TÜM YÖNLERİYLE AVRUPA BİRLİĞİ


İçindekiler

 ÖNSÖZ

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN DOĞUŞU VE KURULUŞ AMAÇLARI.

      ALTILAR AVRUPASINDAN ONBEŞLER AVRUPASINA.

       GÜMRÜK BİRLİĞİNDEN EKONOMİK VE PARASAL BİRLİĞE.

AVRUPA BİRLİĞİ İLE NEREYE GİDİYORUZ ?

    AVRUPA BİRLİĞİ İLE KIRKBİR YILLIK YOLCULUĞUMUZ

AVRUPA BİRLİĞİ BANA NE SAĞLIYOR ?

    AVRUPA YURTTAŞLIĞI

    AB’NDE SINIR KONTROLLERİ VE İNSANLARIN SERBEST DOLAŞIMI

    AB’NDE YAŞAMAK, ÇALIŞMAK VE YURT DIŞINDA ÖĞRENİM YAPMAK

    AVRUPA BİRLİĞİ’NDE TATİL VE SEYAHAT

    FIRSAT EŞİTLİĞİ

    TİCARET VE İSTİHDAM ALANLARINDA TAM BİR İŞBİRLİĞİ

    ASGARİ SOSYAL STANDARTLAR

    PRATİK YARDIM

    SOSYAL KORUMA

    EKONOMİK VE TOPLUMSAL BÜTÜNLEŞME

    IRKÇILIĞA KARŞI AVRUPA BİRLİĞİ

    GÜMRÜK BİRLİĞİ

    MİKTAR KISITLAMALARININ KALDIRILMASI   

    VERGİ ENGELLERİNİN KALDIRILMASI

    İŞÇİLERİN SERBEST DOLAŞIMI

    COĞRAFİ HAREKETLİLİK

    MESLEKİ HAREKETLİLİK

    SOSYAL BÜTÜNLEŞME

    İŞ KURMA ÖZGÜRLÜĞÜ

    HİZMET SUNMA ÖZGÜRLÜĞÜ

    DİPLOMALARIN KARŞILIKLI TANINMASI

    SERMAYE VE ÖDEMELERİN SERBEST DOLAŞIMI

    ÖDEMELERİN SERBESTLEŞTİRİLMESİ

    REKABET POLİTİKASI

    EKONOMİK VE PARASAL BİRLİK

    ORTAK TARIM POLİTİKASI

    PAZARIN BİRLEŞTİRİLMESİ

    TOPLULUK TERCİHİ

    MALİ DAYANIŞMA

    ORTAK PAZAR ÖRGÜTLERİ

    ARTAN MİKTAR SORUNU

    ULAŞIM POLİTİKASI VE TRANS-AVRUPA ŞEBEKELERİ

    ARAŞTIRMA VE TEKNOLOJİ POLİTİKASI

    SANAYİ POLİTİKASI

    ORTAK DIŞ POLİTİKA VE GÜVENLİK POLİTİKASI

    ADALET VE İÇİŞLERİNDE İŞBİRLİĞİ

    SAĞLIK

    TÜKETİCİNİN KORUNMASI

    ORTAK TİCARET POLİTİKASI

    KALKINMA YARDIMI

    LOME SÖZLEŞMELERİ.

    GIDA YARDIMI

 

TÜRK POLİTİKACILARI, EKONOMİSTLERİM VE YAZARLARI GÖZÜNDE AB’NİN TÜRKİYE’YE KAZANDIRACAKLARI VE KAYBETTİRECEKLERİ.

BÜLENT AKARCALI.

EROL MANİSALI

TOKTAMIŞ ATEŞ

FARUK SÖNMEZOĞLU

NAİL ALKAN

MERAL GEZGİN ERİŞ

TANSU ÇİLLER

AZMİ ATEŞ

GAZİ ERÇEL

FUAT MİRAS

ALİ ÇOŞKUN

İSTEMİHAN TALAY

UĞUR KILINÇ

SUAT İLHAN

CEMİL ÇİÇEK

TUNÇ BİLGET

DOĞU PERİNÇEK

EROL YARAR

MESUT YILMAZ

SONUÇ

KAYNAKÇA


 


 

TOBB. Özel Sayısı, 2001.      


 

[1]Ayrıntılı bil. için Avrasya stratejileri dergisi 2001 sayısına bakınız.

[2] Ayrıntılı bilgi için Dünya Gazetesi 15.11.2000 sayısına bakınız.

[3] Ayrıntılı bilgi için Kalkınma İktisadı (Fikret Şenses).

[4] Ayrıntılı bilgi için AB özel sayısına bakınız.

[5] Ayrıntılı bilgi için AB ve Türkiye konulu çerçeve dergisine bakınız.

[6] Ayrıntılı bilgi için Avrasya Stratejileri AB ekine bakınız.

[7] Ayrıntılı bilgi için AB Güncel Haber sayısına bakınız.

[8] Ayrıntılı bilgi için AB özel sayısına bakınız.

[9] Ayrıntılı bilgi için Dış Ticaret ( Hakan Akın) bakınız.

[10] Ayrıntılı bilgi için Ekonomi Dergisi Kasım sayısına bakınız.

[11] Ayrıntılı bilgi için Dünya gazetesi 21.11.2000 sayısına bakınız.

[12] Ayrıntılı bilgi için AB Güncel Haber sayısına bakınız.

[13] Ayrıntılı bilgi için AB özel sayısına bakınız.

 

[15] Ayrıntılı bilgi için AB özel sayısına bakınız.

[16] Ayrıntılı bilgi için Avrasya Stratejileri Dergisine bakınız.

[17] Ayrıntılı bilgi için AB özel sayısına bakınız.

[18] Ayrıntılı bilgi için Avrasya Dergisi röportajına bakınız.

[19] Ayrıntılı bilgi için Avrasya Stratejileri Dosyası sayısına bakınız

[20] ayrıntılı bilgi için Avrasya Dosyası röportajına bakınız.

[21] Ayrıntılı bilgi için AB özel sayısına bakınız.

[22] Ayrıntılı bilgi için Dünya Gazetesi ekine bakınız.

[23] Ayrıntılı bilgi için AB özel sayısına bakınız.

[24] Ayrıntılı bilgi için Finansal Forum dergisine bakınız.

[25] Ayrıntılı bilgi için TOBB özel sayısına bakınız.

[26] Ayrıntılı bilgi için Kültür Bakanlığı yayınlarına bakınız.

[27] Ayrıntılı bilgi için AB özel sayısına bakınız.

[28] Ayrıntılı bilgi için Çerçeve dergisine bakınız.

[29] Ayrıntılı bilgi için AB özel sayısına bakınız.

[30] Ayrıntılı bilgi için Çerçeve dergisine bakınız.

[31] Ayrıntılı bilgi için Binyıl Güncel 7 Kasım 2000 sayısına bakınız.

 


 

 


   AVRUPA BİRLİĞİNİN DOĞUŞU VE KURULUŞ AMAÇLARI.

 

            Avrupa’da ulus ötesi bir siyasi örgüt oluşturma düşüncesi oldukça eskidir. Tarihin çeşitli dönemlerinde pek çok filozofun,devlet adamın ve politikacının bu yönde görüşler öne sürmüş olmalarına mukabil, ancak İkinci Dünya Savaşının ertesinde bu düşünceleri  pratiğe aktarma imkanı ortaya çıkmıştır.

            Avrupa bütünleşmesinin ilk adımı, 9 Mayıs 1950’de Robert Schuman tarafından yayınlanan bildiri olmuştur. Bu bildiride Avrupa’da savaşların yol açtığı problemlerin ekonomik işbirliği ve siyasi bütünleşme ile aşılacağı görüşü savunuluyor ve Avrupa devletlerinden aralarında ihtilaf yaratan kömür ve çelik gibi ekonomik varlıkları ortak bir örgütün yönetimine bırakması isteniyordu. Belirli ekonomik sektörlerde başlayan bütünleşme giderek başka alanları da etkileyecek ve Avrupa bütünleşmesi böylece gerçekleşecekti.

            Bu bildiriden kısa bir süre sonra Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu kuran Paris Antlaşmasını imzalandı. Böylece günümüzde karmaşık bir yapı kazanmış olan Avrupa Birliğinin teşkilat yapısındaki ilk örgüt vücut bulmuş oldu. Kurucu ülkeler olarak da adlandırılan Paris Antlaşmasının tarafları Almanya, Fransa, İtalya,Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’tan oluşuyordu. Anılan ülkeler 1957 yılında Roma Antlaşmasını da imzaladılar. Bu antlaşma ile iki yeni örgüt daha kuruldu. Bunlar; Atom Enerji Topluluğu ve Ekonomik Avrupa Topluluğudur.(1)

            Böylece Paris ve Roma Antlaşmaları ile ortaya birbirinden farklı üç topluluk çıkmış oldu. Ayrı kurumsal kimlikleri bulunan toplulukların organları ise karmaşık bir görünüm arz ediyordu. Günümüzde doğrudan seçimlerle oluşan Avrupa Parlamentosu, o dönemde Avrupa Toplulukları Parlamenterler Asamblesi olarak adlandırılıyor ve üye devletlerin ulusal parlamentolarından atanan milletvekillerinden oluşuyordu. Asamble her üç topluluğun ortak organıydı. Benzer şekilde Avrupa Toplulukları Adalet Divanı da her üç topluluğun yargı işlerine bakıyordu. Buna karşılık AKÇT, AAET ve AET’nin her birinin ayrı Konsey ve Komisyonları vardı. 1965 yılında yapılan bir antlaşma ile Toplulukların farklı organları birleştirildi; tek Konsey, tek Komisyon oluşumu kabul edildi. [2]

 

 
Başa Dön

 


 

                        Altılar Avrupa’sından On beşler Avrupa’sına.

1957 tarihli Roma Antlaşması, Avrupalı olan ve kurcu üyelerle aynı ideali paylaşan devletlerin Topluluklara katılabileceğini öngörmüştü. Ancak Ortak Pazar’ın ilk genişlemesi kurucu ülkeler arasında büyük tartışma yarattı. İngiltere’nin 1962 ve 1967 yıllarında AT’ye katılma için yaptığı başvuru dönemin Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle tarafından engellendi. Bu durum 967 yılında toplanan Lahey zirvesinde, AT Devlet ve Hükümet Başkanları başvuran ülkelere yeşil ışık yaktı. Uzun bir  müzakere sürecinden sonra İngiltere, İrlanda ve Danimarka 1973 yılında dokuza yükselmiş oldu. O zaman kadar “Altılar” olarak adlandırılan AT, 1981’de Yunanistan’ın katılımına kadar geçen sürede “Dokuzlar” adını aldı. Birinci genişlemenin müzakere sürecinde yer alan ve üyeliğe kabul edilmiş olan Norveç ise yapılan referandumda “hayır” oyları fazla çıktığı için AT’ye katılmadı.

            Yunanistan’ın ardından AT’nin üçüncü genişlemesi 1986 yılında İspanya ve Portekiz’in katılımı ile gerçekleşti. Böylece topluluğun üye sayısı 12’ye yükseldi.

            1980’lerinsonlarında bu kez tam üyelik için AT’in kapısını Türkiye çaldı. Turgut Özal’ın başbakan olduğu dönemde 14 Nisan 1987’de  yapılan başvuru, uzun bir sessizliğin ardından 1989’da Komisyon görüşünün yayınlanması ile cevaplandırıldı. 19 Aralık 1989’da açıklanan AT Komisyon görüşünde, Avrupa Topluluklarının bu aşamada Türkiye veya bir başka aday ülke ile tam üyelik için masaya oturmayacağı, önceliklerinin tek pazarı gerçekleştirmek olduğu ifade ediliyordu.            AT’nin dördüncü genişlemesi bir oldu bitti şeklinde gerçekleşti. 19890 devrimlerinin ardından Orta Avrupa ve Balkanlar SSCB uydusu yönetimler bir bir devrilmişti. 3 Kasım 1990’da daha önce Demokratik Almam Cumhuriyeti olarak adlandırılan Doğu Almanya’nın Federal Almanya ile birleşmesi aynı zamanda AT’nin coğrafi genişlemesi anlamına geliyordu. Son genişleme ise 1995 yılında gerçekleşti. İsveç, Norveç ve Finlandiya 1995 başında Topluluğa katıldılar. Tam üyelik müzakerelerine katılan Norveç’in üyeliği ise referandumda “hayır” çıktığı için gerçekleşmedi. Böylece Norveç 19733’2den sonra ikinci kez referandumda AT dışında kalmış oluyordu.

 

Başa Dön

 


 

                                   Gümrük Birliğinde Derinleşme:

                                   Gümrük Birliğinden Ekonomik

                                   Ve Parasal Birliğe.

           

            TEMELLERİ Paris ve Roma Antlaşmalarına dayanan Batı Avrupa’daki ulus üstü örgütlemenin gelişimi hiç kuşku yok ki, coğrafi genişleme ile sınırlı kalmadı. Aynı zamanda bütünleşmenin yapısında da önemli gelişmeler kaydedildi. 1 Temmuz 1967’de üye ülkeler arasında gümrükler kaldırıldı. Belçika, Hollanda ve Lüksembourg arasında gümrük birliği zaten 1948 yılında tesis edilmişti. Topluluk üyesi devletler bu tarihten sonra kendi aralarında gümrükleri kaldırdıkları gibi üçüncü ülkelere karşı da ortak gümrük tarifesi uygulamaya başladılar.(2)

            AT’nin derinleşmesinde 1992 yılı önemli bir kilometre taşı oldu. O zamana kadar topluluk bünyesinde sadece malların serbest dolaşımı sağlanmıştı. 1992 sonunda ise “AT Tek Pazarı” veya “İç Pazarın Teşekkülü” olarak da isimlendirilen olay gerçekleşti. Topluluk üyesi ülkeler arasında malların dışında kalan diğer üretim faktörlerinin serbest dolaşımı (mobilitesi)sağlandı. Artık diğer üretim faktörlerinin yani işgücü, emek ve sermayenin dolaşımı da serbest hale geldi. Yunanlı bir diş hekimi istediği taktirde muayenehanesini Paris’e veya Londra’ya açabilecekti. Bu gelişme, o tarihte üye sayısı 12 olan AT’de ekonominin canlanmasına  neden oldu.

            Batı Avrupa entegrasyonunda ise en önemli değişiklik ise 1991 yılında imzalanan 1 Kasım 1993’de yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile gerçekleşti. O zamana kadar Ortak Pazar, Avrupa Toplulukları ya da Avrupa Topluluğu olarak adlandırılan Batı Avrupa Entegrasyonu, Maastricht Antlaşması ile birlikte Avrupa Birliği diye isimlendirilmeye başlandı.(3)

Başa Dön

 


 

                        AVRUPA BİRLİĞİ İLE NEREYE GİDİYORUZ?

 

            Son dönemde Türkiye’de en fazla tartışılan konuların başında hiç kuşku yok ki, Avrupa Birliği geliyor. Özellikle 8 Kasım 2000’de açıklanan Katılım Ortaklığı Belgesi’nin ardından tüm kitle iletişim araçlarında Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin çeşitli boyutları ele [3]alındığı görülmektedir.

            Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde 1959 yılından bugüne geçen 41 yıllık süreye rağmen mesafe alındığını öne sürmek mümkün değil. 1996 başında gerçekleşen gümrük birliğinin dışında Türkiye-AB ilişkilerinde kayda değer bir gelişme kaydedilmedi. AB’nin Türkiye’ye karşı önyargılı tutumu nedeniyle günümüzde eski Varşova Paktı ve kimi eski SSCB ülkeleri bile AB nezdinde Türkiye’ye kıyasla daha avantajlı konum yakalamış bulunuyorlar.

            AB Devlet ve Hükümet Başkanları 1997 Aralık ayında toplanan Lüksembourg zirvesinde genişlemenin sınırlarını belirlediler. Aralarında Romanya ve Bulgaristan gibi her yönüyle Türkiye’den fersah fersah geride bulunan, tam üyelik için 1993’de Kopenhag kriterlerinin hiçbirine uymayan/uyamayan bir yığın ülke, bu zirvede Avrupa Birliği’ne aday ilan edildi. Bu ülkelerin bir bölümü ile tam üyelik müzakereleri 1998 Mart ayında, bir bölümü ile 2000 Şubat ayında başladı.

            Lüksembourg zirvesinden iki yıl sonra 1999 Aralık ayında yapılan Helsinki zirvesinde AB nihayet Türkiye’yi de aday ilan etti. Türkiye’nin diğer ülkelerle aynı kriterlere tabi olduğu öne sürüldü. Ancak durumun hiç de öyle olmadığı çok kısa bir süre sonra anlaşıldı. Katılım Ortaklığı Belgesinde tam üyelik müzakerelerinin başlaması için Türkiye’den düzinelerce yükümlülüğü yerine getirmesi isteniyordu.

            Özellikle Kıbrıs sorununun kısa vadeli öncelikler arasında yer alması; kimi uzmanlara göre AB niyetini açıkça ortaya koymuştu: AB, Türkiye ile masaya oturmaya değil; tam tersine kendine imtiyaz sağlayan mevcut gümrük birliği statüsünün sürmesini istiyordu. 1996’dan bugüne Türkiye AB dış ticaret hacmi yıldan yıla AB lehine açık veriyor, Türkiye’nin kaybı artıyordu. AB için avantaj sağlayan bu durumu sürdürmenin yolu hiç kuşku yok ki, Türkiye’yi süresi belirsiz adaylık statüsü içinde tutmaktan geçiyordu.

            Kimileri ise AB’nin Türkiye’ye yaklaşımın objektif olduğu görüşünde. AB, tüm önyargılarını atarak işte nihayet Türkiye’yi de aday ilan etmiştir. Bundan sonra yükümlülüklerini yerine getirme “evini düzenleme” görevi Türkiye’ye aittir. Bu mühim fırsatın kaçırılması veya değerlendirilmesi tamamen Türkiye’nin sorumluluğu altındadır.

            AB hiç kuşku yok ki, günümüzde Türk dış politikasının öncelikleri arasında ilk sıraya yükselmiştir.

            Günümüzde Türkiye, Orta Asya Cumhuriyetleri de dahil olmak üzere, bütün dış ticari ilişkilerinde Avrupa Birliği’nin kurallarına uymak zorunda.

            Ege ve Kıbrıs gibi Yunanistan ile Türkiye arasında sorunların AB ile bağlantısını 1999 Helsinki zirvesi sonuç bildirisini onaylamakla kabul etmiş olduk.

