MURÂD HAN-IV;
Osmanlı pâdişâhlarının on yedincisi veİslâm halîfelerinin
seksen ikincisi. Babası Birinci Ahmed Han, annesi Mâhpeyker (Kösem) Sultandır.
27 Temmuz 1612’de İstanbul’da doğdu. Tam bir İslâm terbiyesi ve ahlâkı ile
yetiştirildi. Enderun mektebindeki hocalarından husûsî dersler aldı. Genç
Osman’ın başına gelen acı felâket ve yerine geçen amcası Mustafa Hanın kısa bir
süre sonra tahttan indirilmesi üzerine henüz on bir yaşında iken 10 Eylül
1623’te Osmanlı tahtına çıktı. Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesinde hocası Azîz
Mahmûd Hüdâyî’nin elinden kılıç kuşandı. Yaşı küçük olduğu için, devleti bilfiil
idâre edemeyeceği görüşü hâkim olarak annesi Mâhpeyker Kösem Sultan, saltanat
nâibesi tâyin edildi.
Tahta geçtiğinde, iç ve dış işlerdeki karışıklıklar
devam ediyordu. İdârî işler karışık olduğundan, Yeniçeri ve Sipâhi askerleri
zorbalığa baş vuruyorlardı. Vasî durumunda olan annesi Mâhpeyker Kösem Sultanın
yardımı ile iş başına kıymetli devlet adamları ve kumandanlar getirerek,
ortalığı düzeltti. İran Şâhı Birinci Abbâs (1588-1629), Osmanlı hudûdunu geçip,
Bağdat’ı işgâl ederek, otuz bin Ehl-i sünnet Müslümânı kadın, çoluk çocuk
demeden kılıçtan geçirdi. Rus Kazakları ise kayıklarla Karadeniz sâhilindeki
bâzı köyleri yaktılar. 1625’te sadrâzamlığa getirilen Hâfız Ahmed Paşa, Kazak
korsanlarına ve Safevîlere karşı harekete geçti. 1625’te Köstence’de Kazakların
iki yüz elli kayığı batırılarak, dört bin kadarı öldürüldü. Şah Abbâs’ın
Bağdat’taki zulmünün önüne geçmek için 1625’te ordu sevk edildi. 11 Kasım
1625’te Bağdat yakınlarındaki Azamiyye kurtarılarak, Bağdat kuşatıldı. Ancak
yeniçerilerin isyânıyla Bağdat kuşatmasını kaldıran Sadrâzam Hâfız Paşa, Irak’ın
kuzey ve güneyini işgalden kurtardı.
1 Aralık
1626’da Sadrâzamlığa getirilen Kayserili Halil Paşa, tekrar başlayan Safevî
saldırılarının önüne geçmek ve Abaza Mehmed Paşanın isyanlarını bastırmak için 4
Aralık 1626’da sefere çıktı. Serdar Halil Paşanın muvaffakiyetsizliği üzerine 6
Nisan 1628’de Sadrâzamlığa Hüsrev Paşa getirildi. 22 Eylül 1628’de Abaza Mehmed
Paşayı yola getiren yeni sadrâzam Safevîlere karşı 5 Mayıs 1630’da Mihribân’da,
14 Temmuz 1630’da Cemhâl’da zafer kazandı. İranlılar mağlup olunca, Anadolu’da
asâyiş temin edildi.
