KÂNÛNÎ SULTAN SÜLEYMÂN
HÂN;
Osmanlı Devletinin onuncu sultânı ve
İslâm halîfelerinin yetmiş beşincisi. Babası Yavuz Sultan Selim Han, annesi Âişe
Hafsa Sultan olup, 27 Nisan 1495’te Trabzon’da doğdu. Adı Neml sûresi otuzuncu
âyet-i kerîmesinde geçen "Hazret-i Süleymân"ın isminden alındı. Kânûnî lâkabıyla
meşhur oldu. Avrupalılar Büyük Türk ve Muhteşem Süleyman lâkaplarını
verdiler.
On beş yaşına kadar Trabzon’da kalarak, Yavuz Selim’in
vazîfelendirdiği devrin âlimlerinden ders aldı. 6 Ağustos 1509’da dedesi İkinci
Bâyezîd Han (1481-1512) tarafından Kırım Yarımadasındaki Kefe Sancağı Beyliğine
gönderildi. Yavuz Sultan Selim Han, 1512’de Osmanlı tahtına geçince Kırım’dan
İstanbul’a çağrıldı. 1513’te Saruhan (Manisa) Sancak Beyliği verildi. Yavuz
Sultan Selim Hanın 1514 İran ve 1516 Mısır seferlerinde Rumeli’nin muhâfazasıyla
vazîfelendirilerek, Edirne’de oturdu. Yavuz Sultan Selim Hanın vefâtında,
Manisa’da bulunan Şehzâde Süleyman, Vezîriâzam Pîrî Mehmed Paşa vâsıtasıyla
İstanbul’a dâvet edilip, 30 Eylül 1520’de tahta çıkarak, onuncu Osmanlı Sultanı
ve yetmiş beşinci İslâm Halîfesi oldu. Pîrî Mehmed Paşayı vezîriâzamlık
makâmında bırakarak, Dîvân-ı Hümâyûna ilk defâ dördüncü bir vezir olarak Kâsım
Paşayı tâyin etti. Memleketin iç işlerini düzeltip, Osmanlı ülkesinde huzur ve
sükûn temin ettikten sonra, Avrupa seferlerine başladı.
Avrupa Seferleri
Belgrat Seferi:
Yavuz Sultan Selim Han (1512-1520) devrinde Osmanlı Devleti doğu siyâsetini
tâkib ederek, hudutlarını emniyete almıştı. Bu sebeple Sultan Süleyman Han,
doğudan emin olarak ilk seferlerini Avrupa üzerine yaptı. Macar Kralı II.
Layoş’un, Kutsal Roma Cermen İmparatoru Şarlken’e güvenerek, Osmanlı elçisine
düşmanca davranması üzerine, Orta Avrupa’nın kilidi sayılan ve önceki devirlerde
üç defâ kuşatılıp alınamayan, Belgrat üzerine sefere çıktı. 18 Mayıs 1521’de
İstanbul’dan hareket eden Kânûnî Sultan Süleymân Han, 29 Ağustosa kadar şehrin
çevresindeki kaleleri fethettirdi. 29 Ağustos 1521’de Belgrat Kalesi de teslim
alınarak, 30 ağustos Cumâ günü, şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilip, Cumâ
namazı kılındı. Belgrat’ın îmârı için hazîneden büyük yardımlar
yapıldı.
Mohaç Seferi: Macar Kralı II. Layoş’un;
Şarlken ile akrabâlık kurup, Osmanlı Devletine karşı İran Safevî Devleti ve
Sultan Süleyman Hanın hâkimiyetindeki Eflâk ve Boğdan beylikleriyle ittifak
kurması, Papalığın Haçlı rûhu ile Hıristiyanları kışkırtması ve esir Fransız
Kralı için annesinin, Osmanlı Sultânından yardım istemesi üzerine bu sefer
tertib edildi. 23 Nisan 1526’da İstanbul’dan hareket eden Kânûnî, 29 Ağustos
1526’da Macaristan ve Haçlı ordusunu Mohaç Meydan Muhârebesinde büyük bir
mağlûbiyete uğratarak, zafer kazandı. Macaristan Krallığının başşehri Budin
(Budapeşte) dâhil Macaristan, Erdel (Transilvanya) Türklerin hâkimiyetine
geçti.
