. Sâdece sağ
kanadı komuta eden Kılıç Ali Paşa, Düşmanın sol kanadındaki Malta donanmasını
yok edip kayıp vermeden bölgeden çekildi.
Bu
başarı Hıristiyanlara hiçbir kâr getirmedi. Hıristiyanlar kazandıkları bu
zaferin şerefine heykeller dikmekle meşgûlken, bizzat Selim Hanın emriyle
hummalı bir çalışma içine giren Osmanlı tersâneleri, 1571-72 kışı içinde
İnebahtı’da kaybettiğinden daha büyük bir donanma vücûda getirdi.
Müezzinzâde’nin eliyle kaptan-ı deryâlığa getirilen Kılıç Ali Paşa, 13 Haziran
1572’de büyük bir donanmayla İstanbul’dan ayrıldı. İnebahtı’da gâlip gelmelerine
rağmen, donanmaları çok yıpranmış ve bir hayli de asker kaybetmiş olan
müttefikler, kendilerini toparlayıp galibiyetin meyvelerini toplamak
niyetindeyken bu müthiş Osmanlı donanmasının Akdeniz’de görünmesi, büyük bir
şaşkınlıkla karşılandı. Müttefik donanması, Osmanlı donanmasının karşısına
çıkmaya cesâret edemedi. İttifaktan ayrılan Venedik, Fransa aracılığıyla barış
istedi. 7 Mart 1573’te imzâladığı antlaşma ile Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine âit
olduğunu kabul etti. Kânûnî devrinden beri vermekte olduğu yıllık 500 duka
haraç, 1500 dukaya çıkarıldı. Ayrıca Kıbrıs Seferinin tazminâtı olarak üç senede
ödenmek üzere üç yüz bin duka altını vermeyi taahhüt etti.
Kıbrıs’ın fethinden sonra Kırım Hanına bir miktar asker ve top
gönderen Selim Han, 1569’da Astırahan Seferi başarısızlığını telâfi etmek ve
daha fazla genişlememeleri için gözdağı vermek üzere Rusya içlerine bir sefer
düzenlenmesini emretti. Nitekim 1571 baharında harekete geçen Devlet Giray Han,
120.000 kişilik süvârîden meydana gelen ordusu ileRusya üzerine yürüdü. Çok
sür’atli hareket eden Devlet Giray, yaptığı muhârebelerde Rus ordularını on
binlerce zâyiât verdirerek dağıttı ve Moskova’ya girdi. 150.000 esirle Kırım’a
dönen Devlet Giray Han, bu zaferi üzerine Taht-alan lakabıyla anıldı. Ertesi yıl
tekrar sefere çıkan Devlet Giray Han, Oka Nehrine kadar uzandı. Bu başarıları
üzerine İkinci Selim Han, murassâ kılıcı, hil’at ve nâme-i hümâyûn göndererek
Devlet Giray’ı tebrik etti. Çar, Osmanlı Devletine bağlı Kırım Hanlığıyla, yılda
60.000 altın vergi vermeyi kabûl ederek barış yaptı.
1574 yılında Boğdan Voyvodası Loan celCumplit isyân ederek, Lehistan’ın
da yardımıyla Tuna’nın batı kıyısındaki İbrâil, Dinyester’in güney kıyısındaki
Bender ve Dinyester boyundaki Akkerman gibi mühim kaleleri ele geçirdi. Üzerine
gönderilen ve küçük Türk birlikleriyle desteklenmiş olan Eflak Voyvodasını
yendi. Bunun üzerine Selim Han, Üçüncü Vezir Ahmed Paşa ve Kırım Hanı Âdil
Giray’ı isyânı bastırmakla görevlendirdi. Kısa zamanda bölgeye giden Ahmed Paşa
ve Âdil Giray Han, Tuna’nın güneyinde üç gün süren kanlı muhârebeler sonunda,
âsîleri ve onlara yardım eden Lehistan kuvvetlerini imhâ ettiler (9 Haziran
1574). Âsi Voyvoda da yakalanarak cezâlandırıldı ve yerine Petru Şiopul tâyin
edildi.
İkinci Selim Hanın ilgilendiği işlerden
biri de Tunus meselesi’ydi. İspanya’nın Tunus’tan bir türlü elini çekmemesi bu
devletle harp hâlinin devâm etmesine sebep oluyordu. Osmanlı donanması, Kıbrıs
Seferine çıktığı sırada, Cezâyir beylerbeyi olan Uluç (Kılıç) Ali Paşa da Tunus
üzerine yürümüş ve 30.000 kişilik kuvvetle karşısına çıkan Hafsî Sultânı Mevlây
Hamîd’i yenip, ikinci defâ fethetmişti. Fakat kendi yanında fazla bir kuvvet
bulunmadığı gibi, bu arada Kıbrıs Seferine katılma emri de aldığından, Tunus’a
Ramazan Beyi bırakarak donanmasıyla birlikte Kıbrıs Seferine
katılmıştı.
Kaptan-ı deryânın bölgeden
uzaklaşmasından sonra, İspanya Kralı Don Juan büyük bir donanmayla Tunus üzerine
yürüdü. Direndiği takdirde İspanyolların sivil halka karşı katliâma
girişeceklerini anlayan Ramazan Bey, Kayrevân’a çekildi ve bu sûretle Tunus bir
kere daha İspanyolların eline geçmiş oldu (Ekim 1573). Don Juan, Tunus
hükümdârlığını kendi taraftârı Mevlây Muhammed’e verip bir miktar da asker
bırakıp İspanya’ya döndü.