Dördüncü Murâd Hanın yaşının
küçüklüğünden istifâde eden yeniçeriler, İstanbul’da zorbalıklarını ve ahâliye
kötü muâmeleyi artırdılar. Sadrâzam Hüsrev Paşanın azlini bahâne eden
yeniçeriler ve sipâhiler ayaklanarak saraya yürüdüler. Yeni sadrâzam Müezzinzâde
Hâfız Ahmed Paşayı öldürdüler (1632). Bundan sonra zorbaların zoru ile sadrazâm
olan Receb Paşa döneminde İstanbul’da karışıklıklar günlerce sürdü. En küçük bir
olayda Receb Paşanın tahrîkiyle harekete geçen zorbalar yeni kelleler
istiyorlardı. Diğer taraftan tahta geçtiği günden îtibâren bütün hâdiseleri
dikkatle tâkip ederek, eşkiyanın elebaşılarını tesbit eden Sultan Murâd Han, 8
Haziran 1632’de devlet idâresini bizzât eline aldı. İsyancıların elebaşısı olan
Topal Receb Paşayı öldürttü. Yeniçeri ve sipâhî ocaklarını sindirerek,
zorbalıkların önüne geçti. Kahvehâneleri ve meyhâneleri kapatarak tütünü ve
alkollü içkileri yasakladı. Emri dinlemeyenlere şiddetli cezâlar verileceğini
îlân edip, sıkı kontroller yaptı ve yaptırdı.
Lehistan Kazaklarının Karadeniz’de Osmanlı sâhillerine ve Rumeli’de Tuna
yalılarına yaptıkları saldırının önüne geçmek için 1633 Nisanında Lehistan
Seferine çıktı. Osmanlı ordusu Edirne’ye geldiğinde, Lehistan hükûmeti sulh
istedi. 1634’te imzâlanan Osmanlı-Lehistan Antlaşmasına göre; Kazak akınlarına
son verilmesi, Leh krallarının Kırım hanlarına ve Osmanlı sultanına vergi
vermesi, esirlerin karşılıklı değiştirilmesi kabul edildi.
Sultan Dördüncü Murâd Han, Safevî saldırılarının önüne geçmek için
ordunun başında sefere karar verip, hazırlıkları tamamladı. 18 Mart 1635’te
Revan Seferine çıkan Dördüncü Murâd Han, önceden tesbit ettirdiği zorbalardan
yolu üzerindekileri cezâlandırdı. 27 Temmuz 1635’te Revan önlerine ulaştı. Sefer
boyunca ordunun başında bulunup, askerlerle alâkadar olan, kuvvet, heybet ve
dehşetinden ürkülen Sultan Murâd Hana ordu içinde büyük bir emniyet ve hürmet
hissi uyandı. 28 Temmuz 1635 gecesi başlatılan Revan kuşatmasında bütün muhârebe
plânları tatbik edildi. Sultan Murâd Hanın kuşatmanın ilk gecesi yaralanan
askerleri ateş hattından geriye çektirerek hastahâne çadırlarında, cerrahlar
tarafından tedâvi ettirip, ilâçlarının verilmesini emretmesi ve top atışlarında
bulunması askerleri coşturdu. Revan kalesini düşürmek için yapılacak umûmî
taarruz öncesinde Safevîler vire ile teslim olmak istediklerini bildirdiler. 8
Ağustos 1635’te Revan kale muhâfızı Emirgûneoğlu Tahmasp Kulu Han, Sultan Murâd
Hana kaleyi teslim etti. Revan Kalesi tâmir edilip, içine on iki bin asker ve
yeteri kadar cephâne konularak muhâfızlığına Vezir Murtaza Paşa bırakıldı. 11
Eylül 1635’te Tebriz şehri tekrar zaptedildi. Safevî ordusu, Osmanlılarla meydan
muhârebesine cesâret edemediğinden karşılaşılmadı. Aras Nehri taraflarındaki
Zeynelli aşîretinden bin kadar nüfûsun, Pasin-Erzurum, Tercan-Erzincan
taraflarındaki boş arâzilere iskân edilmesi emrolundu. Van ve Diyarbakır’da
kalan Sultan Murâd Han, Revan Seferine çıkışından on ay sonra 27 Aralık 1635’te
İstanbul’a döndü. Osmanlı ordusunun doğudan ayrılmasıyla; Safevîler, hududa
