ABDÜLAZîZ
HAN;
Osmânlı pâdişâhlarının otuzikincisi ve
islâm halîfelerinin doksanyedincisidir. Sultân ikinci Mahmûdun ikinci oğludur.
1245 [m. 1830] de tevellüd edip 25 Hazîran 1277 [m. 1860] de halîfe oldu. 1293
[m. 1876] de Dolmabağçe serâyından alınıp, Topkapı serâyına habs edildi. Beş gün
sonra Midhat pâşa ve serasker [savunma bakanı] Hüseyn Avnî pâşa, Süleymân pâşa
ve arkadaşları tarafından, Fer’ıyye serâyında Kur’ân-ı kerîm okurken bilek
damarları kesdirilerek şehîd edildiği, sultân Vahîdeddînin baş kâtibi, Alî Fuad
beğin hâtıralarında yazılıdır "rahmetullahi teâlâ aleyh". Fer’ıyye serâyı,
Beşiktaş ile Ortaköy arasında, Galata-serây lisesinin orta kısmı olan yalıdır.
Sultân Mahmûd türbesindedir. Sultân Murâd, bu işkenceli ölümü işitince, korkudan
aklı bozuldu.
(Belgelerle Türk târîhi dergisi)nin
1967 Kasım ve 2 sayılı nüshasında diyor ki: İstanbul üniversitesine bağlı
kıymetli eserler arasında, İbnül-Emîn Mahmûd Kemâl beğin [3310] numaralı
defterinde, sultân Abdül’azîz hânın annesi Pertevniyâl vâlide sultânın söyleyip
yazdırdığı (Sergüzeşt-nâme) vardır. Yıldız evrâkı arasında görülüp, İbnül-Emîn
Ahmed Tevfîk beğin, 1336 [m. 1918] de sûretini çıkardığı bu sergüzeştnâmede
Pertevniyâl sultân diyor ki: 1293 [m. 1876] senesi, Cemâzil-evvelin yedinci [30
Mayıs] günü, sabâha karşı sâat sekizde, vâlide sultânı yatakdan kaldırıyorlar.
Sultân, oğlu Abdül’azîz hânı uyandırıyor. Halîfe, (Anne bunu bana kim yapdı?
Beni sultân Selîme mi döndürecekler? Ben kime ne etdim?) diyor. Vâlide sultân
(Avnî pâşa etdi) diyor. (Yalnız Avnî etmedi. Rüşdü pâşa ile Ahmed ve Midhat
pâşalar da, bu işe dâhil. Ben bu felâketi otuz kırk def’a rü’yâmda gördüm.
Bundan sonra, Cebrâîl gökden inse, devlet reîsi olmam. Cenâb-ı Hakkın takdîri
böyle imiş) diyor. 30 Mayıs 1876 Salı günü kayıkla Topkapı serâyına götürülüp,
üçüncü Selîm hânın şehîd edildiği odada, habs olunuyor. Çorba gönderiyorlar.