Avusturya Seferi: Mohaç, Meydan
Muhârebesinden sonra, Macaristan’da askerî harekât bitti. Fakat siyâsî
faaliyetler başladı. Osmanlı pâdişâhının, Budin muhâfazasına ahâlinin de
arzusuyla tâyin ettiği, Erdel Voyvodası Zapolya’ya karşı, Viyana Arşidükü
Ferdinand, Macar kralı olmak için harekete geçti. Ferdinand 1527’de Macaristan’a
girip Zapolya’yı mağlûb ederek, Budin’i işgâl etti. Macaristan’daki hudut
hâdiseleri ve Zapolya’ya yardımda bulunmak üzere Sultan Süleyman Han, 10 Mayıs
1529’da Avusturya Seferine çıktı. Ferdinand’ın işgâlindeki Budin 8 Eylül 1529’da
teslim alındı. Zapolya 14 Eylülde Osmanlıya sâdık kalmak şartıyla Kral Yanoş
ünvânıyla Macar tahtına geçirildi. Osmanlı Ordusu 22 Eylülde Avusturya’ya girdi
ve 25 Eylülde Viyana önlerine geldi. Viyana’nın teslimini isteyen Sultan
Süleyman Han, teklifin kabul edilmemesi üzerine; 27 Eylül 1529’da şehri
kuşattı.
1529 Avusturya Seferinde Türk akıncıları
Osmanlı Târihinin en büyük akın hareketini yaptılar. Avusturya, Güney Almanya
toprakları Türk akıncılarınca çiğnenerek, bütün Avrupa Osmanlıların azametini,
şâşâsını gördü. Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken korktuğundan, meydan
muhârebesi için ortaya çıkamadı. Mevsim ve şartların elverişsiz olması üzerine
Osmanlı pâdişâhı, ordusuyla 16 Ekim 1529’da Viyana’dan Budin’e hareket etti.
1530’da Arşidük Ferdinand’ın elçi heyeti İstanbul’da sultanla görüştü.
İsteklerinde samîmî olmayan Ferdinand, sulh görüşmeleri yapılırken tekrar
Budin’i kuşattırdı. Şehir, Türk kuvvetleri ve Macarlar tarafından müdâfaa
edilerek, kuşatma kaldırttırıldı.
Alman Seferi:
Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken’in ve kardeşi Avusturya ve Bohemya
KralıFerdinand’ın Macaristan’ın içişlerine karışması üzerine Kral Yanoş, Sultan
Süleyman Handan yardım istedi. Pâdişah, 25 Nisan 1532’de Alman seferine çıkıp,
yüz yirmi bin mevcutlu ordusuyla Avusturya’yı zaptetti. Şarlken 250.000 kişiden
fazla Hıristiyan ordusuyla Osmanlıların karşısına çıkmaya cesâret edemedi.
Osmanlı Sultanının Alman Seferi de, düşman ülkesinin ezilmesi ve
Avusturyalılardan birçok kaleyi almasıyla netîcelendi. Sultan Süleyman Hanın,
Alman Seferi münâsebetiyle Orta Avrupa’da bulunmasından korkup, meydan
muhârebesinden kaçan Şarlken, 22 Haziran 1533 târihli İstanbulAntlaşmasıyla
Osmanlı Devletinin ve Sultânın üstünlüğünü kabûl etti. İstanbul Antlaşmasına
göre:
1) Kral Ferdinand, Sultan Süleyman Hanı
baba ve metbû (kendisine tâbi olunan, uyulan) bilecek ve ancak "kardeş" diye
hitâp ettiği vezîriâzamla eşit sayılacaktır.
2)
Kral Ferdinand, Osmanlı ülkesine tecâvüz etmeyecek ve Sultan da Avusturya
ülkesiyle ahâlisini kendi tebaası bilecektir.
3)
Kral Ferdinand, Macaristan üzerindeki verâset iddialarından vazgeçecek;
Macaristan’ın batısı ve kuzey batısındaki arâzisinin hâkimi olacaktır.
4) Macar Kralı Yanoş ile Kral Ferdinand arasında,
Osmanlıların uygun göreceği hudut geçerli olacaktır.
5) Eski Kraliçe ve Ferdinand’ın kızkardeşi Maria’nın kocasından mîras
kalan mâlikhâne, geçimi için ihsân edilecektir.
6) Bu antlaşma geçici değil, devamlıdır.
Avrupa’da, Fransa’dan başka Avusturya’nın da Osmanlı Sultanının himâyesini kabul
etmesiyle Şarlken’in "Avrupa İmparatorluğu" kurma projesi gerçekleşemedi.
Türklerin tâkib ettiği cihânşümûl dünyâ hâkimiyeti siyâseti gereğince, Kânûnî
Sultan Süleyman Han ve Osmanlı Devleti, Avrupa’da tek başına söz sâhibi
oldu.