tecâvüz ederek 1 Nisan 1636’da Revan’ı işgâl ettiler. 2 Şubat 1637’de
sadrâzamlığa getirdiği Bayram Paşayı Doğu Seferi serdarlığına tâyin eden Sultan
Murâd Hanın kendisi de hazırlıklara başladı ve 8 Mayıs 1637’de Bağdat Seferine
çıktı. 16 Kasım 1638’de kuşatmanın başladığı sırada Pâdişâhtan, daha önce ele
geçirilmiş bulunan İmâm-ı A’zam türbesini ziyâret etmesi istendi. Ancak Sultan;
"Bağdat, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce İmâmı ziyâretten
hayâ ederim." cevâbını verdi. Derhâl tertibât alarak muhâsaraya başladı. Şehirde
Bektaş Han Türkmen’in kumandasında 40.000 kişilik bir Safevî garnizonu
bulunuyordu. Şâh Sâfî ise, atlı kuvvetleriyle Kasr-ı Şîrîn’de olup Osmanlı
muhâsarasını gün gün tâkip etmesine rağmen müdâhaleye cesâret edemiyordu. Sultan
Murâd Han, 12.000 sipâhiyi İran içlerine sokup Şehriban bölgesini çiğnettiği
hâlde, Şâhı savaş meydanına çekemedi. Şâh, Bağdat’taki büyük kuvvetlerine
güveniyor, Pâdişâhın muhâsaradan bıkınca çekilip gideceğini
zannediyordu.
Pâdişâhın ve seksen altı yaşındaki
şeyhülislâm Yahyâ Efendinin de ön safta olduğu bu kuşatmada dehşetli vuruşmalar
oldu. Muhâsaranın otuz yedinci gününde ön saflarda yalın kılıç kahramanca
çarpışarak askeri coşturan Sadrâzam Tayyar Mehmed Paşa, birkaç kuleyi ele
geçirdiği sırada alnından vurularak şehit oldu. Yerine sadârete getirilen
Kemankeş Mustafa Paşa, selefi gibi gayret edip birkaç kuleyi daha ele geçirdi.
Bu muvaffakiyetler üzerine muhâsaranın otuz dokuzuncu günü umûmî taarruza karar
verildi. Sabah erkenden başlayan şiddetli hücum karşısında kale teslim
oldu.
Böylece on dört sene on bir ay önce bir
ihânet sebebiyle Safevîlerin eline düşen Bağdat artık kesin olarak Osmanlı
idâresine geçti.
Sultan Dördüncü Murâd Han, ilk
iş olarak İmâm-ı A’zam ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabr-i
şerîflerini ziyâret etti. Bu büyük zâtların türbeleri, sapık düşünceli Safevîler
tarafından tahrip edilmiş ve eşyâları yağmalanmıştı. Pâdişâh emir verip bütün
kabirlerin ve eserlerin tâmirini bildirdi. Şeyhülislâm Yahyâ Efendiyi de, bu
işlere nezâret etmekle vazîfelendirdi. Bu zaferden sonra Bağdat fâtihi diye
anılan Dördüncü Murâd Han ordu ile Sadrâzam Mustafa Paşayı Bağdat’ta bırakarak
İstanbul’a döndü. Sadrâzam Kemankeş Mustafa Paşa, büyük bir kuvvetle İran
içlerine doğru harekete geçtiği sırada Şâhın barış isteği ile gönderdiği elçiler
geldi. Sadrâzam Kemankeş Mustafa Paşayla İran murahhasları Saru Han ve Muhammed
Kuli Han arasında yapılan görüşmeler sonrasında, aşağı yukarı bugünkü Türk-İran
sınırının tesbit edildiği Kasr-ı Şîrîn Antlaşması imzâlandı (17 Mayıs 1639). Bu
antlaşmaya göre; Bağdat, Basra ve Şehr-i zûr havâlisinden mürekkep Irak-ı Arap
Osmanlılarda, Erivan Safevîlerde kaldı. Ayrıca Safevîlerin gerek Irak, gerekse
Kars, Ahıska ve Van taraflarına saldırmayacakları, Eshâb-ı kirâmı
kötülemeyecekleri de antlaşma şartları içinde yer almıştı. Sultan Murâd Han,
doğuda İran’la meşgulken, batıdaki hâdiselerden de günü gününe haber alıyordu.