Kalfa (Kaşıksız, efendimizin önüne nasıl koyayım?) diyor. Bir kırık tahta kaşık
veriyorlar. Halîfe, biraz içiyor. Abdest almak için, na’lın aratıyor. (İzn yok)
diyerek vermiyorlar. Abdesthâneye yalın ayak giriyor. Üç gün kuru tahta üstünde
aç, susuz bırakılıyor. Kayıkda yağmurdan ıslanmış olan elbisesini çıkarmak için
gecelik istiyor. (İrâde yokdur) diyerek vermiyorlar. Sultân Murâda tebrîknâme ve
acıklı mektûblar gönderip yalvarıyor. Dördüncü gün, (2 Hazîran sabâhı) sultân
Murâdın irâdesi ile diyerek, Fer’ıyye serâyına götürüyorlar. İçeri hızlı girdiği
için, bir süngülü asker, göğsünden itiyor. (Annem nerede?) diyor. Annesi koşup
gelerek, yukarı çıkarıyor. Askerlerin saygısızca konuşdurulduğunu görünce, (Aman
anneciğim. Bunlar beni öldürecekler) diyerek ağlıyor. İki gün sonra, eski,
yırtık eşyâ gönderiyorlar. Askerler, ikide bir, kılıcını isteriz diye hücûm
ediyor. Vermiyor ise de, Vâlide sultân, gizlice vermek zorunda kalıyor. 4
Hazîran sabâhı Vâlide sultân içeri gelip, kapının açık olduğunu ve halîfenin
kanlar içinde yatdığını görünce, feryâd ediyor. Halîfe, ellerini, annesinin
göğsü üzerine koyup (Allah, Allah) diyor. Gelenler, Vâlide sultânı başka odaya
götürüyor, kulağındaki küpeleri ve yüzüğünü çekip alıyorlar. Halîfeyi eski bir
perdeye sarıp, Ortaköy karakoluna götürüyorlar. Cân çekişirken Rüşdü, Midhat ve
Avnî pâşalar ve yardakçıları gelip, (Bizi azl et!) diyerek alay ediyorlar.
Vâlide sultân, (Arslanım şehîd oldu. Beni de şehîd etsinler) diye feryâd ediyor.
Asker gelip, (Sultân Murâd irâde etdi. Seni Beğlerbeği serâyına götüreceğiz)
diyorlar. Vâlide sultân, (Benim yerim, Yeni-serâydır) diyor. Vâlide sultânın
kollarından çekip yalın ayak, yaşmaksız ve ferâcesiz karakola götürüp, pâşalara
seyr etdiriyorlar. Halîfenin zevcelerinden Tıryal hânım efendi gelip, (Cânım,
Allah rızâsı için nâmûsu ile oynamayın. Hiç olmazsa araba ile götürünüz) diyor.
Pâşalar, başarılarından pek keyfli kahkaha atmakdadırlar. Tıryal hânımın
arabasına bindirilerek yeni-serâya (Topkapı serâyına) götürülüyor. Başka araba
ile Tiryal hânımı da, zorla oraya götürüyorlar. Üç gün sonra kızlar ağası
Topkapı serâyına geliyor. İki sultânın ayrı odalarda baygın yatdıklarını
görüyor. Altı gece sonra, odalarına birer kandil gönderiliyor. Otuzsekiz gün
sonra Fer’ıyye serâyına götürülüyorlar. Kapı ve pencereleri çivileniyor. Sekiz
gün Vâlide sultâna eziyyet ederek (Mallarının yerini bildir) diyorlar. Dokuzuncu
gün, pencereler açılıyor. 31 Ağustos 1876 da beşinci Murâd tahtdan indirilip,
Dolmabağçe serâyından Çırağân serâyına götürülüyor. Sultân Abdülhamîd hân tahta
çıkınca, işkencelerden kurtulup, râhata kavuşuyorlar. Sultânlara yapılan
işkencelerin, sultân Murâdın emri ile olduğunu söylerlerdi. Hâlbuki sultân
Murâdın birşeyden haberi yokdu. Sultân Abdül’azîzin tebrîklerini ve
yalvarmalarını pâşalar sultân Murâda göstermiyor. Sultân adına kendileri cevâb
yazıp aldatdıkları, [m. 1959] târîhli askerî târîh mecmû’asında uzun
yazılıdır.
[m. 1967] de İstanbulda basılmış olan
T.Yılmaz Öztunanın (Türkiye târîhi)nin onikinci cildinde özetle diyor ki:
(Sultân Abdül’azîzin hal’ edilmesi, birkaç ahlâksız veyâ sâfdil devlet adamının,
şahsî ihtirâsları uğruna oldu. Bunların başında, eski sadr-ı a’zam Hüseyn Avnî
pâşa geliyordu. Kurmaylıkdan yetişmiş, üç def’a serasker olmuşdu. Bir uşağın
oğlu idi. (Kînim dînimdir) diyen kindâr adamlardan biri idi. Mason Fuâd pâşanın
yetişdirmesi idi. Meziyyetsizliklerinden, kötülüklerinden dolayı azl olunur,
sonra entrikalarla yine bir makâm kapardı. Mahmûd Nedîm pâşa tarafından azl
edilip sürüldüğü ve rütbesi ve nişânları alındığı için, pâdişâha kin bağladı.