Boğdan Seferi: Osmanlı Devletinin
düşmanlarıyla işbirliği yapan Boğdan Voyvodalığının bâzı hareketleri üzerine
sefere karar verildi. 8 Temmuz 1538’de İstanbul’dan hareket eden pâdişahın,
Avrupa içlerine ilerlerken düşman ülkesinde bile ahâlinin canına, ırzına,
malına, mülküne ve hattâ tarlasındaki ekili mahsûlüne zarar verdirtmeden
hareketi güzel bir adâlet örneği oluyordu. Mîmar Sinan bu seferde, kenarı
bataklık bir arâziye sâhip, Prut Nehri üzerine büyük ve sağlam bir köprü yaparak
Osmanlı ordusunun yoluna devâm etmesini temin etti. 15 Eylül 1538’de Boğdan
Voyvodalığının merkezi Suçava’ya girildi. Ahâli İslâm dîninin adâletini temsil
eden ve Avrupa’ya medeniyet götüren Osmanlıyı istediğinden, Voyvoda kaçmak
mecbûriyetinde kaldı. Boğdan meselesini halleden Sultan Süleyman Han, büyük
ganîmetlerle 27 Kasım’da İstanbul’a döndü.
Budin
Seferi: Osmanlı Devletine tâbi Macaristan Kralı Yanoş ölünce, Kral Ferdinand
fırsattan istifâdeyle Budin’e büyük bir Avusturya-Alman ordusu sevk etti. Macar
Kraliçesi İsabelle, Sultan Süleyman Handan ve ordusundan yardım istedi. 20
Haziran 1541’de İstanbul’dan hareket eden pâdişahın yaklaşmakta olduğunu haber
alan düşman, Tuna Nehrini geçmeye çalışırken, Osmanlı ordusunun mâhirâne
hareketiyle 21/22 Ağustos gecesi imhâ edildi. İstabur Zaferiyle Budin ve
Macaristan, antlaşmaya sâdık kalmayan Avusturya-Alman Kralı Ferdinand’ın
istilâsından kurtarıldı. Macaristan Osmanlı Devletine katılarak, 30 Ağustos
1541’de Budin Beylerbeyliği ve idâre teşkilâtı kuruldu. Kral Yanoş’un ve Kraliçe
İsabelle’nin bir yaşındaki oğlu Sigusmund Yanoş, Erdel Banlığına tâyin edildi.
Budin’in en büyük kilisesi câmiye çevrilip, "Fethiye" adı verildi. Kânûnî bu
câmide, Ebüssü’ûd Efendinin imâmetinde 2 Eylül 1541’de ilk Cumâ namazını kıldı.
Budin’de adâleti tesis ettirdi. Defâlarca verdiği sözü tutmayarak, tekrar
riyâkârca Macar Krallığına tâlib olduğunu iddiâ eden Kral Ferdinand’ın isteği
Osmanlı Devletince reddedildi.
Kral Ferdinand,
1542 yazında, yıllık haraç karşılığında Macar Krallığının kendisine verilmesini
tekrar teklif ettiyse de bu teklif dikkate alınmadı. Ferdinand, Budin’in bir
Türk eyâleti olmasından ürkerek, telâşa kapıldı. Avrupa’da Türk-İslâm
tehlikesinden bahsederek, propagandaya başladı. Avusturya, Alman ve diğer Avrupa
milletlerinden 100.000 mevcutlu büyük bir Hıristiyan ordusu topladı. Peşte
Kalesini kuşatan müttefik Avrupa ordusuna karşı, Budin Beylerbeyi Yahyâ Paşazâde
Bâli Bey, sekiz bin askerle müdâfaada bulundu. 17 kasım 1542’de Osmanlı
ordusunun başında istanbul’dan hareket eden Sultan Süleyman Han, henüz
yoldayken, 24 Kasım’da düşmana karşı gece taarruzuyla Peşte Zaferi kazanıldı.
Müttefik Avrupa orduları perişan bir hâlde kaçarken imhâ edildi. Düşmanlardan
pekçok esir ve ganîmet alındı. Zafer haberi pâdişâha ulaşınca Edirne’de
kaldı.