            Öte yandan AB’de oluşum aşamasında bulunan Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası çerçevesinde NATO üyeliği nedeniyle Türkiye’ye yeni yükümlülükler getirilmek istenmesi, “nimetsiz külfet” kavramını gündeme getirmektedir.(4)[4]

            Avrupa Birliği politikamız nedir? Avrupa Birliği ile nereye gidiyoruz?

            Bunu anlamak için Türkiye’de Avrupa Birliği’ne taraftar olanların ve karşıtların görüşlerini ele almak gerek. Genel bir eğilim olarak şunu söylemek mümkün: Avrupa Birliğini değerlendirenler bu oluşumun kendi iç dinamiklerinden çok Türkiye’nin iç siyasetine yansıma biçimine önem veriyorlar. Taraftarlar, Türkiye’de demokratikleşme sürecinin önündeki engel olarak gördükleri dinamiklerin AB üyeliği ile birlikte yumuşatılacağı ümidini taşırken, karşıtlar da kayıtsız şartsız millete ait olan milli egemenliğin Brüksel’e geçmesinden endişe etmektedirler. İkinci kategoride yer alanlara göre, Türkiye’nin yarının birleşik federal veya konfederal Avrupa’sı içerisinde yer alması Türk milli kimliğinin Avrupa potasında sömürge haline gelmesi ile eş anlamlıdır.

            Çok çeşitli kombinezonları ihtiva eden bu tartışmanın akşamdan sabaha durulacağını kimse söylemiyor. Hatta bir adım daha ileri giderek şunu iddia etmek mümkün: bu tartışma daha bir 10 yıl devam edecek. Çünkü; Türkiye kısa vadede Türkiye’nin Katılma Ortaklığı Belgesinde yer alanların hepsini Avrupa’nın istediği gibi yerine getirmesi mümkün değil. Kıbrıs ve Ege sorunlarını hiç beklenmedik biçimde, Yunanistan’ın tüm tezlerini kabul ederek “çözüm”e kavuştursak bile, diğer kriterler bakımından AB’nin tatmin olacağının garantisi yoktur.

            Tüm bu verilerin irdelenmesinden ortaya çıkan netice şudur: AB adaylık statüsü nedeniyle Türkiye’nin gümrük birliği ile Batıya sağlamış olduğu avantaj önümüzdeki yıllarda devam edecektir. Yani Türkiye-AB ekonomik ilişkilerinde        dış ticaret açığı AB lehine büyüyecek, “99 şartın cem-i cümlesi”ni yerine getirmediniz diye mali yardım verilmeyecek, “ nasıl olsa gümrük birliği tesis edildi, gümrüksüz mallarımız giriyor, yatırıma ne gerek var” diye AB kökenli sermaye Türkiye’ye yatırım yapmayacak, buna karşılık gümrük birliği işleyecek.(5)[5]

            İşte önümüzdeki on yılda olacaklar bunlar. Yanılmış olmayı isteriz, ama göstergeler ve AB’nin etkili yetkili kişilerinin kapalı kapılar arkasındaki konuşmaları, Türkiye’nin 2010 yılına kadar böyle bir süreci yaşayacağını gösteriyor.

            Yine de Katılım Ortaklığı Belgesi ve bununla birlikte yayınlanan İlerleme Raporu, dikkatlerin kendi üzerimizde yoğunlaşmasını sağladığı için önemli bir gelişme sayılmalıdır.

Başa Dön

 


 

                        AVRUPA BİRLİĞİ İLE 41 YILLIK YOLCULUĞUMUZ

 

1959

31 Temmuz: Menderes Hükümeti, AET’ye ortaklık için başvurdu.

1963

12 Eylül: Türkiye ile AET’yi Gümrük Birliğine götürecek ve tam üyeliği sağlayacak olan Ortaklık Antlaşması (Ankara Antlaşması) imzalandı.

12 Eylül: 1. Mali Protokol imzalandı.

1964

1 Aralık: Türkiye-AET Ankara Antlaşması yürürlüğe girdi. Birinci Ortaklık Konseyi toplantısı yapıldı.

 

 

1970

19 Kasım: Ortaklık Konseyi’nde Katma Protokol metni kabul edildi.

23 Kasım: Katma Protokol Brüksel’de imzalandı.

1971

5 Temmuz: Katma Protokol, TBMM’de 69’a karşı 149 oyla kabul edildi.

1 Eylül: Katma Protokol’ün ticari hükümleri “geçici anlaşma” ile yürürlüğe konuldu.

1973

1 Ocak: Katma Protokol yürürlüğe girdi. Birinci gümrük indirimi ve konsolide liberasyon listesi uyumu yapıldı.

30 Haziran: 1. Genişleme Anlaşması Ankara’da imzalandı.

1977

12 Mayıs: 3. Mali Protokol Brüksel’de imzalandı.

1980

30 Haziran: Ortaklık Konseyi tarım ürünlerinin tamamına yakın bir kısmında Türkiye’ye uygulanan gümrük vergilerinin 1987 yılına kadar  sıfıra indirilmesini kararlaştırdı.

1986

16 Eylül: Türkiye-AET Ortaklık Konseyi toplandı. Böylece 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren dondurulmuş bulunan Türkiye-AET ilişkilerinin canlandırılması süreci başladı.

1987

14 Nisan: Türkiye, AT’ye, Roma Antlaşması’nın 237 inci, AKÇT Antlaşmasının 98 inci ve EURATOM Antlaşmasının 205 inci maddelerine istinaden tam üye olmak üzere müracaat etti.

1989

18 Aralık: AT Komisyonu, Türkiye’nin tam üyelik başvurusu konusundaki “görüş” ünde, topluluğun, kendi iç pazarını tamamlayabilme sürecinden önce yeni bir üyeyi kabul edemeyeceği ve Türkiye’nin katılmadan önce, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesine ihtiyaç duyulduğu hususlarına yer verdi.

1990

6 Haziran: Topluluklar Komisyonu, Türkiye ile her alanda işbirliğinin başlatılması ve hızlandırılması konusundaki önlemleri içeren bir “İşbirliği Paketi”ni hazırlayarak Konsey!in oluruna sundu.

1991

30 Eylül: Ortaklık Konseyi 1986 yılından sonra ilk kez toplandı.

1995

6 Mart: Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği’nin gerçekleştirilmesi ile ilgili ve Gümrük Birliği döneminde uygulanacak usul, esas ve süreleri belirleyen 1/95 ve 2/95 sayılı kararlar Ortaklık Konseyi’nin 36 ncı dönem toplantısında kabul edildi.

13 Aralık: 1/95 Sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Kararı Avrupa Parlamentosu tarafından onaylandı.

1996

1 Ocak: Türkiye, AB ile entegrasyonunda 22 yıl süren “Geçiş Dönemi”ni 31 Aralık 1995 tarihinde tamamlayarak, 1.1.1996 tarihi itibariyle, tam üyelik sürecinde “Son Döneme”, sanayi ürünlerinde sağlanan Gümrük Birliği ile girmiştir.

1997

12-13 Aralık: Avrupa Birliği’nin Lüksemburg’ta gerçekleştirdiği devlet ve hükümet başkanları zirvesi sonucunda Çek Cumhuriyeti, Slovak Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Slovenya, Romanya, Bulgaristan, Litvanya, Letonya, Estonya ve Kıbrıs Rum Yönetimi tam üyelik için aday ülkeler olarak belirlenmiştir. Türkiye ise aday ülkeler arasında zikredilmemiş, tam üyeliğe ehil olduğu teyit edilmiştir.

1998

4 Kasım: AB Komisyonu tarafından hazırlanan ve AB’ne üyelik için belirlenmiş olan Kopenhag kriterleri ışığında kaydedilen gelişmelere ilişkin Komisyon görüşlerini içeren “İlerleme Raporu” yayımlandı.

1999

1 Ekim: AB Komisyonu tarafından hazırlanan ve AB’ne üyelik için belirlenmiş olan Kopenhag kriterleri ışığında kaydedilen gelişmelere ilişkin komisyon görüşlerini içeren ikinci “İlerleme Raporu” yayımlandı.

11-12 Aralık. Helsinki’de gerçekleştirilen Avrupa Konseyi Zirve Toplantısında Türkiye’ye adaylık statüsü tanındı.

2000

8 Kasım: AB Komisyonu Türkiye’nin yol haritası olarak Katılım Ortaklığı Belgesini yayınladı.(6)  [6]

Başa Dön

 


 

                                   AVRUPA BİRLİĞİ BANA NE SAĞLIYOR.

            Avrupa birliği, farklı insanlar için farklı şeyler ifade eder.bazı insanlar için o, geçmişte rekabetin ve kuşkunun parçalamış olduğu bir kıtada son 50 yıl içerisinde barışın korunmasına yönelik çabaların merkezinde olmuştur.diğer bazıları ise, onun siyasi söz ediyorlar. Niçin, diyorlar, bu sözde siyasi birlik, eski Yugoslavya’ya etkin biçimde müdahale edememiştir. 

            Pek çok insan için, ab esas olarak tek Pazar ve bunun işletmelere, öğrencilere, emeklilere,tatilcilere sunduğu fırsatlar ve faydalar demektir.bazı insanlar, ağaçlardan ormanın görmenin gittikçe zorlaştığını hissediyor. Bu insanlar geriye bakıyor ve soruyorlar: AB’nin mevcut sorumlulukları, onu kuranların düşlerini gerçekten hayata geçiriyor mu? Yoksa bu düşlerin kendileri, soğuk savaş sonrası Avrupa’nın belirsizlikleri içinde yok mu oldu? Bugün AB’nin varlık sebebi tam olarak nedir? Bunların yanında AB’nin pratikte nasıl faydalı olduğu konusu da daima merak konusu olagelmiştir.

Nihai olarak, AB, onu oluşturan parçaların toplamını aşan bir şeydir. Üye devletler, onu, kendi başlarına etkin bir biçimde çözemeyecekleri sorunları çözmek için kurdular. Temel nokta şudur: AB kısıtlamalar değil fırsatlar sunar. (7)[7]

 

Başa Dön

 


 

                                                  Avrupa Yurttaşlığı.

Avrupa yurttaşlığı,Avrupa Birliği Antlaşması’nın veya, yaygın olarak bilinen adıyla, Maastricht Antlaşması’nın getirdiği en önemli özelliklerden biridir. Ancak, bu durumda yurttaşlık milliyetle ilgili değildir. Topluluğun bir üyesi olarak sahip olduğunuz hakları ve imtiyazları gösterir. Böylece, AB yurttaşlığı milli yurttaşlığın yerine geçmez, onu tamamlar. Verilen yurttaşlık hakları, sadece ilave haklardır.

Avrupa yurttaşlarına tanınan hakların sayısı şimdilik küçüktür, ancak onları gelecekte arttırma potansiyeli güçlüdür. Bunlar nelerdir?

İlk olarak, AB yurttaşları, herhangi bir üye devlette serbestçe seyahat etmek, çalışmak veya yaşamak hakkına sahiptir, ancak bunun tam olarak sağlanması için gidilecek bir miktar yol daha vardır.yine, sadece işçiler, öğrenciler, emekliler ve iş arayanlar değil herkes, kendi üye devletinden başka bir üye devlette sosyal güvenliğe kolayca erişebilme olanağına henüz sahip değildir.benzer şekilde, iç sınırların gerçekten pasaportsuz geçilebilmesi için, ortak göç,vize ve iltica kontrolleri benimsenmelidir.

İkinci olarak, bir AB yurttaşı olarak, kendi ülkenizden başka bir üye ülkede oturabilir ve o ülkenin yerel/belediye ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy verebilirsiniz. Ayrıca, o ülkenin uyruklarıyla aynı şartlar altında, o ülkenin hem yerel hem de Avrupa seçimlerinde aday olabilirsiniz.

Üçüncü olarak, tüm AB yurttaşları, AB dışında bir ülkeyi ziyaret ederken konsüller ve diplomatik himayeden yararlanma hakkına sahiptir. Eğer kendi ülkeleri orada temsil edilmiyorsa, diğer üye devletlerin imkanlarını kullanabilirler.(8)[8]

 

Başa Dön

 


   Avrupa Birliği’nde Sınır Kontrolleri Ve İnsanların Serbest Dolaşımı.

1987 Tek Avrupa Senedi, insanların dolaşım serbestliğinin sağlandığı bir iç Pazar kurdu; gerçekten yürürlüğe girmesi ise, yedi yıl sonra, Ocak 1993’te oldu. O günden beri, Topluluk yurttaşları ve Avrupa Ekonomik Sahası yurttaşları, bürokratik müdahale olmaksızın, Avrupa’nın her yerinde serbestçe seyahat etmek hakkına sahip olmuşlardır. Bu alanda büyük ilerleme kaydedilmiştir. Sınır geçişlerindeki beklemeler hemen tümüyle kalkmış ve yolculuk süreleri azaltılmıştır. Karayolu ve demiryolu geçişlerinde olduğu gibi havalimanlarını bir çoğundaki prosedürlerde de durum böyledir.

 

 

Başa Dön

 

 

        Avrupa Birliği’nde Yaşamak, Çalışmak Ve Yurt Dışında Öğrenim Yapmak.

Başlangıçta, serbest dolaşım ilkesi, işçilerle sınırlıydı. Topluluğun her yerinde, istihdam, ücret ve diğer çalışma koşulları bakımından işçilere eşit muamele garanti ediliyordu. Pratikte bunun anlamı, eğitimsel ve mesleksel vasıfların uyumlaştırılması ve karşılıklı olarak tanınması üzerinde ve işçilere bir başka üye devlette oturma hakkının garanti edilmesi üzerinde pek çok çalışma yapılması olmuştur.ayrıca, iş arayanların da bunun için zamana ihtiyaçları olabileceği düşünülmüş ve sosyal güvenlik yardımları onlara da tanınmıştır.1990 yılında, üye devletler, oturma hakkını öğrencilere, emeklilere ve işsizlere de tanımayı kabul etmişlerdir.

 

Başa Dön

 

 Avrupa Birliği’nde Tatil Ve Seyahat.

Avrupa Birliği’ne üye olan ülkelerde sınır kavramı ortadan kaldırıldığı için tatil ve seyahat gibi konularda her hangi bir sınırlama söz konusu değildir. Ancak bazı sınırlamaların getirilmesi de doğal bir süreçtir. Bu günlerde sık sık söylemlerde de dile getirildiği gibi sınırları olmayan bir Avrupa düzeninde böyle kısıtlamaların getirilmesi doğru olmayacaktır. Ayrıca bir üye devlette geçerli olan sürücü ehliyetleri, en fazla üç ay süreyle başka bir devlette kullanılabilir.yine, herhangi bir üye devletin yurttaşları, tıpkı o ülkenin yurttaşları gibi, beklenmeyen hastalık veya kaza halinde acil durum tedavisi veya tıbbi bakım hizmeti talep edebilirler.

Başa Dön

 

Fırsat Eşitliği.

            Kadınlar ile erkekler arasında ücret eşitliği, AT’yi kuran antlaşmanın 119. maddesinde, en baştan beri üstün bir ilke olarak sayılmıştır. Ancak bu ilke birliğin her yerinde henüz tam anlamıyla uygulamaya konmuş değildir. Avrupa’nın fırsat eşitliği politikası, kadınlara yönelik mesleki eğitim projelerini ve aile hayatı ile çalışma hayatının daha fazla bağdaşmasını teşvik ederek kadınların iş bulma olanaklarını artırmayı amaçlamaktadır.

 

Başa Dön

 

Ticaret Ve İstihdam Alanlarında Tam Bir İşbirliği. 

            Ticaret, Avrupa ekonomisinin can damarıdır. Avrupa Komisyonu’nun tahminlerine göre AB’deki 10 ila 12 milyon kişinin istihdamı doğrudan doğruya ihracata dayanmaktadır; bu ise toplam istihdamın onda biri demektir. Dünyadaki tüm ülkelere ulaşan bu ihracat AB’nin Gayri Safi İç Hasılasının, yani servetinin, %9’unu sağlamaktadır.AB, aynı zamanda dünyanın en büyük ticaret grubudur. Dünya ticareti içindeki payı beşte birden biraz fazladır. En büyük iki rakibi olan Amerika Birleşik Devletleri ile Japonya’dan daha fazla ticaret yapmaktadır. Fakat ticaret artık otomobil, giyim ve bilgisayar gibi görünür imalatla sınırlı değildir. En hızlı büyüyen sektörler arasında banka hizmetleri, sigortacılık ve telekomünikasyon gibi hizmetler yer almaktadır. Demokrasinin güçlenmesinin ve refahın sağlanmasının en sağlam teminatı olarak görülen bu felsefeyi, AB geçmişte GATT’ın oluşturduğu geniş uluslar arası platformda sürdürmüş, şimdi de DTÖ çerçevesinde sürdürmektedir.(9)[9]

            AB’nin ticarete destek vermesinin arkasında hem üreticilerin hem de tüketicilerin bundan yarar sağlayabilecekleri inancı vardır. Gümrük tarifeleri ve diğer engeller azaltıldığında, üreticiler üretecekleri mallar için ihtiyaç duydukları ithal girdileri daha ucuza temin edebilirler; üstelik kendi ürünlerini daha geniş bir pazarda satmaları da kolaylaşır. Uluslar arası kurallar para ve zaman kaybettiren kırtasiyeciliği azaltır ve iş çevreleri ile yatırımcıların ileriye dönük planlar yapması için güven ortamının oluşumunu sağlar.

 

Başa Dön

 

  Asgari Sosyal Standartlar.

            AB, Avrupa tek pazarında kıyasıya rekabet tehlikesini ortadan kaldırmak ve böylece mevcut sosyal politika kazanımlarının aşınmasını önlemek amacıyla asgari sosyal standartlarını yönergelerle belirler. Üye devletlerin kendi  iç mevzuatlarına aktarmak zorunda oldukları bu yönergeler, tarafların tümünün taviz vermek zorunda kaldıkları uzun müzakerelerin bir sonucudur.bununla birlikte bu sosyal yasalar Avrupa’daki çalışma ve yaşama koşullarının düzeyini önemli ölçüde yükseltmiştir. İsteyen üye devletler kendi yasalarında daha yüksek düzeyde bir koruma öngörebilirler. Uzun dönemli amaç sosyal standartların bütünüyle uyumlaştırılması değildir; her üye devlet kendi sosyal sorunlarına uygun gördüğü çözümleri getirmekte özgür kalacaktır. Ancak, AB kendisini düşünce gerçekleştiren, hedef belirleyen, tartışmaları teşvik eden ve genel mutabakat bulmaya çalışan bir sosyo-politik aracı olarak görür.