Sultânı tahtından indirmeğe ve öldürmeğe karâr verdi. Londraya gidip,
ingilizlerle bu işi plânlaşdırdı. Fâci’anın ikinci adamı Midhat pâşanın batı
kültürü olmadığı gibi, din bilgisi de yokdu. Tuna ve Bağdâd vâlîliklerinde
yapdığı işler, Avrupa basınında alkışlanmış, bilhâssa ingilizler tarafından
şımartılmışdır. Hislerine kapılan, acele ve yanlış karârlar veren, bu yüzden iyi
iş görmeğe müsâid olmıyan bir adamdı. Âli pâşa gibi, ölünciye kadar sadâretde
kalacağını umarken, iki ay içinde azl edilmesini, gurûruna yidirememiş, hükmdâra
düşmân olmuşdur. İçki masalarında, devlete âid karârlar alırdı. İngilteredeki
parlamento idâresini aynen alırsa, Türkiyenin aynen İngiltere olacağını sanırdı.
Böyle bir idâreyi yürütecek tek şahsın, kendisi olacağına inanırdı. Midhat
pâşanın, meşrûtiyyeti te’sîs edebilmek için hal’ işine karışdığını ileri sürmek,
gerçeğe hiç de uymamakdadır. Avnî pâşa, hal’ projesini Midhat ve Şirvânîzâde
Muhammed Rüşdü pâşalara, sonra zemânın sadr-ı a’zamı mütercim Rüşdü pâşaya açdı.
Şirvânîzâdeden yüz bulamayınca, onu Tâife sürdürdü ve orada zehrletdi. Midhat
pâşa, sadr-ı a’zam Mahmûd Nedîm pâşanın, kendisini merkezden uzaklaşdıracağını
vehm ederek, hal’ işine karışmışdır denilebilir. Hal’ işine Midhat pâşanın emri
ile, uydurma fetvâ veren şeyh-ul-islâm Hasen Hayrullah efendi de, bu makâmından,
önce azl edilmiş, bu yüzden sultâna kin bağlamışdı. Sultân Abdül’azîz, bunun
için, (O, serâyda iken, müfsid imâm denirdi. Rüşdü pâşanın tavsıyesi ile
şeyh-ul-islâm yapdık, Allah vere de, bir halt etmese) demişdir.
Sultân Abdül’azîzin hal’inin bir vatanperverlik olacağına inanan
tek adam, harb okulu nâzırı [kumandanı] Süleymân pâşa idi. Yirmibeş Mayıs
gecesi, Redîf ve Süleymân pâşalar, Avnî pâşanın Kuzguncukdaki evinde toplanarak,
üçyüz (300) harbiye talebesinin Dolmabağçe serâyını kuşatmasına karâr verdiler.
Talebeye, Sultânı korumak için gidiyoruz denildi.
Avnî pâşa sultânı öldürmeği çokdan plânlamış ve nihâyet bu cinâyeti işlemişdir.
Uzun zemân serâyda casûsu olan, ikinci mâbeynci Fahri beği bu işde kullandı.