Avusturya Seferi: Estergon Seferi de
denilen bu sefere, Osmanlı eyâleti hâline gelen Budin’in emniyet ve teşkilâtını
pekiştirmek için çıkıldı. Pâdişahın emriyle Budin Kalesine İslâm ahâli iskân
edilip, dînî müesseselerin yapımına başlandı. Âlimler tâyin edilerek Avrupa’ya
İslâm dîninin daha da yayılarak, yerleşmesi için faaliyetler genişletildi. 23
Nisan 1543’te İstanbul’dan hareket eden Kânûnî yol boyunca alınması lüzumlu
mevkileri fethettirerek 29 Temmuz 1543’te Tuna Nehri sâhilinde ve Budin
yakınlarındaki başpiskoposluk merkezi Estergon önüne vararak şehri
kuşattı.
Estergon Kalesindeki Alman, İtalyan ve
İspanyol muhâfız askerleri teslim teklifini kabul etmeyince, devrin en büyük ve
tesirli ateşli silâhlarına sâhip Osmanlı ordusu, 315 topla kaleyi döğmeye
başladı. Kânûnî’nin en muhteşem seferlerinden biri olan Estergon Seferine gâyet
plânlı ve tedârikli çıkılmıştı. Anadolu ve Rumeli orduları pâdişahın maiyetinde,
çeşitli sınıfların aldığı sefer tertibi, mühimmâtı ve erzağı mükemmeldi.
Estergon, Osmanlı kuşatmasına on iki gün mukâvemet edebildi. 10 Ağustosta
müdâfilerin çekilip, gitmesine müsâade edildi. Şehrin en büyük kilisesi câmiye
çevrilerek Kânûnî Sultan Süleyman Han, Cumâ namazını burada kıldı.
Osmanlı fütühâtı, Avrupa’da devâm ederek eski Macar
krallarının taht merkezi İstolni-Belgrat 20 Ağustosta kuşatıldı. 4 Eylülde
fethedilen İstolni-Belgrat’ta büyük kilise câmiye çevrildi. Mevsim
ilerlediğinden Pâdişah, 7 Eylülde İstanbul’a hareket etti. Avrupa’daki fetihler
durmayıp, Budin Beylerbeyi Avusturya kalelerine karşı harekâtı devâm
ettirdi.
On altıncı yüzyılın ortalarında
Avrupa’da Osmanlı askerî kuvvetlerinin bu muhteşem başarıları yanında Akdeniz’de
ve Atlas Okyanusunda hepsi birer denizkurdu olan Türk leventleri de Osmanlı
bayrağını şan ve şerefle dalgalandırıyorlardı. Bu kara ve deniz harekâtlarından
Fransa da menfaatleniyordu. Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru ünvânı taşımak
arzusuyla Avrupa siyâsetinde hâkim rol oynamak isteyen Şarlken’in elinde esir
olan Fransa Kralı I. Fransuva, annesi vâsıtasıyla Kânûnî’den yardım talep
ediyordu. Fransızlara yardım eden Osmanlılardan korkan Şarlken, Kanûnî’yle
antlaşmak için elçilik heyeti gönderdi. Osmanlı devlet adamları tarafından kabul
edilen Şarlken ve kardeşi Ferdinand’ın elçilik heyetleri ile uzun süren
müzâkereler oldu. 13 Haziran 1547 Antlaşması’na göre, Almanya ve Avusturya
Osmanlılara yıllık otuz bin Duka haraç vermeyi kabul ettiler. İmparator ünvânını
kullanmamayı kabul eden Şarlken İstanbul Antlaşması’nı 1 Ağustos’da imzâlayınca
Osmanlı pâdişâhı da bu antlaşmayı 8 Ekim 1547’de tasdik etti.
Zigetvar Seferi: Osmanlı ordusunun İran seferlerinde, Safevî
Devleti ile Papalık ve Hıristiyan devletler bir olup aralarında anlaşarak
Avusturya ve Macaristan’da çeşitli hâdiseler çıkartıyorlardı. 1562
Osmanlı-Avusturya Antlaşması’nda kabul ettikleri vergiyi ödemedikleri gibi yeni
Kral II. Maksimilyan’ın olumsuz tutumu ve Zigatvar Kalesindeki düşman
kuvvetlerin ahâliyi tâciz etmeleri üzerine, Osmanlı ordusu başlarında Sultan
olduğu hâlde 1 Mart 1566’da İstanbul’dan hareket etti. Sultan Süleyman Han, on
üçüncü olarak çıktığı bu seferinde yetmiş üç yaşındaydı. Hayâtı, seferden sefere
koşarak insanlığı, Hakka kavuşturacak yola dâvetle geçmişti. Bir takım
hastalıklarla durumu iyi olmayan, ayaklarında nikris hastalığı bulunan Pâdişah,
zulmün önüne geçmek, ahâlinin huzur ve güveni için, hasta hâliyle Osmanlı
târihinin en muhteşem askerî harekâtı kabul edilen sefere bâzan araba, bâzı
yerde tahtırevân ile gidiyor ve yerleşim merkezlerine girileceği zaman, ata
binerek en mûteber psikolojik metodları tatbik ederek ilerliyordu. 1566 Ağustos
başında kuşatılan Zigetvar Kalesini, Zerniski Makloş müdâfaa etmekteydi.