 

Başa Dön

 

 Pratik Yardım.

            Avrupa ölçeğindeki sosyal politikanın en önemli aracı Avrupa Sosyal Fonu’dur (ASF). Bu fon 1995’te Üye Devletler’deki projelerin finansmanına 7,5 milyar ECU katkıda bulunmuştur. ASF’nin katkısının %80’i uzun dönemli işsizlikle ve işgücü piyasasından dışlanmayla mücadele, gençlere gerekli niteliklerin ve iş fırsatlarının sağlanması, fırsat eşitliğinin desteklenmesi ve işçilere sanayideki değişiklere uyum sağlamalarında yardımcı olunması amacıyla kullanılmıştır. ASF özellikle eğitimcilerin eğitimine, yeniden eğitime  ve ek mesleki eğitime destek verir, eğitim kurumları arasında kurulan iletişim ağlarını finanse eder ve niteliklerini geliştirmek isteyen annelere çocuk bakım masrafları için sübvansiyon sağlar.            Avrupa’nın kendi içerisinde en çok tartıştığı konulardan biri de sosyal korumanın nasıl gerçekleştirileceği arayışlarıdır. Bunlara ek olarak bölünmüş bir toplum oluşturma riskiydi.böyle bir toplumda, ikinci sınıf yurttaşların büyük bölümü dışlanır ve ihtiyaçları ölçüsünde yardım ya da dışlanmalarını karşılayan ücret almaya mahkum olurlar. Bunları bertaraf etmek için çeşitli önlemler ve kararlar alınmıştır.bunlar;

Sosyal koruma, topluluğun modernizasyonuna katkıda bulunduğu için, ilerleme, büyüme ve rekabetçiliği geliştiren unsurlardan biri olarak sürmelidir. 

            Dayanışma ve uyum, üretkenlik ve ekonominin uygun biçimde işlemesi ile çelişkili olmadığı konusunda kesin bir kanaat oluşturulmalıdır.(10)[10]

            Toplumla bütünleşmeye ve yararlananların toplumun diğer kesimlerinden soyutlanmaktan korunmasına odaklanan biçimde daha etkin bir korumaya ihtiyaç vardır.

 

Başa Dön

 

 

            Ekonomik Ve Toplumsal Bütünleşme.

            AB’nin yapısal ve bütünleşme politikaları ve iç pazarı üye ülkelerin kişi başına düşen milli gelirini artırmak için büyük oranda katkı sağlamıştır. Son on yılda, AB içinde 7 milyon yeni iş yaratılmış ve böylece istihdam düzeyi, özellikle kadınlar arasında, tüm zamanların en yüksek düzeyine çıkmış bulunuyor.Bu işlerin bir milyonu, AB’nin yoksul bölgelerinde, yani “hedef bir” alanlarında meydana getirilmiştir. Yine de işsizlik topluluk içindeki en ciddi sorun olmaya devam etmektedir ve büyüme ve istihdamın gelişimi bakımından üye devletler arasında hissedilir farklar vardır. Bu. nedenlerle geleceğin görevi, AB’nin yapısal ve bütünleşme politikalarının etkinliğini arttırmak ve Avrupa vatandaşlarının en acil ihtiyaçları üzerinde yoğunlaşmaktır.

 

Başa Dön

 

  Irkçılığa Karşı Avrupa Birliği

Toplumun bütün alanlarında görülen ve Avrupa Birliği için sürekli bir sorun teşkil eden ırksal önyargı, ayrımcılık ve ırkçı saldırıların devam etmesine karşı verilen bir yanıttır bu. Irkçılık, insan onurunun korunması ve karşılıklı saygı ve anlayışın geliştirilmesi anlamında Avrupa’nın temsil ettiği her şeye taban tabana zıttır. Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm ile mücadelede esas sorumluluk üye devletlere aittir. Fakat, Avrupa düzeyinde eylemin de faydası olduğu açıktır. Bunun için şu tedbirler alınmıştır. 

                   I.      Temel haklar için saygıya ve topluluğun ekonomik ve toplumsal kaynaşmasına karşı ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm tarafından yapılan tehdidi göz önüne sürmek;

                II.      Avrupa’da ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti- semitizm ile mücadele etmek için gereken tedbirler hakkında düşünülmesini ve tartışılmasını teşvik etmek;

             III.      Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti- semitizm ile mücadele etmek için yerel, ulusal ve Avrupai düzeyde tasarlanmış etkili stratejiler ve iyi uygulama örnekleri konusunda deneyim alışverişini geliştirmek.

             IV.      Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm ile mücadele etmek için çalışan insanlar arasında, onların bu alandaki etkinliğini artırmak için iyi uygulama örnekleri ve etkili stratejiler konusunda bilgi yaymak.

 

 

Başa Dön

 

 

GÜMRÜK BİRLİĞİ.

            İç pazarın oluşturulması doğrultusunda atılan ilk adım, AET’in kurumasından önce üye devletler yaptıkları ithalat ve ihracat üzerinden alınan tüm gümrük vergilerinin kaldırılmasıydı. Antlaşma da bu iç vergilerin 12 yıl içinde kademeli olarak kaldırılması için sabit bir takvim belirlenmiştir. Altılar bu takvime uymakta hiç zorluk çekmediler. Son gümrük engelleri öngörülen tarihten 18 ay önce, 1968’de yıkıldı. Topluluğa sonra katılanlar da üyelik öncesi gümrük vergilerinin kaldırılması için belirlenen tarihlere aynı şekilde başarıyla udular ve ortak pazarın gereklerine şaşırtıcı bir süratle uyum gösterdiler.

            AET içindeki vergilerin kaldırılmasına, topluluğun tamamının çevresine, üçüncü ülkelerden yapılan ithalatın tümü için geçerli olmak üzere, malların ekonomik bölge sınırlarının içine girdiği her yerde normalde uygulanmakta olan bir vergi ile tek bir gümrük engeli belirleyen bir Ortak Gümrük Tarifesinin 1 Temmuz 1968’de oluşturulması eşlik etti. OGT, ticari akışların yön değiştirmekten alıkonulmasında temel teşkil ediyordu, çünkü topluluk kurulduğunda üye devletlerin uyguladığı dış vergi oranları arasında büyük farklılıklar bulunuyordu. Ortak bir gümrük tarifesinin bulunmadığı durumlarda, üye ülkelerin ithalatçıları, kendi ülkelerindeki yüksek vergi oranlarından kaçmak için vergilerin düşük olduğu ülkelerdeki aracılar eliyle ithal ettikleri malları kendi ülkelerine sevk ederek haksız kazanç sağlayabilmekteydiler. 1968’den bu yana OGT oranları Bakanlar Konseyi’nin aldığı kararlar yoluyla ve AB’nin üçüncü ülkeler ya da diğer uluslar arası örgütler, özellikle de GATT’ın yerine kurulan Dünya Ticaret Örgütü arasında yapılan görüşmeler aracılığıyla sık sık ayarlamalara maruz kaldı. 1975 yılında, gümrük vergilerinden elde edilen gelirler topluluğun kendi kaynaklarının bir parçası haline getirildi; halen üye devletler topladıkları gümrük vergilerini topluluğa ödemektedirler. Daha sonra ortak bir dış tarifenin yürürlüğe sokulması, tam bir gümrük birliğinin oluşturulduğu ve ekonomik bütünleşmenin ilk aşamasının tamamlandığı sinyalini verdi.(11)[11]

 

 

 

Başa Dön

 

 

 

            Miktar Kısıtlamalarının Kaldırılması.

Tüm malların serbestçe alınıp satılabildiği bir tek pazarın yaratılması, gümrük engellerinin kaldırılmasının yanı sıra miktar kısıtlamalarının da kaldırılmasını gerektirir. Bunlar, belirli ithalatlar üzerinde geçici ya da belirsiz bir yasak uygulaması ya da bunun yerine değer ya da hacim ile ilgili sınırlamalar getirilmesi ile yurt içi pazarda yabancı rekabetin olmasını engelleyerek bir ülkenin sektörlerini korumak üzere tasarlanır. Bu türden önlemler antlaşmalar çerçevesinde yasaklanmıştır ve bu yasağa da belirlenen geçiş dönemlerinin sona ermesinden beri Üye Devletler tarafından genellikle uyulmaktadır. Böylece, Topluluk içi ticarette artık tüm kota sınırlamaları kaldırılmış durumdadır.

 

Başa Dön

 

 Vergi Engellerinin Kaldırılması.

 

            Malların serbest dolaşımını sağlamada kilit etmenlerden biri de, Üye Devletler arasındaki ticaretti etkileyen  vergi farklılıklarını azaltmaktır. Tek pazarda ticareti yapılan mallar üzerinden alınan tüketim vergilerinin doğru Üye Devlete, başka bir deyişle malların fiilen tüketildiği ülkeye gitmesi sağlanır. Ama toplulukta halen bir sınırlamanın söz  konusu olduğunu görmekteyiz bunun nedenlerine bakacak olursak; vergi sınırları vergi kaçakçılığı ile mücadelede ve ticaretin saptırılmasının önlenmesinde önemli bir rol oynar. Vergi sınırlarının olmadığı ve ortak sınır denetimlerinin olmadığı durumda, malların gerçekten ihraç edilip edilmediği konusunda hiçbir denetim yapılamaz ve bu durum dürüst olmayan aracıların malları ihracat olarak beyan ederek dolaylı verginin iadesini talep etmelerinin yolunu açar. O halde, vergi sınırları mevcut durumda esas bir gerekliliktir. Ancak bu , sınırların olmadığı bir vergi sistemimin i imkansız olduğu anlamına gelmez. Aslında, sınır denetimlerinin yerine 1 Ocak 1993 tarihinden beri, vergi denetimlerini sınırlandıran uzağa, yani firmaların kendi tesislerinin içine taşımış  olan nispeten karışık bir beyan sistemi uygulanmaktadır. Amaç, 1996’dan sonra menşe ilkesi olarak bilinen ilke üzerine kurulu farklı bir sistemi başlatmaktır.

 

Başa Dön

 

İşçilerin Serbest Dolaşımı.

            İşçilerin dolaşım özgürlüğü şimdiden önemli ölçüde gerçekleşmiştir. Antlaşmalarda üstün tutulan bu hak 1968’de tüm topluluk vatandaşlarına istihdam, ücret ve diğer çalışma koşulları bağlamında topluluk çapında eşit muameleyi temin eden birer Konsey Yönetmenliği vasıtasıyla geniş kapsamda uygulamaya geçirildi. Bireylerin coğrafi ve mesleki hareketliliği ile çalışmak için seçtikleri bir Üye Devlet’te asgari bir sosyal bütünleşme düzeyine sahip olmaları güvence altına alındı.(12)[12]

Başa Dön

 

Coğrafi Hareketlilik.

            Coğrafi hareketlilik iş aramak ya da bir işe başlamak ve devam etmek amacıyla bir kişinin bir diğer Üye Devlet’e gidebilme ve orada kalabilme hakkıdır. Topluluk hukuku kapsamında güvence altına alınmış bir yerleşme hakkından başlangıçta sadece işçiler ve iş arayanlar yaralanabiliyordu. Ancak, 1990 yılında, kendilerini geçindirecek yeterli imkanlara ve yeterli bir sağlık sigortasına sahip olmaları koşuluyla öğrencilere, emeklilere ve işsiz kişilere de bu hakkı tanıyan çeşitli yönergeler kabul edildi. Bir işte çalışacak kimselere beş yıl süreyle oturma izni verilir ve bu süre bir beş yıl daha uzatılabilir. Ulusal göçmenlik mercileri, çok ciddi durumlar dışında, bir kişiye Topluluk hukuku çerçevesinde güvence altına alınmış olan oturma hakkını vermeyi reddedemez ve oturma izninin verilmemesi durumunda bireylerin Adalet Divanı nezdinde itiraz hakları vardır.

 

Başa Dön

 

 MESLEKİ HAREKETLİLİK.

Mesleki hareketlilik, kişilerin istedikleri her meslekte ve bunlara ait istihdam türlerinde ve çalışma koşullarında çalışabilmelerini kapsar. Bu durumda da, diğer üye devletlerin yurttaşlarına ilgili ülkenin vatandaşı olan işçilere uygulanandan farkı muamele yapılamaz.örneğin, bu kişilere eşit ücret, mesleki yeniden bütünleşme, eğitim ya da yeniden eğitim merkezlerinden yararlanma ve tenkis at durumunda yeniden istihdam haklarına sahiptir.                                  

Başa Dön

 
 

    Sosyal Bütünleşme.             

Sosyal bütünleşme, bir işçinin ev sahibi ülkede mevcut sosyal hakların tümünden yararlanmasıyla ilgilidir. Başka bir deyişle, diğer Üye Devletler’den gelen işçiler, örneğin konut, sendika faaliyetleri ya da sosyal güvenlik alanlarında o ülkenin vatandaşları eşit hak ve önceliklere sahiptir. Bu işçiler ve aileleri her türlü yardım, öğrencilere sağlanan parasal destekler, doğum tazminatları ve genel toplu taşıma indirimleri ile halka sağlanan diğer kolaylıklardan yararlanma hakkına sahiptir.aile fertleri de iş bulma ve kendi işinde çalışma hakkına sahiptir ve bu kişilerin çocukları ev sahibi ülke vatandaşı çocuklar ile aynı koşullarda temel eğitim, çıraklık eğitimi ve mesleki eğitim görme hakkına sahiptir.(13)[13]

 

Başa Dön

  İş Kurma Özgürlüğü.

İş kurma özgürlüğü, genel anlamda, kişilerin serbest mesleklerde çalışmaya başlama ve bu meslekleri sürdürme hakkı ile ilgilidir.bundan dolayı bu özgürlük doktorların, avukatların, mimarların, emlakçıların, komisyoncuların, reklam şirketlerinin ve benzerlerinin yanı sıra teknik faaliyetleri ve sanat ve el sanatları ile ilgili çalışmaları da kapsar.

Firmaların, şirketler ile bunların temsilcilikleri, şubeleri ve yan kuruluşlarının kurulması ve işletilmesi de bu özgürlük kapsamındadır.(13)[14]

Bu özgürlük öte yandan kamu yetkisinin sürekli ya da münferit uygulamaları ile ilgili faaliyetleri kapsamaz. Üye devletler bu mercilere hangi görevlerin verileceğine kendi başlarına karar verme yetkisine sahiptir. Ancak, sadece resmi yetki sağlayan belirli görevler verilerek bunların serbestleşmeden kaçınmalarını engellemek için, Devletin genel çıkarlarının, özellikle de iç ve dış güvenliğinin korunmasında temel olan kamu merciinin ya da bir devlet dairesinin uygulaması dolaylı ya da dolaysız olarak içerip içermediğine karar vermek için her özel örneğin dikkatle incelenmesi gerekir.

İş kurma özgürlüğü öncelikle, başka bir üye devlette serbest meslek faaliyetlerine başlayıp sürdürmek isteyen Topluluk yurttaşlarına karşı açık ya da gizli herhangi bir ayrımcılığı önleme amacını taşır. İşçiler için dolaşım özgürlüğü durumunda da olduğu gibi, bunun temeli, Birliğin tüm vatandaşlarına eşit muamele ilkesidir.

 

 
Başa Dön

 

Hizmet Sunma  Özgürlüğü.

            Hizmet sunma özgürlüğü, iş kurma özgürlüğü ile aynı faaliyetleri kapsar; ancak, hizmetler söz  konusu olduğunda faaliyetler zamanla kısıtlıdır ve bir şekilde bir iç Topluluk sınırının geçilmesini kapsamalıdır. İş kurma hakkında olduğu gibi, kamu yetkisinin uygulanmasıyla ilgili faaliyetler bu özgürlüğün kapsamının dışında tutulur.

Sınır ötesi bir unsurun söz konusu olabileceği üç farklı durum bulunur:

              I.      Hizmet sunan kişi, kendi ülkesinin dışındaki bir üye ülkede bulunan alıcıya hizmet sağlayabilmek amacıyla kısa bir süre için başka bir ülkeye gidebilir. Hizmet sunma özgürlüğünün kapsamının amaçlandığı tipik durum budur. Başka bir Üye Devlet’te oradaki çalışma hayatı ile kalıcı olarak bütünleşmek amacıyla iş kurmak isteyenlere yardımcı olmak amacıyla ihdas edilmiş bulunan bu özgürlük, iş kurma hakkının zorunlu bir sonucudur.

           II.      Ancak bu durumun ötesinde, Adalet Divanı bu özgürlüğün aynı zamanda, alıcının hizmet temin etmek amacıyla hizmeti sağlayanın ülkesine gittiği durumu da  kapsadığını saptamıştır. Böylece Divan özellikle tedavi gören turistlerin ve diğer kişilerin, eğitim ya da ticaret amaçları  ile seyahat edenler için gibi hizmet alıcıları olarak değerlendirilmesini öngörmüştür.

         III.      Hizmet sunma özgürlüğü ile ilgili kurallar, hizmeti sunanın ve alanın kendi ülkelerinde kaldığı ve hizmeti sadece sınırı geçtiği durumlar için de geçerlidir.bunun n tipik örneği radyo ve televizyon yayıncılığıdır.

 

 

Başa Dön

 

Diplomaların Karşılıklı Tanınması.

Eşit muamele ilkesi, başka bir üye devlette kendi hesabına iş kurmak ya da bir hizmet sunmak isteyen AB vatandaşlarında,, bilgi, beceri, ya da vasıflar bakımından ev sahibi ülke vatandaşlarında aranandan daha fazla koşul aranmayacağı anlamına gelir. Tan tersine bu kişilere başka bir üye devlette, o ülkenin vatandaşlarında aranan koşulları yerine getirmeleri halinde eşit haklar verilir. Bu nedenle bu kişiler örneğin gerekli mesleki eğitimi tamamladıkları veya gerekli sınavları geçtiklerini ve ev sahibi ülkede ilgili vasıfları kazandıklarını gösterebilmeleridir. Normal olarak durum böyle olmayacağından, kişilerin kendi adlarına iş kurmasıyla ilgili koşullar aynı düzeye getirilene veya üye devletlerinin birbirlerinin derecelerini, diplomalarını ve diğer vasıflarını eşdeğer olarak kabul edinceye kadar bu özgürlükler uygulamada pek az değer taşıyacaktır.