Cezâyirli Mustafâ pehlüvânı ve Yozgadlı pehlüvân Mustafâ çavuşu ve Boyabatlı
hâcı Mehmed pehlüvânı Fer’iyye serâyına bağçıvan yapdılar. Fahri beğle bu
pehlüvânlar, odaya girip, uzun döğüşmeden sonra bileklerini kesip pencereden
bağçeye kaçdılar. Avnî pâşa, çığlık seslerini duyarduymaz, Kuzguncukdaki
yalısından, kayıkla, hemen Fer’ıyyeye geldi. Ölüm raporunu imzâlamak istemiyen
iki doktordan birini, Avnî pâşa hemen Trablusgarba sürdü. İkincisi olan Ömer
beğin apoletlerini [formalarını] hemen orada sökmüşdür. 1293 [m. 1876] Hazîranın
4. cü günü sabâhı, sultân Abdül’azîzin Ortaköy sâhilinde Fer’ıyye serâyındaki
odasından garîb sesler gelmeğe başladı. Sâat dokuz buçukda odaya girenler, eski
hâkanı kanlar içinde buldular. Ertesi gün yayınlanan hükümet teblîği, şöyle
diyordu: (Sultân Abdül’azîz sakalını düzeltmek üzere istediği küçük makasla her
iki bileğinin damarlarını açarak intihâr etmişdir. Serasker Avnî pâşa cesedi
karakola nakl etdirmişdir.) Bu teblîğ ve ekli tabîb raporu, hiç kimseyi
inandıramadı. Doktorlara yalnız bilekler gösterilmişdir. Avnî pâşa, birkaç sene
önce de, sultân Abdül’azîzi zehrlemeğe teşebbüs etmişdi. Midhat pâşa, ölümü
işitince, (Hâkanın muhâfazası pek müşkil ve tehlükeli olduğundan, bu vech ile
vefâtı pek iyi oldu) demişdir. Mâliye nâzırı Yûsüf pâşa ise, (Mel’ûn herif [Avnî
pâşa] pâdişâhın başını yidi. İnşâallah yakında o kâtil de katl edilir) demişdir.
Sadr-ı a’zam mütercim Rüşdü pâşa da, (Na’şı karakola çıkardıkları zemân canlı
imiş. Hekimler de, canlı olduğunu tasdîk eylediler) demişdir. Üç pehlüvâna yüzer
altın mâ’aş bağlanarak, sırrı ifşâ etmeleri önlendi. Sultân Abdül’azîzin na’şını
yıkayan sekiz imâm, Yıldız muhâkemesinde, sultânın iki dişi kırılmış, sakalının
sol tarafı yolunmuş, sol memesi altında büyük bir çürük vardı demişlerdir.
Pehlüvânlar da, yapdıklarını sonradan i’tirâf etmişlerdir. İntihâr edecek şahsın
her iki bileğinin damarlarını birlikde kesemiyeceği de tıp ilminde meydândadır.
İsmail Hami Danişmend 5 ciltlik İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi adlı kitabında
Sultanın ölüm sebebinin intihar olmayıp, cinayet olduğunu 31 delil ile izah
etmektedir. Hüseyn Avnî pâşa, sultân Abdül’azîzin hal’ edileceğini birkaç sene
önce Londrada İngiliz nâzırlarına söylemek cesâret ve hiyânetinde de bulunmuşdu.
Bunun için, (Encyclopaedia Britannica) intihâr tezini ileri sürmekdedir. Son
çıkan, (Grand Larousse) ise, öldürüldüğünü yazmakdadır. 1940 târîhli (Larousse
illustre)de, (fut assassiné en 1876= 1876 da katl edildi) yazılıdır. 5 Hazîran
günü cenâzesi büyük merâsimle kaldırıldı. Topkapı serâyında yıkandı. Pederi
sultân ikinci Mahmûd hânın Çenberlitaşdaki türbesine defn edildi.