Günlerce süren kuşatmada birçok defâ umûmî hücumlar yapıldı. Zigetvar
Kuşatmasından iyice bunalan Kont Zerniski, Eylül başındaki huruc harekâtında
öldürülünce 7 Eylülde kale fethedildi. Kânûnî 6-7 Eylül gecesi vefât ettiyse de,
askerin moralinde bozukluk meydana gelmemesi için, ordudan gizli tutuldu. Bu
sefer ile Zigetvar’dan başka; Güle, Lügos ve diğer bâzı kaleler de
fethedildi.
Doğu Seferleri
Kânûnî, batıda Hıristiyan Avrupa devletleri ile mücâdele
ederken, İran’daki Şiî Safevî Devleti de, Mukaddes Roma-Cermen Devletiyle
Osmanlılara karşı ittifak kurup, Doğu Anadolu’da hududa tecâvüz ettikleri gibi,
Sünnî ahâliye de zulmediyorlardı. Safevîlerin ajanları Osmanlı ülkesinde
faaliyet gösterip, Celâliler vâsıtasıyla iç isyânlar çıkarmak istiyorlardı. Şâh
Tahmasb’ın bu düşmanca davranışları yüzünden Sultan Süleyman Han, harekete
geçti. 27 Ekim 1533’te Vezir-i âzam Makbul İbrâhim Paşayı İstanbul’dan doğuya
gönderen Sultan’ın kendisi de, baharda sefere çıktı.
Irakeyn Seferi: 11 Haziran 1534’te İstanbul’dan hareket eden Kânûnî
Sultan Süleyman Han, 20 Temmuzda Konya’ya geldi. Konya’da Mevlânâ Celâleddîn
Rûmî’nin türbesini ziyâret edip, Kayseri-Sivas-Erzincan yoluyla 27 Eylülde
Tebriz’e girdi. Safevîlerin zulmünden bunalan şehir halkı, Kânûnî’yi ve Osmanlı
ordusunu sevinçle bir kurtarıcı olarak karşıladılar. Yavuz Sultan Selim Hana
karşı 1514 Çaldıran mağlûbiyetinin hâlâ tesirinde olan Safevîler, devamlı
Osmanlılardan kaçıp, meydan muhârebesi için ortaya çıkamıyorlardı. Osmanlı
kuvvetlerinin bölgeye gelmesinden memnun olan ahâli, âlimler, kale ve şehir
hâkimleri pâdişâha bağlılıklarını arz ettiler. Hazret-i Ali ve Hüseyin’in
makamlarının bulunduğu Kerbelâ ve Hanefî mezhebinin kurucusu İmâm-ı A’zam Ebû
Hanîfe’nin kabrinin bulunduğu Bağdat Vâlisi Zülfikâr Han ve büyük İslâm âlimi ve
Veliy-yi kâmil Abdülkâdir-i Geylânî’nin memleketi Geylân Hâkimi Mâlik Muzaffer,
Sultan Süleyman Hana bağlılıklarını bildirdiler. 24 Kasım 1534’te Bağdat’a giren
Osmanlı ordusunun ardından, Azamiyye’de İmâm-ı A’zam’ın kabrini ziyâret edip,
büyük bir türbe yapılmasını emrettikten sonra, Kânûnî Sultan Süleyman Han, 30
Kasımda şehre girdi. Bağdât’ta ahâlinin, âlimlerin, kumandanların ve devlet
adamlarının bulunduğu bir sırada şükür ifâdesi olan dînî merâsim yapılarak,
ihsânlarda bulunuldu.