Tek Pazar doğrultusundaki atılım sayesinde, en az üç yıllık eğitimden geçmiş olan meslek sahiplerinin yüksek öğrenim diplomalarının karşılıklı olarak kabulünü sağlayan bir sistem kabul edildi. Bu program, çerçevesinde eğitime ilişkin koşulların uyumlaştırılmasından özellikle kaçınılmıştır. Üye devletlerin tümündeki eğitim standartları yüksek olduğundan, program bunun yerine kendi ülkelerinde bir mesleğe kabul edilme hakkını kazanmış ve üniversite düzeyindeki bir eğitimi tamamlamış olan herkesin herhangi bir AB ülkesinde mesleğini icra etmek için yeterli niteliğe sahip olduklarının kabul edilmesi ilkesini temel alır. O halde, kişiler en azından Birlik içinde her yerde mesleklerini icra etme yetkisine sahiptir. Ancak yinede, ulusal sistemin özellikleri ve üniversite programları arasındaki farklar, konuya biraz dikkat gösterilmesini gerektirir.

 

Başa Dön

 

 

Sermaye Ve Ödemelerin Serbest Dolaşımı.

Sermayenin serbest dolaşımı hakkında Konsey tarafından 1960, 1962 ve 1986 yıllarında kabul edilen ilk yönergeler sadece kambiyo tehditlerinin ortadan kaldırılması amacını taşıyordu.    

Ancak, tek bir mali alan oluşturacak ilk kapsamlı planın, Topluluk içindeki sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesine yönelik bir komisyon programına dahil edilmesi 1986 yılından önce gerçekleşmedi. Burada hedef , mali piyasaları birleştirmek ve tüm mali ve parasal akışları gerçekten serbestleştirmekti. Bu uygulama sadece iki yıl sonra, 1988’de, sermayenin serbest dolaşımınım hakkında bir sözleşme niteliğindeki bir iç yönergenin kabul edilmesiyle ilk meyvesini verdi.

Sermayenin serbest dolaşımı, işletmelerin ve sıradan vatandaşların AB içindeki herhangi bir yerde banka hesabı açabilmelerine ve bir Üye Devletten diğerine sınırsız miktarda fon havale edebilmelerine olanak tanır. Bunlar aynı zamanda, Avrupa çapında ihale edilen tüm yatırım ve finansman imkanlarından da yararlanabilirler. Sermayenin serbest dolaşımı böylece daha yakın bir ekonomik ve mali bütünleşmenin zeminini hazırlamaktadır.

 

Başa Dön

 

 Ödemelerin Serbestleştirilmesi.

            Malların, kişilerin, hizmet esi. lerin ve sermayenin serbest dolaşımına, ödemeleri serbestleştirecek önlemlerin eşlik etmesi şarttır. Yurt dışında sağlanan mal hizmetlere yönelik ödemeleri engelleyen ya da diğer Üye Devletler’de çalışan AB vatandaşlarına ödeme yapılmasını zorlaştıran bütün engeller bu temel hakların kullanılmasını da imkansız hale getirmese bile zorlaştırır. Üye Devletler bu nedenle, ödemenin yapılacağı kişinin ikamet ettiği Üye Devletler’in para birimi ile yapılacak bu ödemelere izin vermeleridir.

 

Başa Dön

 

Rekabet Politikası.

            Sanayi ve tarım alanında üretilen malları kapsayan tek Pazar, yeknesak rekabet koşulları uygulanmadıkça sorunsuz bir şekilde işleyemez. Bu, ortak pazardaki herkese yönelik eşit fırsatları korumak ve rekabetin özel sektör ya da kamu sektörü ya da devlet tarafından yapılan uygulamalar yüzünden bozulmasını önlemenin tek yoludur. Topluluğunun görevlerinden biri de bu nedenle tek Pazar çerçevesindeki, antlaşmalar ile belirlenmiş kurallara dayalı serbest rekabeti koruyacak bir sistem kurmaktır. Böylece, taahhütler arasındaki antlaşmaların rekabeti sınırlaması ve piyasada baskın bir konuma sahip olan teşebbüslerin herhangi bir suiistimalde bulunmaları yasaktır.

            Avrupa Komisyonu, sadece tek pazarın ardındaki itici güç değildir; aynı zamanda da hakemdir. Topluluk rekabet politikası çerçevesinde, Avrupa pazarında oyunun adil bir şekilde oynanmasını sağlamak amacıyla nöbet bekler. Buna, karteller ve pazarda haki konuma sahip firmaların bu konumlarını kötüye kullanmaları hakkındaki genel yasak, kamu işletmeleri ile özel işletmelere eşit muamele, şirketlerin birleşmesinin denetlenmesi ile devlet yardımlarının izlenmesi de dahildir. Komisyon bu şekilde, en azından tüketicilerin çıkarı içim, tek pazarda canlı bir rekabeti desteklemeyi hedefler.(14)[15]

 

Başa Dön

 

 

                                               Ekonomik Ve Parasal Birlik.

Haziran 1998’de, Devlet ya da Hükümet Başkanları, tek pazarın tamamlanmasına yönelik programın bir parçası olarak, ekonomik ve parasal birlik doğrultusunda yenilenmiş bir giriş,im başlattılar. Talepleri üzerine,Komisyon Başkanı Delor’un başkanlığını yaptığı  yüksek düzeyli bir kurul, bu hedefe ulaşma yollarını ve imkanlarını değerlendirmek üzere toplandı. Nisan 1989’da, kurul görevini tamamladı ve ekonomik ve parasal birliği kurabilmek için uyulması gereken koşulları ayrıntılarıyla belirleyen ve bu hedefe ulaşılması için üç aşamalı bir plan öneren Delo0rs raporunu yayımladı. Bu rapor topluluk liderleri tarafından Haziran 1989’da kabul edildi ve sonraki eylemler temel alındı.

Ekonomik ve parasal birliğin temelinde, Avrupa para biriminin (ECU) para arzını idare edecek ve ulusal merkez bankaları gibi para istikrarlığından sorumlu olacak bağımsız bir Avrupa Merkez Bankası yer alacaktır. Bu banka toplulukta banknot ve madeni para çıkarma iznini verme hakkına tek başına sahip olacaktır.

Aynı zamanda, ECB, bizzat kendisinden ve üye devletlerin merkez bankalarından oluşan bir Avrupa Merkez Bankaları Sisteminin esasını belirler. SSCB’nin görevleri, topluluğun parasal politikasını tanımlamak ve uygulamaya geçirmek, Üye Devletlerin resmi döviz rezervlerini tutmak ve idare etmek ve Topluluk içindeki ödeme sistemlerinin sorunsuz bir şekilde işlemesini teşvik etmektir.

 

Başa Dön

 

Ortak Tarım Politikaları.

Ortak tarım politikasının ana hatları, AET Antlaşması yürürlüğe girdikten hemen sonra Temmuz 1958’de Stresa’da özel amaçlı olarak düzenlenen bir konferansta belirlendi. Bunlar esas olarak üç temel ilkeye dayalıdır:

 

Başa Dön

 

 Pazarın Birleştirilmesi.

AET’in oluşturulmasından önce, Üye Devletlerin hemen hepsi tarım koruma amacını taşıyan kendi Pazar düzenlemelerine sahipti. Tarımsal için ortak bir Pazar kurulmasında, bu ulusal düzenlemelerin ortak, yeknesak Pazar sistemleri ile değiştirilmesi gerekiyordu. Bu, birleştirilmiş bir Pazarı temin etmenin ve belirli bir ülke ya da bölgelerdeki çiftçilerin ve özel ürünler düzeyinde yoğunlaşanların aleyhine olacak rekabet bozukluklarını önlemenin tek yoluydu. Tarımsal ürünlerin tamamının hemen hemen %98’ini kapsayan Avrupa Pazar örgütleri aşamalı olarak kuruldu.

 

 

Başa Dön

 

 

                        Topluluk Tercihi.

Topluluk tercihi ilkesi, topluluk çiftlik ürünlerini ithalat karşısında teşvik etmeyi amaçlar ve Avrupa çiftçilerinin yaşamlarını sürdürmelerinin güvence altına alınmasında hayati bir rol oynar. Bu koruma olmasaydı, pek çok çiftçi sanayi sektöründe daha iyi ücretli ve daha iyi bir iş için çiftliklerini terk ederek çiftçiliği bırakmış olurdu.

Başa Dön

 

Mali Dayanışma.

Mali dayanışma ilkesi kapsamında, Pazar örgütlerinin zorunlu olarak icap ettirdiği masraflar tüm Üye Devletler tarafından karşılanır. Gerekli finansın sağlanması ve dağıtılması için, ilk Pazar örgütleri kurulduğunda bir Avrupa Tarımsal Kılavuz ve Garanti Fonu oluşturuldu. Fon iki kısma ayrılır: kılavuz kısmı yapısal önlemleri finansa ederken, Garanti kısmı da ortak Pazar örgütlerinin masraflarını karşılar.

 

Başa Dön

 

Ortak Pazar Örgütleri.

Piyasa örgütleri, sanayileşmiş alt ülkelerde hayati önem taşıyan bir sektör olan tarımın yaşamasında esastır. Fiyatlar herhangi bir Devlet müdahalesi olmaksızın yalnızca arz ve talep ile belirlenmek üzere açık pazara bırakılamaz, çünkü fiyatlar sadece serbest Pazar güçlerinin hareketleri ile belirlenseydi, maruz kalınan yüksek üretim maliyetini karşılamada çok kısa süre içinde  yetersiz kalırdı. Bu nedenle, dünyanın tüm sanayileşmiş ülkelerinde tarım Devlet tarafından desteklenir ve korunur. Örneğin, Pazar örgütleri ile, arz ve talep etkisini uzlaşılabilir düzeylere indirgemek amacıyla tarımsal ürünler için asgari fiyatlar belirlenir. Bu, hasat bol olduğunda fiyatın düşmesini ve hasat kötü olduğunda fiyatın artmasını önler. Artan miktarlar daha sonra, Pazar koşulları iyileştiğinde satılmak üzere Devlet tarafından satın alınır ve depolanır.

 

Başa Dön

 

Artan Miktar Sorunu.

Ortak tarım politikasının temelini oluşturan temel teoridir. Bu, az önce açıklanan amaçlara ulaşmak için tasarlanan bir bütün oluşturur. Öte yandan, teorinin uygulamaya konulması bir takım sorunları beraberinde getirdi. Bazı durumlarda, belirlenen fiyatlar, piyasa koşulları ile aynı düzeyde olmaktan uzaktı. Bu artan miktarlara yol açtı ve topluluğun ürünlei satın alma konusundaki açık uçlu taahhüdü nedeniyle, faturayı ödemek zorunda kalan topluluğun kendisi oldu. Bu da sonucunda, büyük depolama masraflarını da beraberinde getiren çok miktarda stok oluşmasına neden oldu.

Pazara yönelik bir fiyat stratejisinin uygulanması. Tarım gelirlerinde sonuç olarak meydana gelen düşüş, özel gelir desteğiyle önlenir. Bunun hala pahalı olmasına karşın, bu yaklaşma sayesinde, maliyet fazla miktarların depolanma ve elden çıkarılma maliyetinden çok daha düşük olacağı için, mevcut fonlardan daha etkili bir şekilde yararlanılabilir.                                            

                                   Başa Dön


 

Ulaşım Politikası Ve Trans-Avrupa Şebekeleri.       

            Ulaşım topluluk açısından iki yönden önem taşır. İlk olarak ulaşım, temel özgürlüklerin kullanılması için gereken yol ve topluluğun tarımsal, sınai, çevresel ve ticari politikaları ile iç içe geçmiş bir sektör olarak  tek Pazar için esastır. İkinci olarak, ulaşım modern sanayi toplumlarında büyük ekonomik önem taşıyan bir sektör haline gelmiştir. Bu sektörde, topluluk genelinde yaklaşık 7 milyon kişi çalışmaktadır ve sektör, gayri safi milli hasılanın %6,5’ini oluşturmaktadır. Bundan dolayı, ulaşım politikasının topluluk bağlamında değerlendirilesi gereken bir husus olarak en başından ele alınması mantıken gereklidir.

            Avrupa Birliği Antlaşması bu gelişmeleri destekledi ve otoyolları, demiryolları hatlarını, telefon şebekelerini, enerji hatlarını ve petrol ile gaz boru hatlarını kapsayan trans-Avrupa şebekeleri hakkındaki bir politikayı yürürlüğe sokarak bu gelişmelere hız kazandırdı. Tek pazarın avantajlarından tam olarak yararlanabilmeli için bu alanlarda sınırlar arası bağlantıların da genişletilmesi gerekir. Bu alanlarda bazı projeler yapılmaktadır ve bunları diğerleri izleyecektir. Topluluk bu alanda fizibilite çalışmaları yaparak ve kredi teminatı ile faiz yardımları sağlayarak yardımcı olabilir.

 

Başa Dön

 

 Araştırma Ve Teknoloji Politikası  

            Yaşam kalitesini iyileştirmek amacıyla Avrupa’da pek çok araştırma yapılmaktadır. Avrupa Birliği, bilgi teknolojisi, iletişim, yeni malzemeler, çevre. Biyoteknoloji, enerji ve ulaştırma gibi pek çok alanda kamu ve özel araştırmaları destekler. AB’nin bütçesi, çeşitli AB üye ülkelerindeki araştırmalar , enstitüler ya da firmalar arasındaki işbirliğini kapsayan temel araştırmalara fon sağlamaya yardım eder. AB konseyi ile Avrupa Parlamentosu, 1994-98 için komisyon tarafından hazırlanan dördüncü bir çerçeve araştırma programını kabul etti. Bu çerçeve programı, ekonomik gelişme ve istihdamı desteklemek ve Avrupa sanayisinin rekabet niteliğini güçlendirmek için, toplam, 12,3 milyar ECU ayırmaktadır.

Başa Dön


 

Sanayi Politikası

Tek Pazar, firmaların ulusal sınırların ötesinde stratejik olarak düşünüp hareket etmelerini teşvik etmede hayati bir rol oynar. Ancak tek Pazar aynı zamanda Birlik dışındaki firmalara da açık olduğundan,Avrupalı şirketlerin daha katı bir rekabete hazırlıklı olması çok önemlidir. Bu nedenle topluluğun karşı karşıya bulunduğu acil görevlerden biri de, Avrupa sanayiinin hem içerideki hem de dışarıdaki rekabet niteliğini korumak ve teşvik etmektir. Bu yüzden Avrupa Birliği Antlaşması bu temelde, sanayi politikası sorumluluğunu Topluluğa vermiştir.

Sanayi politikasının harekete geçiren en önemli unsuru, özellikle de küçük ve orta ölçekli firmalar arasında yapısal değişikliğe uyumu kolaylaştırmak ve ticari büyüme için olumlu bir çevre yaratmaktır. Bir diğer öncelikte, yeniliği, araştırmaları ve teknolojik gelişmeyi teşvik etmektir. Pratik uygulamasında politika serbest piyasa ekonomisi ilkelerini merkez alır. Bunun anlamı, örneğin yapısal uyum girişimi ve sorumluluğun ticaret ve sanayiinin kendisinde bulunmasına devam etmesidir. Topluluk özellikle gerekli alt yapıların oluşturulmasını teşvik ederek süreci desteklemek ve hızlandırmak amacıyla müdahalede bulunabilse bile, ticari kararları değiştiremez.topluluk her durumda bazı teşebbüs ya da gruplara rekabet bozukluluklarını getirebilecek olan tercihi muamelede bulunulmadığından emin olmalarıdır.   

Başa Dön

 

 

Ortak Dış Politika Ve Güvenlik Politikası.

Avrupa Birliği Antlaşması’nda Devlet ya da Hükümet Başkanları, aşağıdaki hedefleri merkez alan bir ortak dış politika ve güvenlik politikasının aşamalı olarak geliştirilmesini izleme kararı aldılar:

§         Avrupa Birliği’nin ortak değerlerinin temel çıkarlarının ve karşılıklı bağlılığın korunması;

§         Birliğin ve Üye Devletler’in güvenliğinin pekiştirilmesi;

§         Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin ilkeleri ile Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’nın 1975 Helsinki Nihai Senedi ve 1990 Paris Şartı ile belirlenen ilke ve amaçları uyarınca dünya barışının korunması ve uluslar arası güvenliğin güçlendirilmesi.

§         Uluslar arası işbirliğinin teşvik edilmesi;

§         Demokrasi ve hukukun üstünlüğünün geliştirilmesi ve pekiştirilmesi ile insan hak ve temel özgürlüklerine saygı gösterilmesinin sağlanması.

AB henüz eksik bir Devlet sayılabilecek bir yönetim biçimi olmadığından, bu hedefler ancak aşamalı olarak gerçekleştirilebilir. Özellikle dış politika ve güvenlik politikası, Üye Devletler’in egemenliklerini koruma konusunda ısrarlı oldukları geleneksel bir alandır. Bu alandaki ortak çıkarlar da zorluklarla yüklüdür,çünkü Fransa ve İngiltere nükleer silahlara sahip olan tek AB ülkeleridir. Bir diğer sorun da, üye devletlerinin tamamının NATO savunma ittifaklarına dahil olmamasıdır.

            AGİK süreci; Avrupa’da silahsızlanma ve silah kontrolü; nükleer silahların artırılmaması; güvenliğin ekonomik boyutları, her şeyin ötesinde silah teknolojisinin üçüncü ülkelere aktarılmasının kontrolü ve silah ihracatının kontrolü.

 

Başa Dön

 

Adalet Ve İçişlerinde İşbirliği. 

            Göç ve savunma, uyuşturucu trafiği ve uluslar arası suçun diğer boyutları ile ilgili sorunlar Avrupa vatandaşlarını giderek daha fazla kaygılandıran hususlardır. Bu kaygılara cevap vermek için, Avrupa Birliği Antlaşması, adalet ve içişlerinde kapsamlı bir işbirliğini ve bunun bir Topluluk politikası oluşturacak şekilde kapsamının aşamalı olarak genişletilmesini öngörür. Burada, dış politika ve güvenlik politikasında da olduğu gibi, tüm kararlar, Topluluk karar verme prosedürlerinin kullanımını devre dışı bırakarak hükümetler arası işbirliği vasıtasıyla alınır.