Bilhassa Venediklilerin hudut tecâvüzlerine karşı bu Cumhûriyetle bütün ticârî
münâsebetlerin kesilmesini ve hemen savaş açılmasını emretti. Ancak bu sırada
damla hastalığından muzdarip bulunan Sultanın durumu ağırlaştı. Bunun üzerine
Dîvân, emri çeşitli bahânelerle on üç gün geciktirdi. Bu arada Venedik elçisi
gelip, dîvânın bütün şartlarını kabûl etti ve savaş durduruldu.Nitekim çok
geçmeden pâdişahın hastalığı daha da artarak 8/9 Şubat 1640 günü, güneş
battıktan sonra İmâm Yûsuf Efendi Yâsîn-i şerîf okurken vefât etti. Sultanahmed
Câmii avlusunda Şeyhülislâm Yâhya Efendinin imâmlığında müezzinlerin "Er kişi
niyyetine!" nidâları ve Müslümanların gözyaşları arasında kılınan cenâze
namazından sonra babası Birinci Ahmed Hanın türbesine defnedildi.
Dördüncü Murâd Han Arapça ve batı dillerine hâkim olup her
türlü memleket meselesine vâkıftı. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat
buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Evliyâ Çelebi ve Kâtib
Çelebi gibi âlimler, teşvik ettiği kimseler arasında idi. Kur’ân-ı kerîm okumayı
ve ibâdetlerini hiç ihmâl etmezdi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da
Hırka-i saâdet dâiresinde Kur’ân-ı kerîm okurdu.
Ömrünü devlete hizmet ve Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itâatle geçiren bu
Türk Hakânı, Ehl-i sünnet düşmanı Acemlerin pekçok iftirâlarına mârûz kaldı.
Bunlar kendilerinde bulunan zilletleri bu büyük pâdişâha da bulaştırmaya
kalkıştılar. İnsanlara zulüm ettiğini ve içki içtiğini söylediler. Halbuki
devrin kaynaklarında Murâd Hanın içki içtiğine dâir en küçük bir bilgi
yoktur.
Birçok târihçinin Kânûnî sonrası en büyük
Osmanlı pâdişâhı olarak kabûl ettikleri Dördüncü Murâd Han, hep dedesi Yavuz
Sultan Selim Hana benzemeye çalışırdı. Gerçekten de birçok vasıfları onunla
uyuşurdu. Fakat Yavuz’un sâhip olduğu kıymetli devlet adamlarına ve tecrübeye
mâlik değildi. Tahta geçtiğinde hazine bomboştu. Vefâtında ise, on beş milyon
altın olup, gümüş paranın haddi hesâbı belli değildi. Avrupa baştan başa
istihbârat ağı ile örülmüştü. Avrupalıların en gizli sırları, Osmanlı Sarayına
gününde ulaşıyor ve ona göre vaziyet alınıyordu. Tahta çıktığında neye yaradığı
belli olmayan yüz bin yeniçeri varken, vefâtında itâat altına alınmış otuz beş
bin yeniçeri bulunuyordu. Dördüncü Murâd Han, bozulmuş devlet nizâmını yoluna
koymak için mülâzimlikleri kaldırdı. Timar sistemini yeniden düzene koydu.
İsrâfın önüne geçmek için kânunlar çıkarttı. Sipâhilerden zorbalıkla ele
geçirdikleri evkâf idâresini ve diğer hükûmet hizmetlerini aldı. Sipâhileri
intizam ve itâat altına alarak, bunların ve bir takım bozguncuların toplandığı
yerler olan kahvehâneleri kapatarak âsâyişi temin etti. Yeniçerilik tahsisâtının
şuna buna yemlik olması sûistimâlini kaldırarak, yeniçeriliği ıslhah etti.