1534-1535 kışını Bağdât’ta
geçiren Sultan, burada Osmanlı devlet teşkilâtını tesis ettirdi. Bağdat’ın
mübârek beldelerini, Kerbelâ’da hazret-i Ali ve Hüseyin’in makamlarını ziyâret
etti. Geylân’da Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabrine türbe ve yanına
imâret, İmâm-ı A’zam’ın kabrine türbe yaptırdı. Safevî tehlikesini kesin olarak
bertaraf etmek isteyen Kânûnî, Şah Tahmasb’ın Van istikâmetinde olduğu haberi
üzerine, harekete geçti. 1 Temmuz 1535’te Tebriz’e gelen Osmanlı Sultânı,
devamlı kaçan Şah Tahmasb Safevî’yi tâkib için İran içerisine girildiyse de
karşı çıkan olmadı. Avrupa devletlerinde ve Safevîlerden elçi heyetlerini kabul
eden, Sultan Süleymân Han, dönüşünde de Mevlânâ Muhammed Şems-i Tebrizî’nin
makâmı dâhil mübârek beldeleri ziyâret ederek
Tebriz-Diyarbekir-Antakya-Adana-Konya yoluyla 8 Ocak 1536’da İstanbul’a
geldi.
Irak-ı Arab ve Irak-ı Acem fethedildiği
için "İki Irak seferi" mânâsında Irakeyn Seferi adı verilen bu hareketin
netîcesinde, bölgedeki Şiî Safevî hâkimiyeti sona erdirilip, Bağdat dâhil Basra,
Osmanlı ülkesine katıldı.
Tebriz Seferi: Osmanlı
Devletinin batı cephesindeki muhârebeler ile meşgûliyetini fırsat bilen, Irakeyn
Seferinde Sultan Süleyman Handan devamlı kaçan Şah Tahmasb ve Safevî ordusu,
Doğu Anadolu’da tecâvüzkârâne hareket ederek, Anadolu’da Şiîlik propagandası
yaptırıyorlardı. Şah Tahmasb’ın, hudutdaki bâzı Osmanlı kale ve mevkılerini ele
geçirmesi, Safevîlere, isyân eden, Şah İsmâil’in oğlu Şirvan
VâlisiElkasMirzâ’nın Sultan Süleyman Handan yardım istemek gâyesiyle İstanbul’a
gelmesi ve Şiî propagandasına karşı âlimler ile Osmanlı umûm-i efkârının
(halkının) tepkisi üzerine sefere çıkıldı.
29
Mart 1548’de İstanbul’dan hareket eden Sultan, Konya-Kayseri-Sivas yoluyla 28
Temmuz 1548’de Tebriz’e gelinceye kadar, DoğuAnadolu’da fütûhâta devâm edildi.
Osmanlı ordusundan devamlı kaçanSafevîlerden 25 Ağustosta Van tslim alındı. Van
ve Diyarbekir’den Haleb’e gelen Pâdişah, 1548-1549 kışını burada geçirdi. Kânûnî
Halep’teyken Osmanlı fütühâtı devâm edip, Doğu Anadolu’da Safevî propagandasına
aldanarak âsi olanlar yola getirildi. Gürcistan Seferine çıkılarak; Berakân,
Gömge, Penak, Germek, Samagar, Ahadır kaleleri ve mevkileri fethedildi. 6
Haziran 1549’da Halep’ten hareket eden Sultan, 21 Aralıkta İstanbul’a
döndü.
Nahcivan Seferi: Osmanlı ordusunun
Macaristan’da, Sultan Süleyman Hanın Edirne’de bulunmasından istifâde eden
Safevîler ve Şâh Tahmasb, Doğu Anadolu’ya saldırdı. Van civârında Osmanlı ülkesi
ve ahâlisine karşı düşmanca davranıp, zulmettiren Şâh Tahmasb, Adilcevaz, Ahlât
kalelerini Hıristiyanların da teşvikleriyle tahrib ettirip Erciş Kalesini de
kuşattırmıştı. Osmanlıların içişlerine karışarak, devlet adamlarına türlü iftirâ
kampanyası başlatılınca, Sultan Süleyman Han, İran Seferine karar
verdi.
28 Ağustos 1553’te İstanbul’dan hareket
eden Pâdişâh, Konya yoluyla Haleb’e gitti. 8 Kasımda Haleb’e gelen Sultan,
1553-1554 kışını burada geçirdi.