            İçişlerinde işbirliğinin vurguladığı esas nokta, göç ve sığınma konularında üye olmayan ülkelere yönelik politikadır. Vize politikası halihazırda, tek pazardan kaynaklanan özel yükümlülükler sayesinde Topluluğun sorumluluğu altına girmektedir. Sığınma konusunda ortak bir politika üzerindeki hazırlık çalışmaları 1993 yılının başlarından beri yürütülmektedir. Ve Birlik dışı ülke vatandaşlarının göçü hakkındaki bir uyumlaştırılmış politika planlanmaktadır. Buna, Birlik dışı ülke vatandaşlarının Üye Devletler’e girebilmesi, bu Devletler’de dolaşabilme ve kalabilmesi hakkındaki koşullar ile ailelerin bir araya getirilmesi ve bir işte çalışabilmeye yönelik kuralların belirlenmesi dahil olacaktır. Bunun kapsamında aynı zamanda, yasadışı göç, yasadışı ikamet ve yasadışı işçilere karşı mücadele de yer alacaktır. Bu alanlarda, Schengen ve Dublin Antlaşmaları halihazırda  bir ilk kapsamlı yaklaşımı teşvik etmektedir. Ancak ne yazık ki bunlar Üye Devletler’in tamamını henüz kapsamamaktadır.

            Adalet alanındaki işbirliği temel olarak, uyuşturucu trafiği ile mücadele edilmesi, büyük çaplı uluslar arası sahtekarlıkların ortaya çıkarılması, uluslar arası suçun diğer türlerinin takip edilmesi ve sivil anlaşmazlıklar ve gümrüklere tecavüzler ile ilgili konularla ilgilenilmesi konularında koordine edilmiş önlemleri kapsamaktadır.

Uyuşturucu trafiği ve uluslar arası suç ile mücadelede ilk umut verici adım, kara para aklanmadı ile mücadele konusundaki bir direktifin yürürlüğe girmesi ile gerçekleşmiştir. Buna ek olarak, ulusal suç araştırmalarına ve araştırmaların koordine edilmesinde güvenlik makamlarına yardımcı olmak üzere bir Avrupa polis merkezinin (Europol) kurulması planlanmaktadır. Europol, bilgi veritabanları oluşturacak ve araştırma yaklaşımlarının merkezi değerlendirmesini yürütecektir. Europol aynı zamanda Avrupa çapında suç önleme stratejileri ve eğitim, araştırma ve adli kararlar konularında programlar hazırlanmasında yardımcı olacaktır.

 

Başa Dön

 

 

                                    Sağlık.

            Topluluk yurttaşlarının sağlığı konusunda daha şimdiden bir çok şey yapmaktadır. “Kansere karşı Avrupa” programı çerçevesinde, araştırmacılar arası işbirliği ve bilgilendirme kampanyaları ve koruyucu önlemler yoluyla kansere bağlı ölümlerin sayısını %15 azaltmayı hedeflemektedir.

            Avrupa Birliği Antlaşması, Topluluğa Üye Devletler arasında işbirliğini destekleme görevi vermiştir. Ağırlık, AIDS ve uyuşturucu bağımlılığı konularında yoğunlaşan hastalık önleyici çalışmalara verilmektedir. Sağlık bilgisi ve eğitimi ile birlikte hastalıkların nedenleri ve bulaşma yolları öncelikli konular arasındadır.

 

Başa Dön

 

 

 

                                               Tüketicinin Korunması.  

            Tek Pazar bir yandan iş dünyası için sınırsız fırsatlar sunarken öte yandan tüketicinin korunması ihtiyacını artırmaktadır.

            Tek pazarda ulusal sınırlar ortadan kalktıkça, örneğin, Fransa ve Almanya’daki tüketiciler kendi ülkelerindeki sigorta şirketiyle imzaladıkları sözleşmelerdeki sağlanan korumaya İngiliz ya da Belçika sigorta şirketleriyle imzalayacak oldukları sözleşmelerde de sahip olmayı beklerler.

            Topluluk, tüketicinin korunması konusundaki özel girişimleri içeren genel rekabet politikası aracılığıyla bu alanla uzun süredir ilgilenmektedir.

 

 

Başa Dön

 

 

                                               Ortak Ticaret Politikası.

            Dünyaya karşı, bir başka deyişle, üye olmayan ülkelere karşı ortak bir tavrın benimsenmesi bütünleşmiş bir iç Pazar oluşturmanın öteki yüzüdür. Dolayısıyla, dış ticaret tabiatıyla ortak politikalarının yürütüleceği bir alandır. Bu politikanın kesin biçimlendirilişindeki sorumluluk topluluğa aittir. Topluluğun bu konudaki başlıca görevleri arasında Ortak Gümrük Tarifelerinin belirlenmesi ve koşullara göre uyarlanması, ekonomik anlaşmaların yapılması, ihracat politikasının yönlendirilmesi ve gereğinde(örneğin, damping ve sübvansiyonlar gibi haksız rekabet uygulamalarına karşı) ticari koruma önlemlerinin kararlaştırılması yer alır. Topluluk, GATT’ın yerine geçen Dünya Ticaret Örgütü ve UNCTAD (Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı) çatısı altında yürütülen dünya ticaretinin geliştirilmesi görüşmelerinde etkin bir rol oynamaktadır.

            Ticaret, Avrupa’nın tarihinde her zaman önemli bir rol oynamıştır ve bugün de uluslar arası ticaret Avrupa’nın zenginliğinin kaynaklarında biridir. Üye ülkeler arasındaki ticaret hesaba katılmasa bile Avrupa Birliği dünyanın en büyük ticaret blokudur. Büyümenin motoru olan ticaret imalat sanayiinde, bankacılıkta, araştırma sektöründe, sigortacılıkta ve birçok başka sektörde istihdam yaratır. Tek pazarın kurulması iç ticaret önündeki pek çok engeli ortadan kaldırılmıştır. AB, GATT ve onun yerini alan Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde yapılan görüşmelerde öncü bir rol oynamıştır.(15)[16]

 

 

Başa Dön

 

 

                                               Kalkınma Yardımı.

            Topluluk açısından gelişmekte olan ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi sadece hammaddelerini temin edeceği kaynakları sağlamaya ya da kendi mallarının pazarına genişletmeye yönelik bir ekonomik ihtiyaç sorunu değildir; aynı zamanda dünyanın daha az gelişmiş ve en yoksul ülkeleriyle dayanışmasının da bir göstergesidir.

            Avrupa Birliği Antlaşması, Topluluğa kalkınma işbirliği konusunda özel sorumluluk yüklenmektedir. Bu politikanın, en yoksul ülkelerin kalkınmalarını desteklemek ve onları dünya ekonomisiyle bütünleştirmek ve yoksullukla mücadele olan temel amaçları değişmemiştir.

 

Başa Dön

 

   Lomé Sözleşmeleri.

            Bu ilginin en belirgin ifadesi, Topluluk ile birçok Afrika, Karayip ve Pasifik ülkesi arasındaki işbirliğinin temelini oluşturan  1975, 1979, 1984, ve  1989 tarihli Lomé Sözleşmeleridir. 1975’ten beri bu ülkelerin sayısı, o zamandan beri bağımsızlıklarını kazanan denizaşırı topraklarda Topluluk’la süren ekonomik bağların bir ortaklık çerçevesinde yaşatılması ve geliştirilmesi ihtiyacını yansıtır biçimde   46’dan 69’a yükselmiştir.

            Lomé Sözleşmesine göre AKP ülkelerinin ihracatı, sadece bazı tarım ürünlerinde uygulanan özel düzenlemeler dışında, Topluluk pazarlarına gümrüksüz ve miktar kısıtlamalarına tabi olmadan girebilmektedir. Hizmet sunumu için girişim ve serbesti hakları konusunda ayrımcılık yasaklanmıştır.

            Bu sistemde, düşen dünya fiyatları ya da başka bir etmen nedeniyle üretim kapasitesinin düşmesi durumunda AKP ülkeleri geri ödeme koşuluna bağlı olarak yardım talep edebilirler. Topluluk, aynı zamanda, teşvikler, özel krediler, risk sermayesi ve özellikle tarım, altyapı, enerji, sanayi ve balıkçılık alanındaki kalkınma projeleri için düşük faizli krediler de vermektedir.

Başa Dön

 

 Gıda Yardımı.  

Topluluk gıda programı çerçevesinde her yıl 500 milyon ECU düzeyinde yardım sağlamaktadır. Özellikle gıda/beslenme stratejileri ve “iş için gıda” düzenlemeleri kapsamında bu kalkınma yardımlarının önemi gittikçe artmaktadır.

Başa Dön

 

BÜLENT AKARCALI (İstanbul Milletvekili)

 

AB üyelik sürecinde bugün gelinen nokta Türkiye açısından tarihi bir sürecin son noktasıdır. Batı Türkler için sürekli erişilmesi gereken bir hedef olmuştur.

Ortak Pazar ve AB Türkiye’ye nasıl davranmıştır? Birincisi 1963’te imzaladığı anlaşmanın yükümlülüklerini yerine getirmekten caymıştır. Bunu başında mali protokol gelmektedir. Türkiye, 1980’den beri AB’den ciddi hiçbir mali yardım almamıştır. Oysa ki Türkiye’yi Gümrük Birliği’ne hazırlamak için AB’nin Türkiye’ye, aday her ülkeye yapıldığı gibi, milyarlarca dolarlık yardım yapması öngörülmüştü.

Gümrük Birliği anlaşması 1995’te yürürlüğe girdikten sonra Ortaklık Konseyi’nde öngörülen ve AB’nin kabul ettiği uluslar arası anlaşma niteliğindeki Ortaklık Konseyi kararına göre de, Gümrük Birliği sonrasında Türkiye’ye ciddi miktarda mali yardımda bulunulması gerekiyordu. Bu da yapılmadı. Ayrıca Türk-AB ilişkilerini sağlam temellere oturtmak için kurumsal işbirliği denilen çok geniş bir işbirliği mekanizmasının başlaması gerekiyordu. Bu mekanizmalar da başlatılmadı.

Bunlar böyle devam ederken hatasını da kısmen gören AB, 1999 sonunda Helsinki zirvesinde Türkiye’yi aday olarak kabul ettiğini açıkladı ve kriterlerinin yerine getirilmesiyle  birlikte de Türkiye için tam üyelik yolunun açılacağını belirtti. Tabii, buna Kıbrıs ve Yunanistan’la ilgili olarak zorlayıcı bazı hususları da eklemeyi ihmal etmedi.

Biz hakikaten taviz verdik mi? Yunanlılara ve /veya Rumlara avantaj sağladık mı?

Önce Kıbrıs’ı ele alalım. Belge Kıbrıs Cumhuriyetinden söz etmiyor, Kıbrıs Hükümeti de demiyor. Meseleyi Kıbrıs olarak tanımlıyor. Her kelimenin önem taşıdığı bir metinde bu tanımın Güney Kıbrıs’ı öne çıkarmadığını kabul etmek gerekir.

Belgede, Kıbrıs gelişmeleri başarıya ulaşmadığı taktirde Güney Kıbrıs’ın tam üye olacağına dair en ufak bir emare yoktur. Tam tersine 2004 yılına kadar anlaşma sağlamazsa Avrupa Birliği tüm unsurlarıyla meseleyi değerlendireceğini ifade etmektedir. Önce anlaşmaya varamama nedenleri, arkasında Londra-Zürich anlaşmaları ve bu anlaşmalara garantör olan bir devletin rızası olmadan Kıbrıs’ın uluslar arası bir kuruluşa üye olmayacağıdır. 2004 yılı, Güney Kıbrıs Rum yönetimiyle görüşmeler sonuçlandığı taktirde Güney Kıbrıs’ın, tüm Kıbrıs adına tam üye kabul edileceği bir yıl değildir. Kıbrıs’ta çözüm olmadan Kıbrıs’ın tam üyelik müzakereleri bitmeyecektir.

Türkiye hiçbir destek alamadığı gibi Avrupa’yla, Batıyla olan ilişkisinden dolayı ciddi kayıplara da uğradı. Mesela Körfez Savaşı ve sonrasının Türkiye’ye ekonomik kaybı 30 milyar doları aşmıştır. Türkiye bu savaştan dolayı ciddi bir tazminat sağlayamadı. Oysa savaşa muhatap olmayan Mısır’ın 6-7 milyar dolarlık borcu bir kalemde çizildi. Yine bir takım Avrupa ülkesinin vermiş olduğu destek sayesinde ayakta duran PKK terörünün de Türkiye’ye maliyeti çok yüksek oldu. Sadece parasal açıdan terörün Türkiye’ye getirdiği zarar 100 milyar dolarla ölçülecek miktardadır.

Kopenhag kriterlerine uyum ne bölücülere, ne kökten dincilere, ne de başka fanatiklere imkan sağlayacaktır. Tam mücadele etmede yanında ve arkasında AB’nin tüm desteğini bulacaktır. AB demokrattır, insan haklarına saygılıdır, ama AB kökten dincinin, faşistin, terörüstün yanında değildir. Kaldı ki tam üye Türkiye AB içinde hem kendini iyice anlatabilecek hem de tüm karar mekanizmalarını ağırlıklı olarak etkileyecektir. 700 üyeli AB Parlamentosu’nda 62 Türk milletvekili en dinamik grubu oluşturacaktır. AB üyeliği ile Türkiye yüzlerce yıllık hedefini gerçekleştirecektir.(17)[17]

 

 

Başa Dön

 

PROF. DR. EROL MANİSALI (İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi).

Avrupa Birliği bugüne kadar Türkiye’den alabileceğinin azamisini almıştır. Neyle almıştır? 1995 yılında gümrük birliği belgesiyle. Bu belge Türkiye’yi tek yanlı olarak bağlamıştır. Bundan ötesi Avrupa Birliği bakımından rasyonel değildir.

Avrupa Birliği Türkiye’den alacaklarının hepsini gümrük birliği ile aldı. Bunun daha ötesi yok. Meseleyi daha iyi anlamak için Brüksel açısından bakmak gerekir. Türkiye tam üye olunca ne yapacak? AB kazanacak mı, kaybedecek mi? Meseleye bu açıdan bakınca neden almayacaklarını anlarsınız. Her şeyden önce işgücü dolaşımın serbest olacak. Benim genç nüfuz oranım olağanüstü oranda yüksek. Bunlara serbest dolaşım verip de Türkiye’den 10 milyon insan AB içine giderse, AB biter.

İkinci olarak, Türkiye tam üye olduğu zaman, AB’deki sisteme göre, Türkiye’ye yılda 10 milyon dolar hibe vermeleri gerekir. Bana kredi olarak 300-500 milyon doları vermekte zorlanan, bunun için çekince koyan AB, 10 milyar dolar hibe verir mi? Vermez. Hem rasyonel düşünelim. Siz bunu Almanya’da Fransa’da hangi vergi ödeyicisine nasıl izah edebilirsiniz? İzah edemezsiniz.

Üçüncü olarak, Türkiye tam üye olursa, Avrupa’nın geleceğinde yeri ne olacak? Avrupa Birliği, Avrupa Federal Devletleri gibi bir yapılanma içerisinde nüfusa göre temsil ilkesi vardır. Yani nüfusunuza göre Avrupa Parlamentosunda ve diğer kurumlarda ağırlığınız oluyor. Ekonomik yönetim kurumlarında nüfusunuza göre müdürlükleri kontrol ediyorsunuz.

Hatırlayalım 6 Mart 1995’te gümrük birliği belgesi imzalanırken Başbakan ve Dışişleri Bakanı şunu söylüyordu. Avrupa Birliğinden sermaye gelecek, mali yardımlar Türkiye’ye akacak, ihracatımız patlayacak. Sermaye gelmedi, hatta sermaye girişi azaldı. Neden azaldı; çünkü gümrükleri sıfırladığınız zaman, giriş serbest olduğu zaman adam gelip burada fabrika kurmaz. Mallarını yükler gemiye ve tıra gönderir. Yabancı sermaye gümrük duvarlarını aşamadığı zaman girer. Gümrükler açık ise fabrika kurmasına gerek yoktur. Ucuz emeğin bulunduğu yerlerde ürettiği malları senin pazarına getirir.

Para yardımları akacak dendi bu da olmadı. Almamız gereken 600 milyon doları alamadık. Nerede kaldı öteki yardımlar. Yunanistan vetosunu kaldırmadı. Toplam 3.2 milyarlık alacağımız vardı. Bu gelmedi.

İhracatımız patlayacak dendi, ama bu da olmadı. Aksine düşme eğilimine girdi. Bizden alacakları malları artık Doğu Avrupa’dan almaya başladı.  

Söylenenlerin hiçbirisi olmadı, ne ihracatımız arttı, ne yabancı sermaye yatırımları geldi, ne mali yardımlar geldi. Bunları hiçbirisi olmadı. Tersine bir gelişme var. Yabancı sermaye girişi azaldı. İhracat artmadı, buna rağmen ithalat arttı. AB ile ticaretimizde 10 milyar dolar açık vermeye başladık. Andow Mango bana dedi ki; “ hocam bugün AB Türkiye’den çok memnun. Yunanistan’a yılda dört buçuk milyar hibe veriyorlar. Buna karşılık Türkiye’den on milyar dolar kazanıyor. Bir bakıma Yunanistan’a yapılan yardımı Türkiye finanse ediyor.” Adamın söylediği bu ve gerçekten de durum bu şekilde.(18)[18]

Başa Dön

 

PROF. DR. TOKTAMIŞ ATEŞ( İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi)

            Yirmi küsur yıldır bu olayı yakından takip etmeye çalışıyorum. Bu süre içinde AB’nin etkili ve sorumlu hiçbir görevlisinin Türkiye’ye yeşil ışık yaktığını duymadım. Sadece bizim siyasetçilerimiz konuşuyor; “ Girdik, gireceğiz” gibi birtakım kandırmacalarla zaman geçiriyorlar.

            Türkiye, coğrafi konumu bakımından Avrupa açısından vazgeçilmez bir ülkedir. Ben Avrupa’nın Türkiye ile diyalogu koparmak istediğini sanmıyorum. Olayı bu çerçeve içerisinde değerlendirdiğiniz vakit şunu görüyorsunuz: AB’nin yetkilileri ve sorumluları, Türkiye ile hep belli bir mesafeyi koruyarak, belli bir yakınlığı da koruyarak hareket etmişlerdir. Kendileri asçısından doğal olanı da budur. Fakat Türkiye özellikle Gümrük Birliği’ne giriş aşamasında görüldüğü gibi birtakım hayalleri öne çıkarmaktadır ki, bu gerçekçi değildir ve uzun vadede aleyhimize netice vermektedir. AB’nin şu anda Türkiye’den umudu ticari ve ekonomik ilişkileri geliştirmek, fakat Türkiye’nin üyeliğini belirsiz bir tarihe ertelemektir.