Süleymân pâşa, bu inkılâbın meşrûtiyyet için yapıldığını
söyleyince, Avnî pâşa, sen sus! Asker siyâsete karışmaz demişdir. Hâlbuki,
kendisi, askeri çokdan siyâsete karışdırmış. Balkanlarda felâketli hâdiselerin
patlak vermesine sebeb olmuşdu. Nitekim, 2 Temmuzda Sırb ve Karadağ prenslikleri
isyân etdi. Balkanlar karışdı. 24 Nisan 1296 [m. 1877] de Rusyanın arabulucu
teklîfi red edilerek, 93 harbi başladı. Hemen müşîr yapılan Süleymân pâşa, Şıpka
geçidini ruslara kapdırınca, mağlûbiyyete sebeb oldu. Plevnede üç kerre zafer
kazanarak gâzî ünvânını alan Osmân pâşayı kıskandı. Maçka meydân muharebelerini
de gayb ederek, Edirneye kadar kaçdı. Böylece, Edirne de, harâb oldu. Ruslar
Ayastefanosa [Yeşilköye] kadar geldi. İngilizler, bu mağlûbiyyeti fırsat
bilerek, 20 Mayıs 1878 de, İstanbulda Alî Süâvî vak’asını çıkarıp, ikinci
Abdülhamîd hânı devirmek, hilâfeti lağv etmek istedi ise de, muvaffak olamadı.
Alî Süâvî mason idi. Karısı ingiliz idi. (Yeni Türkiye târîhi) diyor ki, (İkinci
Abdülhamîd hânın diplomasisi [Aklı ve zekâsı] olmasaydı, 93 harbinin zararları
dahâ büyük olacakdı). Süleymân pâşa, sefîh ve zelîl bir hayât sürerek, 1309 [m.
1891] de Bağdâdda öldü.
Abdül’azîz hânı şehîd
etdiren pâşalar, başarılarının zevki içinde, Midhât pâşanın Bâyeziddeki
konağında, 15 Hazîran gecesi toplanmışlardı. Odaya giren erkân-ı harb kolağası,
26 yaşındaki, Hasen beğ, Avnî pâşayı ve sonra hâriciyye nâzırı Râşid pâşayı
vurup öldürüyor. Midhat pâşayı kovalıyor ise de, pâşa mutbaha kaçıp, aşçının
dolabına saklanıp, ölümden kurtuluyor. Yaralı yakalanan Hasen beğ, ertesi gün
Bâyezîd meydânında şehîd ediliyor. Edirnekapıdan Topkapıya giderken, sağ köşede,
parmaklıklı mezârının büyük taşında (Ümerâ ve guzât-i çerâkiseden İsmâ’îl beğin
oğlu olup, Harb okulunu bitirip, kolağası rütbesinde iken, genç yaşında,
velîni’meti uğrunda fedây-i cân eden, Çerkes Hasen beğin kabridir) yazılıdır.
Sultân Abdül’azîz hân, Çerkes Hasen beğin eniştesi idi. Halîfenin fecî’ şeklde
şehîd edildiğini ve annesi Pertevniyâl sultâna çok çirkin işkenceler yapıldığını
işiten sultân Murâdın üzüntüden ve bu felâket yolunun sonunu düşünmekden aklı
bozuldu.
Sultân Abdül’azîz hân, onbeş senelik
saltanat zemânını Dolmabağçe serâyında geçirdi. Bu serâyda iken hal’ edildi.
Beşinci Murâd da üç aylık saltanatını bu serâyda geçirdi. İkinci Abdülhamîd hân,
bu serâyda yedi ay oturdukdan sonra, Yıldız kasrlarına yerleşdi. Sonra Yıldız
serâyını yapdı. Sultân Muhammed Reşâd da, Dolmabağçe serâyında oturdu.
Sultân Abdül’azîz hân, [1278] de yeni askerî elbiseleri
kabûl etdi. [1279] da posta pulu kullanıldı. [1286] da Süveyş kanalı açıldı.
[1288] de İstanbulda tramvay işletilmeğe başladı. [1292] de Galata tüneli
yapıldı ve askerî rüşdiyye mektebleri açıldı. [1279] da Osmânlı bankası açıldı.
[1280] de sâhillere deniz feneri konuldu ve devlet şûrâsı [Danıştay] kuruldu.