15 Mayıs 1554’te
Diyarbekir’de toplanan Harp Dîvânı’nda Osmanlı devlet adamları ve kumandanları
Sultan Süleyman Handan İslâma hizmet beklediklerini arz edip, emirlerinde Hind’e
ve Sind’e dahi gidebileceklerini ifâde ettiler. 20 Mayıs’ta Diyarbekir’den
Nahcivan ve Revan üzerine sefer niyetiyle hareket edildi. 5 Temmuzda Şah
Tahmasb’a, Kars önlerinde harp dâveti çıkarıldı. Ancak Osmanlının yokluğunda
Doğu Anadolu’yu kana bulayıp, Müslümanlara her türlü insanlık dışı fiilleri
işleyen İran Safevîleri, muhârebe meydanında görünmeyince, İran’a tâbi Şüregil,
Şaraphâne, Nilfirâk alınıp, 18 Temmuzda Revan’a girilip, Arpaçay, Karabağ’dan
sonra pâdişah 30 Temmuz 1554’te Nahcivan’a geldi. Osmanlı ordusuna büyük
ganîmetler düşen bu seferde, Kerkük de fetholundu. Doğu’da Osmanlı hâkimiyeti
kesinleşince, 28 Eylül 1554’te Erzurum’dan hareket eden Sultan, 1554-1555 kışını
geçirmek için 30 Ekimde Amasya’ya geldi. Şâh Tahmasb’ın sulh isteği üzerine 29
Mayıs 1555’te Osmanlı-Safevî Antlaşması imzâlandı.
1555 Antlaşmasına göre: Toprak bakımından Ardahan, Göle, Arpaçay ve
çevresi Osmanlılara verildi; inanç bakımından Şiî İranlıların hazret-i Ebû Bekr,
Ömer, Osman, Âişe dâhil sahâbîlere küfür ve iftira etmemeleri ile mukaddes
makamlara hürmet göstermeleri için ahd alındı.
Kânûnî Sultan Süleyman Hanın doğu seferleri netîcesinde, Safevîlerin almış
oldukları Doğu Anadolu toprakları bugünkü şekliyle Türkiye’ye dâhil edildi.
Batıİran ve Gürcistan ile Irak fethedildi.
Deniz Seferleri
KânûnîÊtahta geçtiğinde
Karadeniz, Marmara ve Ege denizleri Türk gölüydü. Böyle olmasına rağmen, Akdeniz
bütünüyle Osmanlı hâkimiyetinde değildi. Batı Anadolu sâhillerine çok yakın
Rodos Adası, coğrafî, stratejik mevkii, korsanlık ve Osmanlı düşmanlarıyla
müttefik olarak hareket etmesi, devletin hâkimiyeti ile Akdeniz’in emniyeti için
tehlike gösterdiğinden sefere karar verildi. Rodos Adası, Haçlı şövalyelerinin
idâresinde olup, korsan yatağıydı. Rodos şövalye idâresi; Osmanlı Devletine
karşı Papalık başta olmak üzere, Hıristiyan devletler ve âsilerle devamlı
münâsebette bulunup, Osmanlı deniz ticâretiyle, Müslümanların hacca gitmelerini
engelliyorlardı. Ayrıca Anadolu sâhillerine baskın düzenlemek sûretiyle, ahâliyi
tâciz ettikleri gibi, Kânûnî Sultan Süleyman Hanın tahta geçişinde, küstahca
hareketlerde bulunmuşlardı. Bütün bu sebepler üzerine 700 gemiden meydana gelen
Osmanlı donanması, önce İkinci Vezir Çoban Mustafa Paşa kumandasında Rodos’a
gönderildi.
16 Haziran 1522 târihinde pâdişâh,
İstanbul’dan Kapıkulu ve Tımarlı sipâhileriyle karadan yola çıktı. 28 Temmuzda
Marmaris’ten Rodos’a geçen Sultan, kalenin teslimini şövalyelerden istedi.
Antlaşma ile Rodos’un teslimi kabûl edilmeyince 29 Temmuzda muhârebe başladı.
Yeniçağın en sağlam (müstahkem) kalesine sâhip Rodos’un, devrin bütün teknik ve
ateşli silâhlarını elinde bulunduran Osmanlı ordusu karşısında, Avrupalılar’dan
çok yardım almasına rağmen, fazla dayanamayacağı meydandaydı. Rodos başşövalyesi
Viye dö Lil Adam, Fâtih Sultan Mehmed Hanın oğlu Cem Sultan meselesi ve oğlunu
ileri sürerek yine küstahlık gösterdiyse de Sultan Süleyman Han, tâviz
vermeyerek, kalenin teslimini istedi. Osmanlı topçu ve lağımcısının
çalışmalarıyla Rodos’un bütün istihkamları, Türklerin eline geçince, başşövalye
antlaşma ile adayı Osmanlılara teslim etti. Aralık 1522 sonunda bütünüyle Türk
hâkimiyetine dâhil edilen Rodos adasındaki üç bin kadar Müslüman esir
kurtarıldı. Korsanlar adayı terk edince, Kânûnî Sultan Süleymân Han Ada’nın
imârını emretti. Papalığın doğudaki son temsilcisi olan Saint-Jean Haçlı Devleti
yıkılarak, Batı Anadolu korsanlığı bertaraf edildi. İstanbul-Suriye-Mısır deniz
ticâreti ve Hac yolu emniyete alındı.