            Avrupa’nın bize karşı sürdüğü birtakım şartlar da yerinde değil. Kopenhag kriterlerine şimdi Bulgaristan uyuyor da Türkiye mi uymuyor? Bu yöndeki açıklamaların hiçbir manası yok. Ben Avrupa’nın Türkiye’yi almak istemediğini düşünüyorum.

            Öte yandan Türkiye’nin iki kutuplu sistemin yıkıldığı mevcut dünya koşullarında  Avrupa Birliğini tek hedef olarak görmesi de yanlıştır. Biz zaten Avrupa’yız. Türkiye, Avrupa’nın dışında olup da Avrupa’yı tercih eden bir ülke değil ki. Kıta olarak da, uygarlık olarak da Avrupa’nın parçasıyız. Ama ben Avrupa derken bunu  AB’den ayırıyorum. AB, Avrupa’da yaşanan bir üst kimliktir. Supranasyonal bir oluşumdur. Biz, AB’ye katılsak da dışarıda kalsak da zaten Avrupalıyız. Avrupalı olmak bizim açımızdan bir tercih değil; fiili durum bu şekilde.

            Dış politikada hiçbir zaman tek ata oynanmaz. Yani biz aynı zamanda Orta Asya’ya oynamak zorundayız, Orta Doğu’ya oynamak zorundayız; İslam dünyasına oynamak zorundayız ve Amerika’ya oynamak zorundayız. Belki yakın gelecekte Uzak Doğuya oynamak gereği de ortaya çıkabilir. Dış politikada tek partner doğru değildir. Fakat bizim şöyle bir özelliğimiz var.bir tercih yaptığımız zaman bütün benliğimizle ona angaje oluyoruz.

            Avrupa ile pekala AB dışında kalarak da ilişkilerimizi sürdürebiliriz. Bugün Almanya’da AB içinde 2,5 milyon Türk var.

            Bunların on binlercesi işveren olmuş. Almanya’daki Türklerin Alman bankalarında on milyarlarca mark hesabı var yani istese de Avrupa Türkiye’den vazgeçemez. Türkiye ile Batının ilişkileri geri dönülmez biçimde bozulursa, ortada ne İsrail kalır, ne petrol kalır, ne Suudi Arabistan kalır. Yani İslam Dünyası içerisinde Türkiye’nin stratejik konumunun Batı’da arkında. O bakımdan Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya AB de itina göstermektedir.

            Türkiye- AB ilişkilerinde bundan sonra ne olacak? Bize diyecekler ki; “ siz pek çok alanda kırık not aldınız. Bak idamı bile kaldıramadınız, Kürtçe yayın ve eğitim hakkını tanımadınız. Bunları yapın gelin, sonra müzakere masasına oturalım diyecekler. Ben Türkiye’nin tam üye olarak alınacağını sanmıyorum. Türkiye’nin önceliği AB değil, kendi dinamikleri ile çoğulcu dış politika izlemek olmalıdır.(19)[19]

 

Başa Dön

 

PROF. DR. FARUK SÖNMEZOĞLU(İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi)

 

            Türkiye yıllar önce uluslar arası alandaki ilişki yoğunluğu konusunda Batı dünyası yönündeki tercihini yapmıştır. Dolayısıyla AB’ye tam üyelik başvurusu aslında yeni bir olay değil, çok önce başlayan bir sürecin doğal sonucudur. Bu çerçevede Türkiye, Avrupa Birliği’nin koyduğu standartlara (Yunanistan ile ilişkili olanların bir şart olarak algılanması hariç) bu ülkelerin uygulamalarını temel alarak adapte olmak durumundadır. Fakat buna rağmen dışta bırakıldığında da, bu ülkeler grubu ile ilişkilerini, Gümrük Birliği’ndeki durumu başta olmak üzere gözden geçirmelidir. Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı olduğu gibi AB’nin de Türkiye’ye ihtiyacı vardır. AB’nin dışında olmak, demokratik, çoğulcu, hoşgörüye ve insan haklarına dayalı bir toplum olma hedefini değiştirmez. Türkiye’nin bu konuda birçok eksiklikleri bulunsa da, cumhuriyet döneminde aldığı mesafe sadece AB’ye üye olma çabası ile açıklanabilecek sığlıkta değildir.

            AB, bütün Kıbrıs’ın temsilcisi olarak Kıbrıs Rum Yönetimi ile üyelik görüşmelerine başlamıştır. Kanımca, Kıbrıs sorunu çözülmeden bu görüşmelerin sonuçlanarak Güney Kıbrıs’ın “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı ile Birliğe alınması pek muhtemel gözükmese de, bu süreç devam ettikçe Doğu Akdeniz’de sular durulmayacaktır. Hele AB, sorun çözülmeden Kıbrıs Rum Yönetimi’ni örgüt üyeliğine kabul ederse, bu durum bir sıcak çatışma ihtimalini arttıracaktır. Çünkü bu yeni durumda Kıbrıs Rum Kesimi’nin elinde bulunan topraklar AB toprakları olacaktır. Böyle bir durumda AB’yi arkasında hisseden Rum tarafı Türkiye’yi tahrik eden eylemlerini artıracak, Ankara’yı Brüksel ile karşı karşıya getirmeye çalışacaktır.(20)[20]

 

Başa Dön

 

DOÇ.DR. NAİL ALKAN (Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü)

 

            Türkiye’nin adaylık statüsü Avrupa insanındaki Türkiye imajını değiştirmeye yetmemiştir. Avrupa’da Helsinki sonrası Türkiye- AB ilişkileri hakkında ne kadar olumlu ifadeler kullanılmış olsa da aynı şekilde olumsuz ifadeleri de halen devam etmektedir. İki örnek: Avrupa Komisyonunda Türkiye’nin üyeliği konusuyla ilgili çalışma grubunda yer alan, Brüksel’de bir diplomat olan Van der Neer, Helsinki sonrası Türkiye AB ilişkileri tam anlamıyla olumlu değiştiğini ifade edip, Helsinki kararını bir mutlu gün olarak ifade etmektedir.

            Fakat bahsettiğimiz gibi olumlu örneğin yanında bir de olumsuz örnek var. Federal Almanya’nın eski Sovyet Demokrat Başkanı Helmut Schmidt yazdığı son kitabında Avrupa Birliği’nin entegrasyonuna yer verirken özellikle Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olmadığını, özellikle kültürel ve sosyal yönünde Türkiye ve Avrupa arasında çok farklar olduğunu vurguluyor. Yine Schmidt’e göre Avrupa Birliği Türkiye’yi aday ilan etmekle çok büyük bir hata yapmıştır. Fakat bu adaylıkta Schmidt’e göre çok şey ifade etmiyor. Çünkü nasıl olsa Türkiye gerekli olan Kopenhag Kriterlerini hiçbir zaman yerine getiremeyecek. (21)[21]

              

Başa Dön

 


MERAL GEZGİN ERİL ( İKV Yönetim Kurulu Başkanı)

 

1999 yılı dış ticaret rakamlarına bakıldığında, ihracatımızın 26,6 milyar dolar, ithalatımızın ise 40,7 milyar dolar olarak gerçekleştiğini görüyoruz. Aynı yıl, AB’nin toplam ihracatımızdaki payı % 53.9, ithalatımızdaki payı ise % 52.6 olmuştur. 1998 yılı ile karşılaştırıldığında, AB’den yaptığımız ithalatta % 10.8 oranında bir azalma, ihracatımızda ise % 6.3 oranında bir artış meydana geldiği görülmektedir.

Bununla birlikte Gümrük Birliği’ne geçişten ümit ettiğimiz yabancı sermaye yatırımlarında beklenen artış gerçekleşmemiştir. Bunun nedeninin geçmiş dönemlerde yaşadığımız iç ve dış siyasi ve ekonomik sorunlarla terör olduğu açıktır.

Ülkemiz açısından en önemli gelişme, Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylık statüsünün teyidi olmuştur. AB ülkelerinin oy birliği ile aldığı bu kararla, Avrupa’da çeşitli çevrelerde bugüne kadar sık sık gündeme gelen Türkiye’nin Avrupalılık kimliği tartışması da son bulmuştur. Bundan böyle artık hiç kimse ne Türkiye’nin batı değerlerine aidiyetini ne de Avrupalı kimliğini tartışma konusu yapabilir. (22)[22]

 

Başa Dön

 


PROF.DR. TANSU ÇİLLER (Doğru Yol Partisi Genel Başkanı)

 

            Türkiyesiz Avrupa Birliği olamayacağına yürekten inanıyorduk. Ama samimiyetsizlikten dolayı Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde belirli dönemlerde dramatik gerilemeler yaşanmıştır. Avrupa Birliği ile bütünleşmenin toplumsal uzlaşmaya dayalı bir medeniyet projesi olarak kavranamaması ise, Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkilerinin, çok uzun yıllar boyunca, başta bu işe gönül vermiş özel sektör temsilcilerinin ve diplomatıyla iktisatçısıyla bu konuya eğilmiş bulunan bir grup bürokratın ilgi alanı olmaktan öteye gidememesi sonucunu doğurmuştur.

            Birileri ülkenin kurtuluşunun içe kapanmaktan geçtiğine hükmediyorlar. Bu neye yarıyor derseniz, dünya dönerken Türkiye’nin yerinde saymasına, hatta geriye gitmesine yarıyor.

            Dünya’da bölgesel bütünleşmeler hız kazanmıştır. Ulusal çıkarların güçlendirilmesinin, uluslar arası birlikteliklerin güçlendirilmesinden geçtiği anlayışı genel kabul görmektedir. Bu durumda Türkiye’nin adımlarını ya sıklaştırması ya da büyütmesi gerekmektedir.

            Türkiye kazanacaktır, Avrupa kazanacaktır. Avrupa Türkiye için önemlidir. Ama Türkiye Avrupa için daha da önemlidir, feda edilemez. Biz oraya bir kültür zenginliğini götürmek için gidiyoruz. Bayrağımızla, camimizle Avrupa’daki yerimizi alacağız.

            Avrupa Birliği’ne tam üyeliğimizi bir Millet Projesi olarak kabul ederek, tüm Türkiye’ye açmalarını, bir toplumsal mutabakatı gerçekleştirmelerini bekliyorum. Bunun biran önce yapılmasını son derece hayati olarak görüyorum.(23)[23]

 

Başa Dön

 


DR. AZMİ ATEŞ(TBMM Dışişleri Komisyonu Üyesi)

 

Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesi halinde; başta insanımız olmak üzere, Türkiye bütün kurum ve müesseseleri ile dünyaya açılma imkanına kavuşacaktır. Köydeki, kentteki insan, üniversitelerdeki bilim adamı, düşünce adamı, işadamı, herkes istediği gibi Avrupa’ya gidebilecek, oradaki hayat şartlarını, özgürlükleri, insan haklarının durumunu bizzat gözleriyle görecek, yaşayacak ve dünyaya açılma ufku ve umudu artacaktır. Bunların hepsinden önemlisi, oradaki yönetim anlayışı ile ülkemizdekini mukayese etme imkanını bulacaktır. Vatandaşlık bilinci gelişecek, seçtiklerini denetleme, demokratik yollardan hesap sorma şuuruna daha da kavuşmuş olacaktır. Yaşadıklarını bugünkü bilgi edinme ve ulaşım imkanlarını kullanarak, ülkemizdeki ailesi ve akrabalarıyla paylaşacaktır.

İnanıyorum ki, genel olarak insanımız başta eğitim olmak üzere her türlü eksikliğine rağmen, gittiği her ortama hoşgörüyü, yardımlaşmayı götürecek, oradan da vatandaşlık bilinci artmış olarak dönecektir. Bu durum ülkemizdeki demokratikleşmenin önündeki tabuların yıkılmasına çok büyük katkı sağlayacaktır. Başta, dünyanın gidişi olmak üzere harici şartlar, yöneticilerimizi buna mecbur edecektir. Bu durum ülkemizin evrensel değerlere dayalı demokrasiye kavuşmasını hızlandıracaktır.

 

Başa Dön

 


GAZİ ERÇEL ( Merkez Bankası Eski Başkanı)

 

Türkiye, bir piyasa ekonomisinin özelliklerinin pek çoğuna sahiptir. Sürdürülebilir makroekonomik istikrarın sağlanması ve hukuki ve yapısal reform programlarını uygulama yönünde daha fazla ilerleme kaydetmesi şartıyla, zorluklarla da olsa, Birlik içindeki rekabet baskılarıyla ve piyasa güçleri ile başa çıkabilecektir.

AB ile üç yıllık bir süreyi kapsayan ve genel olarak parasal ve mali disiplinin sağlanmasını amaçlayan Stand-By düzenlemesinin temel hedefleri;

 

 

 

1) Tüketici fiyatları enflasyonunun aşamalı olarak üç yıl içinde tek haneli rakama indirilmesi,

2) Reel faiz oranlarının makul seviyelere çekilmesi,

3) Ekonominin büyüme potansiyelinin artırılması,

4) Ekonomideki kaynakların daha etkili ve adil dağılımının sağlanmasıdır.

            Anlaşma, Türk ekonomisinin istikrarının sağlanması kadar büyüme potansiyelinin artırılması ve kaynakların etkili dağılımının gerçekleştirilmesini hedeflemek suretiyle bir büyüme öngörüsü de taşımaktadır. (24)[24]

 

Başa Dön

 


 FUAT MİRAS ( Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı)

 

Geçtiğimiz yüzyılın sonlarından itibaren dünya konjonktüründeki “ güçlü devlet”              tanımı kapsamlı değişikliklere uğramıştır. Uluslar arası alanda söz sahibi olabilmek için      ekonomik güç temel şart haline gelmiştir. Bilgiye dayalı yeni ekonomi düzeninde, serbest

 piyasa koşullarının hüküm sürdüğü, sanayisi güçlü, ithalat ve ihracat kapasitesi yüksek ülkeler öne çıkmakta ve globalleşme sürecinde dünya ekonomisinin yönlendirilmesinde belirleyici olmaktadır.

            Bilindiği gibi günümüzde, dünya ekonomisindeki globalleşme süreci bölgesel birlikler çerçevesinde şekillenmektedir. Türkiye’de, dinamik özel sektörün gücünü kullanarak, bölgesinde olduğu gibi, dünyada da önemli bir aktör halline gelebilecek potansiyele sahiptir. Bu çerçevede AB tam üyeliği hedefi, Türkiye’nin çağdaşlaşma ve dünyada söz sahibi olma sürecinde önemli bir aşamayı oluşturmaktadır. Özellikle Dünya Ticaret Örgütü bünyesindeki 2005 yılı tüm dünya ticaretinin serbestleşmesinin hedeflendiği düşünülerse, güçlü bir özel sektör ve yüksek ihracat kapasitesinin ne denli önemli olduğu anlaşılacaktır. 

            Başta AB tam üyeliği olmak üzere, Türkiye’nin çağdaş ülkeler düzeyine yükselmesi perspektif çerçevesindeki tüm hedefleri benimsemiş olan Türk özel bu hedeflere bağlılığını gerek Gümrük Birliği’nin tamamlanması aşamasındaki fedakarlığı, gerek ekonomik istikrar programı çerçevesindeki yaklaşımıyla kanıtlamıştır.(25)[25]

           

Başa Dön

 


ALİ ÇOŞKUN (TOBB. Eski Başkanı, İstanbul Milletvekili)

 

            AET ekonomik entegrasyonu ortak Pazar olgusu ile sağlayıp siyasi entegrasyona karar vermiş durumdadır. Bu hedef ekonomik ve siyasi sınırlarında kalkacağı konfederatif bir devlet yapısı olup üye ülkeler federatif devlet yapısına bürünecektir.

            Zira Maastricht Antlaşması ile tek para, tek Merkez Bankası kararlarının ardından ülkelerin milli egemenlik haklarının bir kısmının AB Parlamentosu ve yetkili organlarına devri gerekmektedir.

            Türkiye öncelikle siyasi alanda; demokratikleşme, insan hakları, özgürlükler ve hukukun üstünlüğünün hayata geçirilmesinin yanı sıra ekonomik entegrasyonun sağlanması ile Türkiye’nin AB kurumları içinde yer alabilmesi 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’ın söylediği gibi sadece ince uzun bir yol değil, aynı zamanda geri dönülmesi mümkün olmayan bir yoldur.

 

Başa Dön

 


M. İSTEMİHAN TALAY ( Kültür Bakanı)

           

            Avrupa medeniyetinin temelinde de, büyük Atatürk’ün deyimiyle, “kültür” yatmaktadır. Avrupalı olmanın en belirgin niteliği ortak bir Avrupa kültür mirasına sahip bulunmaktır.

            Biz AB’yi sadece ekonomik, hukuki ya da idari bir yetki alanının tanımlanması ya da tek bir para biriminin benimsenmesi veya ortak bir Pazar oluşturulmasından ibaret görmüyoruz. Bizim idealimizdeki Avrupa, kültürel ve doğal bir ortak mirasın en eski ve en anlamlı evrensel unsurlarını barındıran ve sahip çıkan bir tarihsel birikimin sahibi olarak Türkiye’mizin de içinde bulunduğu; karşılıklı saygı, anlayış, demokrasi ve Atatürk’ün “ Yurtta sulh cihanda sulh” sözüne uygun olarak barışın hakim olduğu bir ilişkiler ağına dayalı bir Avrupa olmalıdır. (26)[26]

Başa Dön

 


   UĞUR KILINÇ (Başbakanlık Uzmanı)

 

            Bu kısımda Uğur Kılınç, Suat İlhan’ın “Avrupa Birliğine Neden Hayır” isimli kitabına karşı bir tez ileri sürerek AB’ne girmemizi gerektiren görüşlerini karşılıklı cevap şeklinde değerlendirmektedir.

S.İ: Türkiye-AB entegrasyonu Türkiye’nin aleyhine olacak. AB’nin Türkiye’ye vereceği bir şey olmayacak; nitekim Gümrük Birliği Antlaşması 1838 Balta Limanı Antlaşması gibi Türk sanayisini zor durumda bırakmıştır. Buna karşılık AB Türkiye’nin 70 milyonluk pazarını, canlılığını ve Orta Doğu’ya, Kafkaslara, Orta Asya’ya yönelik olanaklarını paylaşarak büyük jeopolitik kazançlar sağlayacaktır.        