[1284] de sultânî mektebleri [liseler] açıldı. [1285] de Sanâyi mektebleri
açıldı. [1286] da Fransa imperatöriçesi İstanbulu ziyâret etdi. [1287] de
Avusturya imperatörü, sultân Abdül’azîzi ziyârete geldi. [1287] de şark demir
yolları yapıldı. [1287] de tıbbiyye-i mülkiyye açıldı ve orman ve ma’den
mektebleri açıldı ve Eski serây dış kapısı, ya’nî üniversitenin Bâyezîd
meydânına açılan giriş kapısı yapıldı. [1288] de itfâiyye alayı teşkîl edildi.
[1289] da seyyâr havz yapıldı ve Dârüşşefeka lisesi açıldı. [1290] da Îrân şâhı,
sultân Abdül’azîzi ziyârete geldi ve İzmit demir yolu yapıldı.
Abdülaziz Han, güçlü kuvvetli, ata sporlarından güreşe, ciride,
ava meraklı, kahraman yapılı bir hükümdardı. Halk kendisini sevmekte, ikinci bir
Yavuz olarak görmekteydi. Üzerinde durduğu en mühim mesele ordu ve donanmanın
yeniden tanzim edilmesi, yeni usullere göre tekamül ettirilmesiydi. Avrupa’dan
elde edilen kredilerin pek çoğu bu sahada sarf edildi. Donanma, dünyanın sayılı
donanmalarından birisi oldu. Nizamiye, ihtiyat, redif ve müstahfız adıyla
700.000’i aşkın askeri bir kuvvet hazırladı. Bunların top ve tüfek ihtiyaçları
için de modern tesisler kurdurdu.
Sultan
Abdülaziz Han, zeki, anlayışlı ve dünya siyasetine vakıf olduğu için
saltanatının ikinci yılında (1863) Mısır’ı ziyaret etti. Kalabalık bir heyetle
beraber, Mısır’a yapılan bu gezi çok gösterişli oldu. Yavuz Sultan Selim’den
sonra Mısır’a gelen ilk Osmanlı sultanına halk çılgınca sevgi gösterilerinde
bulundu. Sultan Abdülaziz, Kahire’yi at üstünde dolaştı. Bu seyahat Mısır
halkının Hilafet makamına olan bağlılığının güçlenmesini sağladı.
1867 yılında Paris’te açılan büyük bir sergiyi görmek için
imparator Napolyon’un davetini kabul ederek Fransa’ya gitti. Oradan, İngiltere,
Belçika, Almanya, Avusturya, Macaristan yoluyla memlekete döndü. Bu
seyahatlerinde Fransa imparatoru Üçüncü Napolyon, İngiltere Kraliçesi Victoria,
Belçika Kralı İkinci Leopold, Prusya Kralı Birinci Wilhelm, Avusturya İmparatoru
ve Macaristan Kralı Birinci Fransuva-Josef, Romanya Prensi Birinci Karol ile
görüştü. Sekiz ülkeye gitti. Beş hükümdarla görüştü.
Balkanlarda Rusya ve diğer devletlerin desteklemesi ile çıkan isyanlar,
devrinin en mühim hadiselerindendir. Rumeli ve Girit’teki gayri müslim halkın
ayaklanmaları devletin başına büyük gaileler açtı. Karadağ, Sırp, Bulgar ve
Girit isyanları ile hükümet hem nüfuz, hem de mali bakımdan kayıplara uğradı.
Karadağ’a yapılan savaşlar kazanılarak bu mesele bir müddet için kapandı.
Sırbistan’da bazı kalelerdeki askerlerin geri çekilmesi ile anlaşma yapıldı.
Girit’teki isyan, başarılı bir askeri harekat ile bastırıldı.