Vefâtında içte ve dışta huzurlu ve îtibârlı bir devlet bıraktı.
Sultan Murâd Hanın cesâreti, her türlü zorluğa tahammülü, keskin
zekâsı, hünerleri, askerî dehâsı, atıcılık, binicilik, silâhşörlükteki başarısı,
askerleri ve tebeası tarafından çok takdir ediliyordu. İki yüz okkalık gürzleri
kolayca kaldırır, hızla giden iki atın birinden diğerine atlar, attığı ok, tüfek
mermisinden uzağa düşerdi. Devrinin bütün silâhlarını en iyi şekilde
kullanırdı.
En küçük suçları bile memleketin
selâmeti için cezâlandırmaktan çekinmeyen SultanDördüncü Murâd Hanın merhameti
de çoktu. Savaş esnâsında otağının yanına kurdurduğu seyyar hastahânelerdeki
yaralı ve hastaları ziyâret eder, onlarla yakından ilgilenirdi.Memleketin her
tarafındaki imârethânelerin vakıf şartlarına uygun şekilde çalışması, fakir ve
yetimlerin aç ve açıkta kalmaması için gayret gösterirdi.
Din ve devlet menfaatine iş yapanı hemen mükâfatlandıran Sultan
Murâd Han, pekçok hayırlı işin yanında, Topkapı Sarayında Revan ve Bağdat köşkü
gibi nâdide eserler, köprüler, kervansaraylar, hanlar ve benzeri hayır eserleri
de inşâ ettirdi.
Boğazda yaptırdığı sarayda, oğlu
Muhammed’in doğumunda yedi gece kandiller astırıp şenlikler yapıldığından,
buraya Kandilli denildi. Kavaklar’daki kaleleri yaptırdığı gibi, pekçok şehrin
de surlarını tâmir ettirdi. Bağdat’ı feth edince, İmâm-ı A’zam ve Abdülkâdir-i
Geylânî hazretlerinin türbelerinin tâmirini yaptırdı. Kâbe-i muazzamayı su
basması üzerine; Ankaralı Mehmed ile Rıdvan Ağayı Kâbe-i muazzamayı tâmirle
vazîfelendirdi.
Sultan Dördüncü Murâd Han
devrinde kazanılan zaferlerin yanında pekçok âlim, şâir, târihçi ve sanatkâr
yetişerek kıymetli eserler meydana getirmişlerdir. Bunlardan bibliyografya,
târih, coğrafya sâhasında Kâtip Çelebi ve Vekâyi-nâme sâhibi Topçular kâtibi
Abdülkâdir, Ravdat-ül-Ebrâr ve Zafernâme sâhibi Karaçelebizâde Abdülazîz,
Târih-i Gılmânî sâhibi MehmedHalîfe, teşkilât ve idâre sahasında Koçi Bey
vardır. Yine Erzurumlu Ömer, Nef’i, Azmizâde Mustafa Hâleti, Nâibî, Yahya,
Bahâî, Cevrî ve Fehim-i Kadîm, devrinde önde gelen şâirlerdir. Yine süslü nesrin
on yedinci yüzyıldaki temsilcilerinden Nergîsî de Dördüncü Murâd devrinin
meşhûrlarındandır.Bundan başka şâir olan bu pâdişâhın devrinde halk edebiyâtı
sarayca desteklenmiş, zaferlerine destanlar, ölümüne halk şâirlerince şiirler
yazılmıştır. Bu şâirlerden bâzıları saraya intisap etmişlerdir. Bunların belli
başlıları Kuloğlu, Kâtibî, Kayıkçı Kul Mustafa gibi halk şâirleridir.Yine devrin
tekke edebiyatındaki büyük temsilcisi Aziz Mahmûd Hüdâyî de, bu devrin sahasında
önde gelen şâirlerindendir.