           

            U.K: Şimdiye kadar olan Türkiye-AB sürecinde dengenin Türkiye aleyhine olduğu doğrudur. Ancak, Türkiye’nin kaybettikleri daha çok AB’den alması gerekip de alamadıklarıdır (mali yardımlar gibi). Bu süreçte AB, Türkiye’nin mali kayıplarını telafi edecek mali yardım taahhütlerini Yunanistan’ın vetosu nedeniyle yerine getirmemiştir. Kısacası Türkiye AB’den alacaklı konumdadır. Tam üyelik gerçekleştiğinde AB bundan kaçamayacaktır. Ayrıca Gümrük Birliği’nin kısa vadede Türk sanayisinin aleyhine işleyeceği ancak, orta ve uzun dönemde rekabete uyum ve yapısal dönüşüm sonrasında Türk sanayisinin işleyeceği de bir gerçektir.

            Tam üyelikle birlikte Türkiye, şu ana kadar yararlanamadığı AB’nin Tarımsal Garanti Fonu, Bölgesel Kalkınma Fonu, Avrupa Yatırım Bankası kaynaklarından diğer ülkeler gibi faydalanabilecektir. Zaten Türkiye AB ile olan ekonomik ilişkilerinde vereceği ödünleri bugüne kadar zaten vermiştir.

            AB’nin Türkiye üzerinden elde edeceği jeopolitik kazançlara gelince, elbette ki AB bu imkanlardan faydalanacaktır. Karşılıklı menfaate dayalı bir entegrasyonda bundan doğal ne olabilir ki? Sadece Türkiye’nin kazançlı çıkacağı, partnerine fayda sağlamayacak bir entegrasyon biçimi olabilir mi, olursa bunun adı entegrasyon olur mu?

 

            S.İ: AB üyeleri gerçekte Türkiye’yi tam üyeliğe istememekte, “üye adayı” statüsü vererek Türkiye’den Kıbrıs, Ege, azınlıklar ve Fener Rum Patrikhanesi konularında tavizler koparmak, böylece “Doğu Sorunu”nu yeniden uygulamaya koyarak Türkiye’yi bölmek istemektedir.

 

            U.K: Türkiye’nin AB ile ilişkileri bir bakıma Türk Kurtuluş hareketine benzemektedir. Yani “Batı’ya rağmen Batı sisteminde yer alma mücadelesi” gibidir. Şüphesiz AB içinde bazı çevreler Türkiye’nin tam üyeliğini istememektedir, ancak Türkiye’yi AB içinde görmek isteyen çevrelerin de mevcut olduğu inkar edilemez. Nitekim Türkiye’nin Avrupa ile geldiği bugün olumlu ilişkiler manzumesi bunun bir kanıtıdır. NATO, Avrupa Konseyi, AGİT, OECD Avrupa ile kader birliği yaptığımız platformların belli başlılarıdır.

            Diğer taraftan, Türkiye’nin bazı iç sorunları veya bazı ülkelerle olan ikili sorunlarını kaşıyan, bunların Türkiye aleyhine çözümünü isteyen bazı AB çevreleri, Türkiye AB’ye üye olsa da, olmasa da bu faaliyetlerini yürütecekler, Türkiye’de karşı tedbirini alacaktır. Türkiye’nin AB üyesi olması, bu faaliyetlere karşı tedbir almasını ve karşı mücadelesini zaafa uğratmayacaktır. Hatta, bu çevrelerle aynı platformda ve yüz yüze mücadele Türkiye için daha avantajlı olabilecektir. Türkiye üzerine düşeni yaptıktan sonra AB bizi üyeliğe almazsa, bu süreç Türkiye’ye bir şey kaybettirmez, aksine kaybeden AB olur.

 

            S.İ: AB’nin her genişlemesi, AB’nin “çok kültürlülük zaafı”nı artırıyor. Çünkü AB’de egemen düşünce çok kültürlülüğü yaşamak değil, ortak değerleri ve ortak unsurları artırarak bütünleşmeye ulaşmaktır. Bu nedenle, entegrasyona imkan vermeyecek kadar farklı bir kültüre sahip olan Türkiye’nin üye adaylığı AB’de tartışma başlatmıştır. Bu durum üyeliğimizi önleyecek veya çok geciktirecektir. Üye olsak bile AB içinde bize karşı olan önyargıların değişmesi zor olacağından daima yabancı kalacağız ve bize “öteki” muamelesi yapılarak geride bırakılacağız, onurumuzla oynanmaya devam edilecektir.

            U.K: Batılı entelektüel çevrelerde, yaygın kanaate göre “çok kültürlülük” AB için bir “zaaf” değil, aksine “kuvvet kaynağı”, tarihi süreç içinde Avrupa’yı Avrupa yapan mekanizmanın ihtiyaç  duyduğu ana unsurdur. Bu günün Avrupa’sı “yeni kültürlerle etkileşme” ihtiyacını gidermek için mahalli otantik kültürleri su yüzüne çıkarmaya çalışıyor. Halbuki, önünde büyük bir şans olarak Türk kültürü duruyor ve Avrupalı aydınlar bunu fark etmeye başlamışlardır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin farklı kültürü Sn. İlhan’ın iddia ettiği gibi AB’ye girişte bir engel değil, aksine bu süreci kolaylaştırıcıcı bir unsur olabilecektir.

            Ayrıca, onlar bizi öteki görseler bile, biz kendimizi Avrupalılara karşı nasıl göstermek ya da onların bizi “ne” olarak görmelerini istiyoruz? Avrupalılar için hep “öteki” kalmak “rakip-düşman” olmak mı, yoksa Türk devriminin özü olan “Doğu ve Batı medeniyetlerini uzlaştırma başarısı”nı sürdürerek “yeni bir ortak kimlikte” buluşmak mı istiyoruz?

 

            S.İ: AB’ye tam üyelik Türk devrimi ile ve Atatürkçülüğün altı ilkesine taban oluşturan “Tam Bağımsızlık, Milli Egemenlik, Hukukun Üstünlüğü ve Ulus Devlet” genel ilkeleriyle uyumlu değildir.

 

            U.K: Tam bağımsızlık ilkesi özellikle Cumhuriyetin kuruluş öncesinde ortaya atılan Amerikan, İngiliz, Rus mandacılığına sığınılması fikirlerine bir büyük tepki olarak benimsenmiştir. AB’ye tam üyelik aşamasına gelindiğinde kuşkusuz ki alınan kararlar milletin iradesini temsil eden TBMM2nin önüne onay için gelecektir.

            Hukukun üstünlüğü ilkesi Türkiye’nin entegrasyonu için bir engel değil, bilakis ortak bir değer olarak iki tarafı birbirine yaklaştırıcı bir unsurdur.

            AB uluslarüstü bir kuruluş olmakla birlikte temelinde ulus devletlerin gönüllü birlikteliği yatar. İçinde bulunduğumuz dönem, küreselleşmenin büyük bir hızla yaşandığı, dünyanın her bölgesinde değişik biçimlerde de olsa bölgesel entegrasyonların ortaya çıktığı, iletişim ve ulaşım teknolojilerinde görülen sıçramaların dünyayı küresel bir köy haline getirdiği bir dönemdir. Bu dönem bölgesel ekonomik, siyasi entegrasyonlar içinde yer alan ülkelerin halklarının, entegrasyonun dışında kalan ülkelerin halklarına nazaran refah ve zenginlikten daha fazla yararlandığı bir dönemdir.

 

            S.İ: Türkiye AB üyesi olduğu takdirde; “Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı”, “Kopenhag Kriterleri” gibi belgelere dayanarak Türkiye’nin bölünmesine çalışılacak.

 

            U.K: Anadolu üzerinde tarih boyunca kurulmuş bütün devletler hiçbir zaman rahat yüzü görmemiş, sürekli iç ve dış baskılar, müdahaleler ve politikalarla çökertilmeye çalışılmıştır. Bölünmenin geçekleşmesinin belli şartları vardır. Bir kere ülke içinde bölünmeyi isteyen örgütlenmiş bir etnik taban olacak; bununla birlikte bu kesimin bölünme yönündeki iç ve dış her türlü imkan ve kabiliyetinin ülkeyi bir arada tutmak isteyen merkezi sistemin gücünden daha fazla olacaktır.

            Bu çerçevede Türkiye baktığımızda, yüzyıllardır kaderde, tasada, kıvançta bir olduğumuz, özdeşleştiğimiz ve bu ülkeyi birlikte kurduğumuz Kürt kökenli vatandaşlarımızı Türkiye’den koparmak ve ayrı bir devlet kurmak amacıyla 15 yıldır silahlı mücadele veren terör örgütü PKK, alabileceği her türlü iç ve dış desteği almasına rağmen Türk Devleti karşısında yenilmiş ve amacına ulaşamamıştır. Terör örgütünün bir süredir politika değişikliğine gittiği ve  silahlı mücadelede sonuç alamayacağını görüp, uluslar arası arenada “siyasallaşma” ve bu yoldan amaçlarına ulaşma gayretinde olduğu, bu yönde de bazı Batılı kesimlerle işbirliği içinde olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak bütün bunlar Türkiye’nin Helsinki Zirvesi’nde AB üye adaylığı statüsünü almadan önce yaşanmıştır.

 

            S.İ: Türkiye’nin AB üye olmasını desteklemesi ise ABD’nin kendisi açısından da vahim hatadır. ABD bugün içten içe sürdürülen ABD-AB rekabetini bir gün su yüzüne çıkacağını ve daha da ağırlaşacağını dikkate almıyor.

 

            U.K: Türkiye’nin Türk Cumhuriyetlerine liderlik etme potansiyel gücü bulunmakta, ancak fiili ya da halihazır gücü bulunmamaktadır. Mevcut ekonomik, sosyal, siyasi ve askeri gücü ile Türkiye’nin Türk Dünyası ile birlik, (entegrasyon) oluşturabileceğini varsaysak bile, bu durum dünya siyasal sisteminde oluşmuş güçler dengesine yeni bir rakip güç merkezine katılması demek olacaktır. Bu ise, diğer güç merkezleri ile rekabeti ve hatta çatışmayı gerektirecektir. Türkiye’nin ve Türk Cumhuriyetlerinin mevcut ekonomik, beşeri, siyasi ve askeri güçleri bu ciddi rekabeti kaldırabilecek durumda değildir.

            Diğer taraftan, Türk Cumhuriyetlerinin hedeflerinin serbest piyasa ekonomisine geçmek, demokrasiyi yerleştirmek ve uluslararası sisteme (Batıya) entegre olmak olduğuna göre gerek Türk Dünyasının birliği, gerekse uluslar arası sistemle entegrasyonu için en uygun yolun Türkiye’nin de tam üye olduğu bir AB ile doğrudan Türk Cumhuriyetleri arasında ya da EKİT çatısı altında bu ülkelerin AB ile özel statülü ilişkiler geliştirilmesi ve hatta entegrasyona gitmesi daha az çalışmacı ve daha sağlıklı bir yöntem olacaktır.

            Bölge devleti olmak: İçinde bulunduğumuz küreselleşme çağında, herhangi bir ekonomik ya da siyasal bloğa dahil olmadan tek başına bir ülkenin “bölge devleti gücüne” ulaşması eski devirlere nazaran oldukça zorlaşmış, diğer ülkelerde bulunmayan ya da çok az bulunan stratejik kaynaklara sahip olmayan veya sahip olmasa bile kontrolü altında bulundurmayan ülkeler için ise imkansız hale gelmiştir. (27)[27]

 

Başa Dön

 


 CEMİL ÇİÇEK ( TBMM AGİTPA Türk Grubu Üyesi)

 

             Aday üyeliğin teyidinden sonra çeşitli siyasal kurumların ve toplum kesimlerinin farklı tepkilerine tanık olduk. Bu tepkiler üç ana başlıkta ele alınabilir. Birinci grup AB üyeliğinin olumlu ve Türkiye’nin çıkarlarına uygun düştüğünü, Türkiye’nin yönünün zaten batıya dönük olduğunu , Cumhuriyetin nihai hedefi olan çağdaş medeniyetin ve onun temsil ettiği değerlerin bu şekilde gerçekleşeceğini dile getirmektedir.  Bu düşünce sahipleri Türkiye’nin önüne konan üyelik şartlarının esas itibarıyla ülkenin ihtiyaç duyduğu  siyasal ve ekonomik reformlar olduğunu ifade etmişlerdir.

              Tam üyelikle daha demokratik, hukukun üstünlüğüne bağlı, insan haklarına ve özgürlüklerine saygılı bir siyasal yapı beklentisi ülke içinde geniş bir kesimin AB üyeliğine olumlu yaklaşmasını sağlamıştır. Buna birde AB destekli ekonomik kaynaklarla gerçekleştirileceği düşünülen ekonomik reformlar ve sağlanacak refah artışı da eklendiğinde, AB tarafları açısından ülkenin karşı karşıya bulunduğu temel sorunların çözümü için tek adres AB olarak gözüküyor.

            Tam üyelikten yana olduğunu söyleyen, ancak AB’ye biraz mesafeli duran bir diğer grup, üyelik kriterlerinin çok iyi anlaşılması,tanımlanması ve uyum sürecinde çok dikkatli olunması gerektiğini, aksi durumda bir çok problemlerin yaşanacağını ve Türkiye’nin bundan zarar göreceğini belirtiyor.

            AB üyeliğinin ülke çıkarlarıyla uyuşmadığını düşünen muhalif kesimler ise üyeliğin ülke için bir tehdit oluşturduğunu savunuyor. Bunlara göre AB üyeliği ile ülkenin üniter yapısı bozulacak, ulus devlet ve ulusal egemenlik tehlikeye girecek, rejimin temel nitelikleri ortadan kalkacaktı. Yine aynı çevreler, özellikle Kıbrıs davasının ve Yunanistan ile yaşadığımız sorunların AB üyeliği ile birlikte Türkiye aleyhine sonuçlanacağını da yüksek sesle dile getiriyor. (28)[28]

 

Başa Dön

 


 TUNÇ BİLGET (Devlet Planlama Teşkilatı Hazine Eski Genel Müdürü)

           

            Bugün Türkiye-AB ilişkilerinde ilginç bir oyun oynanmaktadır. Oyunun bir tarafında,

- Ankara hükümeti ve büyük sermayenin bir kanadı,

-         diğer yanında ise Brüksel yer alıyor.

Hem bizim taraf hem de AB tarafı, oyunun “kendi hesaplarına göre” oynamaktadırlar.

Bizim tarafın hesabı

            Buna Türkiye tarafı demek çok zor. Çünkü bizim taraf da, Ankara’daki bazı siyasiler ile büyük sermayemizin bir bölümü var. Bu gruba, parantez içinde, bölücüleri, ikinci cumhuriyetçileri, şeriatçıları ve tatlı su solcularını da eklemek gerekir.

            Ankara’daki “bazı siyasiler”, medyanın 1994’den beri pompalamakta olduğu havayı kullanarak, prim yapmak istiyorlar. Aynen 1995’deki hükümetin yaptığı gibi.

            Türkiye’nin yarın tam üye yapılmayacağını çok iyi bildikleri halde beş altı yıl sonra giriyoruz türünden, dünya siyasi mizah tarihine geçecek açıklamalarda bulunuyorlar.

            Bütün amaçları, ortada medyanın estirdiği “yapay havadan” yararlanmak.

            Bürokrasimizde de üstlerindeki siyasilerin bu tutumundan etkilenerek, Ankara’nın bürokratları gibi değil de Brüksel’in bürokratları gibi davranıyorlar.

            Tabii, etkilendikleri çevre yalnızca siyasetçiler eğil!

 

 

 

                                   Yaratılan AB Paranoyası

 

            Bir toplumun bu denli kendi kendisini aldattığı tarihte pek görülmemiştir. Olsa olsa, Hitler dönemi Almanya’sı uygun bir örnek gösterilebilir.

            Türk toplumu medyayı yöneten bir grubun güdümünde, son altı yıl içinde, “bir AB Paranoyası” içine sokulmuştur.

            Bu hastalığın yaratılmasında herkesin kendine göre bir hesabı vardır.

-         politikacı, Sülün Osman’ın Galata Kulesini sattığı gibi, AB’yi kamuoyuna satmaktadır.

-          Büyük sermayenin bir bölümü, Türkiye’nin Ankara’dan yönetilmesi yerine, Brüksel’den yönetilmesini tercih etmektedirler.

-         Bölücüler ve şeriatçılar, AB mandası altında daha serbest hareket edeceklerini, istediklerini yapabileceklerine inanmaktadırlar.

-         Türk topluma arkasını dönmüş “aydın” çevreler ise AB mandası altında daha az “yabancılık çekeceklerini görmektedirler”.

Ve bütün bu çevreler, AB Paranoyası yaratarak, ortak bir noktada birleşmişlerdir.

 

                             Avrupa Cephesi

 

            AB ise 1995 Gümrük Birliği ile “tek yanlı bağladığı” Türkiye’yi, sürekli olarak bu konumda tutmak istemektedir. 1999 Helsinki doruğunda, birden bire Türkiye’ye “adaylık” vermeleri bundandır.

            Artık Türkiye aday yapılmıştır ya, şimdi ne olacak;

-         Güneydoğu başta olmak üzere ödün isteyecektir.

-          Kıbrıs’ı Yunanistan’a bırak diyecekler,

-          Ege’ye ise uzaktan bak, seyretmekle yetin talebinde bulunacaktır.

Liste daha da uzayabilir, yeni maddeler eklenebilir. Bir iki yıl sonra, Amerika’da olduğu gibi ermeni meselesi de gündeme gelebilir.

 

                             Ortada Duran Gerçek

      Ortada ise bir gerçek var; AB Türkiye’yi tam üye yapamaz

      Neden mi?

      Dev cüsseli ve genç nüfuslu Türkiye AB’yi işgal eder. Zaten on ikilerle büyük sorun yaşayan AB, bu yükü taşıyamaz.

      Türkiye’ye her yıl 8-10 milyar dolar hibe yapmak zorunluluğu doğar.

      Nüfusa göre temsil söz konusu olacağından, Türkiye yarın Almanya ile birlikte AB’nin patronu olarak Brüksel’de yönetim koltuğunu işgal eder.

      İşte bu nedenlerle AB Türkiye’yi içine alamaz. Bu bir hesap- kitap işidir

      Hem AB Türkiye2yi içine alacaksa, Ukrayna’nın, Beyaz Rusya’nın, Rusya Federasyonunun ne günahları var. Onları da alması gerekmez mi?

      O zaman ne olur? AB, AB olmaktan çıkar. AB’nin Türkiye’yi içeri alması için zırdeli olması gerekir.

      Bütün bu gerçekleri AB paranoyası yaratanlar neden görmek istemiyorlar.