Mahmud Nedim Paşanın sadareti, hem dışta hem de içte devletin
itibarının sarsılmasına sebeb oldu. Tarafdarı olduğu Rus Sefiri İgnatiyef’in
tavsiyeleri ile hareket eden Mahmud Nedim Paşa, aldığı kararlarla Avrupa
devletlerinin tepkisini çekti. Bilhassa devletin senelik ödediği borcunu beş
sene müddetle ödenmeyeceğini bildirmesi üzerine Avrupa’da Osmanlılar aleyhine
gösteriler yapılmasına yol açtı. Zaten Rusya’nın da istediği buydu. Nitekim,
Ruslar bu karışıklıktan faydalanarak Balkanlarda Panislavizm propagandasını
yaygınlaştırıp büyük huzursuzluklar çıkardılar. 1875 yazında Bosna-Hersek’te
isyanlar çıktı. Bunu Rusya’nın teşviki ile 1876’da Sırbistan’ın Osmanlı
Devletine savaş ilanı takip etti. Osmanlı Devleti sıkıntılar içinde olmasına
rağmen Sırbistan’ı kısa sürede mağlub etti. Ardından Bulgaristan’da
karışıklıklar çıktı ise de mahalli kuvvetlerle bastırıldı.
Abdül’azîz hân, kardeşi gibi, memleketin idâresini Alî ve Füâd
pâşanın ve bunların yetişdirdiği masonların ellerine bırakdı. Bunlar da,
İngilizin siyâsetine göre hareket etdiler. Dağıstanlı şeyh Şâmil, yirmi sene
ruslarla kahramanca cihâd yaparak, ordularını perişân ederken, seyrci kaldılar.
Bu mücâhidin 1283 [m. 1866] de esîr düşmesine sebeb oldular. Rusların 1290 [m.
1873] de, Semerkand, Buhâra ve Hiveyi işgâl etmelerine de sebeb oldular.
Ömrlerini Avrupada geçirdiler. Memleketde kaldıkları zemân, Tanzîmât
fermânındaki mason plânlarının tatbîk edilmeleri için çalışdılar. Bu
hiyânetlerinin sebebi mes’ûlü elbette Halîfenin gafleti idi. Bu gafletinin
netîcesinde, masonlar ve onlara aldananlar tarafından şehîd edildi.
Sultân Abdül’azîz, Çırağan ve Beğlerbeği serâylarını
yapdırdı. Muhtelif yerlerde de kasrlar yapdırdı. Beykoz kasrı bunlardandır.
Çırâğân yalısını ilk olarak Nevşehrli Dâmâd İbrâhîm pâşa yapdırdı. Sonra üçüncü
Selîm hânın hemşîresi Beyhân sultân tarafından yeniden yapıldı. Ahşâb ve çok
zînetli idi. Sultân, bunu, kardeşi sultân Selîme satdı. Sonra, ikinci Mahmûd
hân, 1252 [m. 1836] de yıkdırarak ahşâb serây yapdı. Sultân Abdülmecîd hân bu
serâyda oturdu. 1271 [m. 1855] de yıkdırdı. 1288 [m. 1871] de Abdül’azîz hân,
son muhteşem serâyı dört milyon liraya yapdırdı.
Beğlerbeği serâyının yerinde, tepede birinci Ahmed hânın (Şevk-âbâd) kasrı
vardı. Sâhil serâyını ikinci Mahmûd hân ahşâb yapdırdı. Moltekeyi burada kabûl
eylediği zemân, çubuk içiyordu. Abdülmecîd hân, 1249 [m. 1833] de bu serâyda
merâsimle hatm-i şerîf indirmişdi. Sultân Abdül’azîz hân, 1282 [m. 1865] de, bu
ahşâb serâyı yıkdırıp yerine mermerden muhteşem serâyı yapdırdı. Sultân, 1865
Nisânının yirmibirinci Cum’a günü serâya yerleşdi. Yaz mevsimlerini burada
geçirirdi. Balkan harbi bozgununda, Enver ve Talât pâşalar, ikinci Abdülhamîd
hânı "rahime-hullahü teâlâ" Selânikden (Lorley) Alman vapuru ile İstanbula
getirtip, Beğlerbeği serâyına koydular. Boğaziçi tarafında, alt katda, arka
tarafda, bir odada yerleşip, yetmişaltı yaşında iken, zâtürrie hastalığından
vefât etdiği, 10 Şubat 1336 [m. 1918] gününe kadar, burada yaşadı.