Cezâyir ve Trablusgarb
Osmanlı Devletinin elinde olduğu hâlde, ikisinin ortasında bulunan ve stratejik
ehemmiyeti büyük olan Tunus’un, İspanyol hâkimiyeti altında halka zulüm eden
kukla bir hükûmet elinde olması, Akdeniz’de hâkimiyeti elinde bulunduran Türk
donanması için tehlikeydi. Bu sebeple İkinci SelimHan, Tunus işinin kökünden
hâlledilmesi için emir verdi. Kapdân-ı deryâ Kılıç Ali Paşa, yanında kara ordusu
serdârı Koca Sinan Paşa olduğu hâlde Tunus’a hareket etti (15 Mayıs 1574).
Navarin üzerinden Sicilya sularına geçen donanma, Messina havâlisini de
vurduktan sonra, Tunus üzerine yürüdü. İki yüz ellinin üzerinde harp gemisi ve
kırk-elli bin civârında askerden meydana gelen muhteşem Osmanlı donanması, Tunus
önlerine gelir gelmez derhâl Halk-ul-Vâd Kalesi yakınına çıkarma yaptı. Koca
Sinân Paşa kendisi Halk-ul-Vâd’ı kuşatırken, Trablusgarb Beylerbeyi Mustafa Paşa
ile eski Tunus Beylerbeyi Haydar Paşayı Tunus Gölü ile şehir arasında bulunan
Bastiyon Kalesini fethe memur etti.
Tunus’un
yıllardan beri İspanyollar tarafından tahkim edilerek hiçbir sûretle
zaptedilemez diye öğündükleri Halk-ul-Vad, Osmanlı ordusuna ancak otuz üç gün
mukâvemet etti. 24 Ağustosta kale fethedilip Mevlây Muhammed’le kale komutanı
Don Pietro Cerrera esir edilerek İstanbul’a gönderildi.
13 Eylülde Bastion Kalesinin de fethiyle Tunus tamâmen ele geçti. Tunus,
aynen Cezâyir ve Trablusgarb gibi bir eyâlet hâline getirildi ve beylerbeyliğine
Ramazan Paşa tâyin edildi. Böylece Tunus’ta üç asırdan fazla sürecek olan
Osmanlı idâresi başladı.
Tunus meselesinin
hâlledilmesinden yaklaşık bir ay sonra; Osmanlı Devletiyle Almanya arasında
Zigetvar Seferinden sonra 17 Şubat 1568’de yapılan antlaşma, 4 Aralık 1574’te
yenilenerek, sekiz sene uzatıldı. Bu antlaşmadan hemen sonra rahatsızlanan
İkinci Selim Han, 15 Aralık 1574’te vefât etti. Mîmar Sinân’a Ayasofya Câmii
avlusunda yaptırdığı türbeye defnedildi.
İkinci
Selim Han, uzuna yakın orta boylu, açık alınlı, elâ gözlü ve sarışındı. Avcılık
ve yay çekmede fevkalâde mahâretli olup, zamânında ondan daha kuvvetli yay çeken
yoktu. Babası Kânûnî Sultan Süleymân devrinde birçok savaşa katılmakla berâber,
tahta geçtikten sonra sefere çıkmadı. Çünkü devrindeki seferler umûmiyetle büyük
deniz seferleri olup bu seferlere de pâdişâhın kumanda etmesi âdet değildi.
Tecrübeli ve bilgili bir vezir olan Sokullu Mehmed Paşayı hükûmet işlerinde
tamâmen serbest bırakmakla berâber, lüzumlu gördüğü birkaç meselede duruma
müdâhale etmiştir. Âlimlere büyük hürmet göstermiş, çok sevdiği büyük âlim
Ebüssü’ûd Efendiyi vefâtına kadar meşîhat (şeyhülislâmlık) makâmında tutmuştur.
Cülûs bahşişinin ilmiye sınıfına da verilmesi âdetini ilk defâ İkinci Selim Han
çıkarmıştır.
İkinci Selim, Kânûnî Sultan Süleyman
Hanın bütün şehzâdeleri gibi çok iyi tahsil görmüştü. Dîvân sâhibi değerli bir
şâirdi. Selim ve Selîmî mahlaslarıyla yazdığı şiirler çok beğenilmektedir. Yahyâ
Kemâl’in; "Bir beyti bir de câmi-i mâ’mûru var" diye övdüğü;
Biz bülbül-i
muhrık dem-i şekvâ-yı firâkiz
Âteş kesilir geçse sabâ
gülşenimizden
beyti, bütün Türk şiirinin en
güzel beyitlerinden biri sayılmaktadır.İkinci Selim aynı zamanda îmârcı bir
pâdişâhtır. Kısa süren saltanat döneminde Türk ve dünyâ sanatının şâheseri
sayılan Edirne Selimiye Câmii’ni inşâ ettirmiştir. Tâmire muhtaç olan Ayasofya
Câmiini yaptırdığı istinâd duvarlarıyla tahkim ettirerek günümüze kadar
gelmesini sağladığı gibi, iki minâre eklemiş, yanına iki de medrese yaptırarak
külliye hâline getirmiştir. Bunlardan başka Mekke-i mükerremenin su yollarının
tâmiri, Mescid-i Harâm’ın mermer kubbelerle tezyini, Lefkoşe Selimiye Câmii,
Azîz Efendi tekkesi, Navarin limanına hâkim bir mevkiye yaptırdığı kule, hayrâtı
arasındadır.