 

 

 

 

Başa Dön

 


 

            DR. DOĞU PERİNÇEK ( İşçi Partisi Genel Başkanı)

 

            Türkiye’yi Avrupa Kapısına Bağladılar

            Türkiye, Avrupa Birliğinin kapısına bağlanmıştır. Bunun iki anlamı var:

            Bir: Kapıdan içeri giremez.

            İki: Kapıdan uzaklaşamaz da.

            Kısacası, Türkiye Avrupa kapısına bağlanarak tam denetim altına alınmıştır.

            Denetim altına alan, ABD’dir.

            Almanya’ya hükmeden güçleri seslendiren Die Welt gazetesi, 18 Aralık 1999 günü yayımladığı yorumda, Türkiye’nin Avrupa kapısına bağlanmasının anlamını bütün çıplaklığıyla sergilemektedir.

            Bir:Batı dünyasının 21. yüzyılda Türkiye’ye ihtiyacı var. Çünkü Rusya ve Çin ile doğacak krizlerde, bir “ok” gibi kullanması mümkündür. “Türkiye, evlatlarının canını Atlantik’teki müttefikine feda etmeye hazırsa” Avrupa’ya alınması doğaldır.

            İki: AB, “kapıyı yüzüne kapatacak olursa”, Türkiye, “Batılı maceracı müttefike karşı olan” bir askeri rejimle yönetilecek, “belki de NATO’dan çıkmayı bile” düşünebilecektir. Oysa, Avrupa kapısında yapılacak “reformlar”, ülkeyi “radikal mikroplardan temizleyecektir”.

 

            Türkiye Avrupa Kapısında Parçalanıyor

 

Burada, Türkiye’ye yüklenen misyonun iç boyutuna gelmiş bulunuyoruz. ABD’nin Asya’daki koç başı görevini yapacak Türkiye, parçalanan bir Türkiye’dir.

            ABD yanlıları, “ABD, sırtına bindiği müttefikinin zayıflamasını niçin istesin” türünden savurmalarla bu gerçeği karatma gayretine sürdürüyor, ancak olguları alt alta sıraladığımız zaman bu tezin ciddiye alınması zorlaşıyor. ABD’ye göre, ancak dış ve iç tehdit unsurlarıyla bağlanmış bir Türkiye, koçbaşı rolüne mahkum edilebilir. Ayağı üzerinde duran, bütünleşmiş bir Türkiye’nin göz göre göre maceralara sürülmesi mümkün değildir.

            Bu nedenlerle Türkiye’yi boyunduruğa vuracak operasyon, Kıbrıs ve Ege’den başlıyor, Fırat ve Dicle’den geçip, Kuzey Irak’a kadar uzanıyor. Eğer Batı, Türkiye’nin güçlü olmasını istiyorsa, o zaman Kıbrıs, Ege, Irakta kukla devlet ve PKK’yı yasallaştırma dayatmaları nasıl açıklana bilir? Cumhuriyet ekonomisinin ve hele tarımın çökertilmesinin anlamı nedir?

            Türkiye, Avrupa kapısında ekonomik girişimlerle de parçalanıyor. ABD ve İsrail’in eli şimdiden GAP’ın içindedir. GAP arazisi, ABD, Almanya, İsrail sermayesinin eline geçmektedir. Doğu’da ve Güneydoğu’da,Türkiye Cumhuriyeti’ne yerini, ABD ve Alman bankaları almaktadır. İngiliz Dışişleri Bakanı, “Hasankeyf’te Ilı su barajını yapamazsınız, çünkü Kürdistan’ın özerkliğine aykırı” diyor.(29)[29]

 

Başa Dön

 


EROL YARAR( Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği Eski Başkanı)

 

            Türkiye’nin AET ile başlayan ve daha sonra AT ve AB’ye dönüşen ülkeler topluluğu ile yapmış olduğu anlaşmalar incelendiğinde üç temel eksikliği net olarak görmekteyiz:

1-     Kendi ülkemiz potansiyelinin ve avantajlarının iyi tespit edilmemesi,

2-     Anlaşılan tarafın üstünlüklerinin ve zaaflarının iyi tespit edilmemesi,

3-     Anlaşma neticesinde kıyaslama ile ülke menfaatlerinin ve kayıplarının ortaya konulmaması.

Avrupa Birliği ile yapılacak olan anlaşmanın boyutu Gümrük Birliği seviyesine indiğini ve olayın ekonomik ağırlık kazanması dolayısıyla bu araştırmaların rakamsal veriler ile ortaya konması nispeten kolaydır. Makro bazda veya sektörel analizlerde temel olarak alınması gereken göstergelerin ortaya koyacağı neticeleri değerlendirmek ve buna göre bu anlaşmanın ülke ekonomimize sağlayacağı avantajların tespiti kolay olacaktır. Kanaatimizce şu noktaların sorgulanması gerekmektedir.

-         Türkiye hangi konularda Avrupa’da güçlüdür ki, bu gücü sayesinde  bu anlaşmadan karlı çıkan taraf olacaktır veya  en azından başa baş olacaktır.

-         Türkiye’nin teknolojik yönden Avrupa’ya karşı üstünlüğü var mıdır? Varsa hangi sektörlerdedir?

-         Finansman olarak Avrupa’nın üstünlüğü var mıdır?

-         Pazar tecrübesi, marka imajı ve bağımlılığı yönünden üstünlüğü var mıdır?

-         Eğitilmiş ve tecrübeli personel olarak üstünlüğü var mıdır?

-         Sorunların çözümünde politik güç var mıdır? 

Avrupa Birliği’nin gücü tek tek ülkeler bazında veyahut toplu olarak ele alındığında. Türkiye’nin çok çok üstündedir. Türkiye’ye verilecek olan avantajlar karşısında Türkiye’nin kaybedecekleri mutlaka kat ve kat fazla olacaktır.

            Bazı Gümrük Birliği taraflarının temel görüşü şudur:

1-     Türk Sanayi yıllardır koruma duvarları altında tatlı kârlar yapmıştır.

2-     Kaliteli Avrupa ürünlerini Türk tüketicisine ucuz sunmak tüketici açısından gereklidir ve haklıdır.

3-     Neden Türkiye’yi almakta bu kadar zorluk çıkarmaktadırlar?

Gümrük duvarları arkasında büyük kârlar yapılması ile ilgili tespit belirli bir grup için doğru olmakla beraber, mevcut uygulanan sistem içinde genel kitleye uygulanan haksız bir ithamdır.

            Kaliteli Avrupa ürünlerinin Türkiye’de ucuz satılması sözü ise iki yönden yanlıştır. Öncelikle her ülke kendi ürettiği katma değer kadar harcama imkanı vardır ya da Türkiye gibi borçlanarak tüketmesi gerekmektedir. Pazara giden biri ne kadar ucuz mal olursa olsun en fazla cebindeki para kadar mal alabilir. Döviz dengelerini tutturamamış bir Türkiye Avrupa malları ne kadar ucuz ve kaliteli olursa olsun onları alacak dövizi yoksa bu mümkün olmayacaktır. Buna ek olarak ucuz ve kaliteli Avrupa malarının Türkiye’de satılması mantığı doğru olsaydı Avrupa Birliği kendi sanayisini korumak maksadıyla Uzakdoğu mallarına kota koyamaz, gümrük vergilerini yükseltmez, ucuz ve kaliteli Uzakdoğu mallarına karşı kapılarını sonuna kadar açar, bol olan döviz kaynakları ile tüketicisini sevindirirdi. Son olarak Avrupa Gümrük Birliği’ne girmemizle ilgili olarak sorulan soru eğer bu anlaşma Avrupa’nın bu kadar lehine olacak ise neden Türkiye’yi almakta bu kadar zorluk çıkartmaktadırlar? Bu sorunun cevabı da çok zor değildir. Eğer bir şahıs bir malı ne olursa olsun almaya niyetli ise mal sahibinin pazarlığı uzatması menfaatinedir. Türkiye ile AB arasında yapılan görüşmelerde Türkiye’nin gözü kara, hesapsız, halkının iradesini dışlayan bir tutum içerisinde, olmazsa olmaz tavrı karşısında her uzatmada yeni bir taviz bugün Kıbrıs, yarın Güneydoğu, gelecek yıl belki çok daha farklı tavizleri getirecektir.

            Bizim arzumuz Türkiye’nin önce ülke içinde sanayisini hızla rekabetçi bir yapıya kavuşturarak herhangi bir yükümlülüğe uzun vadeli girmeden altyapısını güçlendirdikten sonra bölgesinde sadece bir ekonomik güç değil bir siyasi güç olarak da layık olduğu yeri almasıdır.(30)[30]

 

Başa Dön

 


MESUT YILMAZ ( ANAP Başkanı, Başbakan Yardımcısı)

 

            Türkiye ile AB arasındaki ekonomik ilişkiler son derece girift bir yapıdadır. Dış ticaret ve yatırım ilişkileri güçlüdür. Türk ekonomisi çoğu alanda AB normlarına ulaşmıştır. Özellikle Gümrük Birliği sonrası Türk girişimcisi rekabet gücünü daha da geliştirmiş ve AB pazarında yerini sağlamlaştırmıştır. Adaylık sürecinde çıkabilecek sorunların ülkemizin ekonomik yapısı üzerinde, üstesinden gelinemeyecek boyutta bir etki doğuracağını sanmıyorum. Türk ekonomisinin rotası AB adaylığından çok önce küresel ekonomik düzen içinde var olabilmek hedefiyle çizilmiştir.

            Türkiye’nin AB’ye üyeliği kapsamlı bir modernleşme, çağdaşlaşma projesidir. Bu özelliği ile Türk toplumunu derinden etkileyecek yeni bir yaşam biçimini ve refah ortamını beraberinde getirecektir. Böylesine kapsamlı bir proje kuşkusuz tepeden inme bir kararla değil, toplumun bütün aktörlerinin katılımıyla gerçekleştirilecektir. Özel sektör, sendikalar, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları ile toplantılar düzenlenmesini, ortak projeler geliştirilmesini tasarlamaktayız. Böylelikle Türkiye’de köklü bir zihniyet ve politika değişikliğinin gerçekleşeceğine inanıyorum.

            AB’yi, diğer uluslar arası örgütlerden ayıran temel özellik, uluslar üstü yapısı ve bunun gereği olarak giderek genişleyen bir alanda egemenlik yetkisinin ortaklaşa kullanımıdır. Burada doğrudan yetki devrinden çok içinde bizimde yer alacağımız bir örgütte, egemenliğin diğer üyelerle birlikte kullanımı söz konusu. Maastricht antlaşmasının yürürlüğe girmesinden sonra bütün üye ülkeler anayasalarında bu yönde değişiklik yapmışlardır. AB’ye tam üyelik yönünde siyasi irademiz ortaya konulmuş olduğuna göre gerektiği takdirde bizim de anayasamızda bu yönde değişiklik yapmamız doğaldır. (31)[31]

Başa Dön

 


 

                                                           SONUÇ

 

            Avrupa Birliği, her ne kadar ilk başta ekonomik bir bütünleşme olarak ortaya çıkmış olsa da zamanla kurumsal yapılarını hızla tamamlayarak siyasi bir birlik olma yoluna girmiştir. Henüz siyasi bütünleşmenin tam olarak tamamlandığını söylemek yanlış olur. Çünkü tam bir birlik olma yolunda çeşitli pürüzler bulunmaktadır. Bütün bunlara ek olarak Birlik Devletlerinin her konuda mutabık olduklarını da söyleyemeyiz. Bugünlerde gündemde olan “AB’nin federal bir yapıya dönüştürülmesi” hususunda da ülkeler aynı görüşü paylaşmamaktadırlar.

            Türkiye yukarıda bahsettiğim değişiklikleri göz önünde bulundurarak AB politikasını bu çerçevede şekillendirmelidir. Globalleşen dünyada çeşitli bölgesel veya ekonomik birlikler kurulurken Türkiye’nin bu birleşmelerden uzaklaşması Türkiye’yi yalnız ve etkisiz bırakabilir. Bunun için Türkiye’nin gelişmiş ülkeler düzeyinde oluşturulan AB’ye duyarsız kalması herhalde beklenemez. Ancak AB’yi tek hedef olarak görmesi Türkiye’nin hareket serbestliğini kısıtlayacaktır. Bu nedenlerden dolayı Türkiye AB’ye girerken hayati önem taşıyan bazı hususlarda çok dikkatli olmak zorundadır.

            Türkiye’nin AB’ye girmesi şüphesiz bize avantajlar sağlayacağı gibi bazı kısıtlamaları da beraberinde getirecektir. Ama Türkiye’nin bu birlikten soyutlanması mümkün değildir. Çünkü yıllardır Avrupalılaşma ve Avrupa medeniyetine ulaşma yolunda birçok gayretler sarf edilmiştir. Kısaca son iki asıdır yüzünü Avrupa’ya çevirmiştir.

            Öyleyse Türkiye’nin bugünkü mevcut kapasitesiyle AB’ye girmesi kendi politikacılarımızın da söylemlerinde dile getirdikleri gibi imkansız görünüyor. Bu noktada Türkiye’ye büyük işler düşüyor. Türkiye’nin biran önce gerekli yasal, siyasal, hukuki, sosyal ve ekonomik reformları yürürlüğe koyması gerekmektedir. Bu Avrupa Birliği’ne girişimiz için gerekli olduğu kadar kendi çıkarımız içinde gereklidir.

 

Başa Dön

 


  KAYNAKÇA

 

Şenses, Fikret.; Kalkınma İktisadı, Ankara, 1999.

 

Fontaine, P.; On Derste Avrupa, 1996.

 

Avrasya Dosyası Sayısı 2000.

 

Dünya Gazetesi 15.11.2000 Sayısı.

 

Öz, Gamze.; Ders Notları, ODTÜ, Ankara, 1999.

 

Avrupa Birliği Özel Sayısı, 2000.

 

Avrupa Birliği Özel Sayısı, 2001.

 

Avrasya Stratejileri Özel Ek, 2000.

 

Arsava, F.; Roma Anlaşmasında Ön Karar Prosedürü, ATAUM Yay, Ankara, 1999.

 

Binyıl Güncel 7 Kasım 2000 Sayısı.

 

Çerçeve Dergisi Kasım-Aralık 1994 Sayısı.

 

Günuğur Halûk.; Avrupa Topluluğu Hukuku, Eğitim Yayınları, Ankara, 1999.

 

Kültür Bakanlığı Özel Sayısı, 2001.

Başa Dön

 


ÖNSÖZ

 

            Tarih boyunca devletler çıkarlarını göz önünde bulundurarak çeşitli ittifaklar kurmuşlar ve kombinezonlar oluşturmuşlardır. Bu ittifaklar kimi zaman ittifak ülkelerini tatmin etse de, aynı zamanda bu ülkeleri tehlikeli maceraların içine de sürüklemiştir.

            Türkiye’nin yıllardır üye olmak için büyük çaba sarf ettiği Avrupa Birliği’ni de bir ittifak kabul edersek, şüphesiz bunun yararları olabileceği gibi mutlaka zararlı yanları da olacaktır. Kaldı ki, günümüz dış politikalarının çıkar üzerine bina edildiğini düşünürsek ikili ilişkilerde bazı tavizlerin verilmesi kaçınılmaz bir durum arz etmektedir.

            Günümüzde, ülkemizde ve dünyada gündemin baş döndürücü bir hızla değişmesine rağmen, Türkiye’de gündemi yıllardır işgal eden ve duruma bakılırsa yıllarca da işgal edeceği gün gibi ortada olan bir konu var: Avrupa Birliği. Avrupa Birliği, bazı çevrelerce Avrupalılaşmak olarak algılanmaktadır. Şüphesiz ki, bu kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Avrupalılaşmak, sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir amacı olmamış, ayrıca Tanzimat Döneminden itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun da amacı olmuştur. Fakat, özellikle Avrupa Birliği’nin kurulmasından sonra ve dünyada iki kutuplu bir sisteme geçilmesiyle genç Türk Devleti, uluslar arası arenada yalnız kalmamak ve uluslar arası sisteme entegre olmak için zaten hedef seçtiği Avrupa Birliği’ne girme hususunda daha ciddi bir tutum içerisine girmiştir. Adnan Menderes ile başlayan kırk bir yıllık Avrupa Birliği yolculuğumuz, Gümrük Birliği ile yeni bir dönemece girmiş gibi görünse de bu yolculuk halen devam etmekte, bu yolculuğun daha uzun yıllar devam  edeceğinin sinyallerini şimdiden görmek mümkündür.

            Türkiye’de toplumun çeşitlilik arz etmesi, haliyle bu konunun  her kesimde farklı farklı yorumlanmasına ve algılanmasına yol açmıştır. Her kesimin beklentilerinin değişik olması, Avrupa Birliği, Türkiye için yararlı mıdır? Zararlı mıdır? tartışmalarını başlatmıştır. Ama bir konu var ki, bence üzerinde esas tartışılması gereken fakat tam manasıyla tartışılamayan bir konu; Türkiye mevcut siyasi, ekonomik, sosyal, demografik vb. kapasiteleriyle Avrupa Birliği’ne girebilir mi?

            Avrupa Birliği, yıllardır Türk dış politikasının değişmeyen hedefi olmuş hala da olmaya devam etmektedir. Her ne kadar bazı dönemlerde kesintiye uğrasa da, bu politika süreklilik arz eden bir durum olmuştur. Ne var ki, Avrupa Birliği, Türk Devleti için ekonomik bir kaynak olarak görülmüş, bu konu halka indirgenememiştir. Bu durum her kafadan bir ses çıkmasına neden olmuş, konuyu herkes kendince bir yerlere çekmiş bu nedenle de Avrupa Birliği konusunda toplumsal bir bütünleşmeyi bir yana bırakın politikacılar, ekonomistler, yazarlar vb. kesimler bile bu hususta bir uzlaşmaya varamamışlardır.

            Peki, Avrupa Birliği’ne girmek mi yararlı yoksa girmemek mi? Bende bu konuya bir nebze olsun ışık tutmak için küçük bir çalışma yaptım. Konuyu okuduğunuzda sizinde genel bir kanaate varacağınızı umuyorum. Cumhurbaşkanı’ndan sokaktaki Simitçiye kadar herkesin yorum yürüttüğü bir konuda sizinde bir fikir edinmeniz zararlı olmasa gerek.

Başa Dön

 

 Tüm Hakları Saklıdır.
Son düzeltme tarihi: 24/03/16.