Korfu
Seferi: Venedik Cumhûriyetinin Papa’nın da teşvikiyle Osmanlı Devletine
riyâkârca davranması ve Hıristiyan ittifâka dâhil olması üzerine harekete
geçildi. Kaptan-ı Deryâ Barbaros Hayreddîn Paşanın emrindeki Osmanlı
donanmasındaki kara ordusuna da, İkinci Vezir Lütfi Paşa kumanda
ediyordu.
17 Mayıs 1537’de İstanbul’dan yola
çıkan Kânûnî Sultan Süleyman Hanın bu seferinde hedef Adriyatik ve İtalya’dır.
13 Temmuzda Avlonya’ya gelen pâdişâh; Adriyatik’teki askerlere yardım edip,
Venediklilerin tahriki ile Delvine ile havâlisinde çıkan isyânları bastırttı.
Osmanlı donanması İtalya sâhillerini abluka altına aldı. Haçlıların büyük
amirali ve Akdeniz kıyısındaki Müslüman ahâli ile denizcileri tâciz eden Andrea
Doria bütün aramalara rağmen Osmanlı kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddîn Paşanın
karşısına çıkamadı. Korfu Adasını fethettiren ve kalesini kuşattıran Sultan,
Avlonya’da bulunuyordu. Kânûnî, mevsim şartları ve dört Osmanlı askerinin top
güllesiyle şehîd olması üzerine, 6 Eylül 1537’de kuşatmayı kaldırttı. 15 Eylülde
İstanbul’a hareket eden pâdişah, kara ve deniz harekâtının devâmını emretti.
Kaptan-ı derya Barbaros Hayreddîn Paşa, Venediklilere âit Şira, Patmos, Naksos
adalarını fethetti.
Kânûnî Devrinde Osmanlı
Fütûhâtı
Devamlı fetihler netîcesinde devletin
hudutları genişledi. Batıda Almanya içlerine kadar akın yapan akıncı beyleri,
doğuda Hazar Denizine ulaşarak, Türkiye-Orta Asya birleşmesi siyâseti yanında,
bütün Arabistan, Ortadoğu dâhil, Hind Okyanusundan Umman Denizi, Basra Körfezi,
Kızıldeniz ve Kuzey Afrika’dan Atlas Okyanusuna dayanıldı. Akdeniz fütuhâtı
netîcesinde Atlas Okyanusunda herbiri birer deniz kurdu olan, Osmanlı leventleri
ve reisleri dolaşmaktaydı. Afrika sâhilleri ile Batı Akdeniz’de Oruç ve
Hayreddîn, Hızır Reisler, Akdeniz’de Turgut Reis, Piyâle Paşa, Sinan Paşa, Sâlih
Reis, Hind Okyanusunda Hadım Süleyman Paşa, Selman Reis, Süveyş’te Seydi Ali
Reis, Murad Reis Osmanlı sancağını dalgalandırıp, fetihler yapıyorlardı.
Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddîn Paşa Preveze’de, Turgut Reis Cerbe’de Haçlı
donanmalarını bozguna uğratarak Türk-İslâm târihinin en muhteşem zaferlerini
kazandılar.
Diğer Devlet ve Beyliklerle
Münâsebet
"Türk Asrı" denilen 16. yüzyılda
Osmanlı Devletinin sultanı Süleymân Hanın dünyânın bütün kralları ve beylerine
karşı yüksek otoritesi vardı. Mukaddes Roma-Cermen İmparatorluğu, Portekiz,
İspanya, Fransa, Milano, Napoli, Papalık, Venedik, Ceneviz, Macaristan,
Avusturya, Lehistan, Rus Knezleri, Safevî, Gürganiyye, Özbek; devlet, krallık,
dükalık ve sultanlığı ile münâsebetlerde bulunuldu. Kırım Hanlığı, Mekke-i
mükerreme Emirliği, Eflâk, Boğdan, Erdel voyvodalıkları, Ragusa cumhûriyetleri
Osmanlı Devletine tâbi ve imtiyazlı hükümetlerdir. Mukaddes Roma-Cermen
İmparatoru Şarlken’in ülkesinde esâret hayâtında yaşayan Fransa Kralı I.
Fransuva kurtarılarak, dünyâ ticâret ve hâkimiyet siyâseti gereğince imtiyaz
verildi. Mukaddes Roma-Cermen İmparatorluğu, Avusturya, Lehistan, Safevî
devletleri ile sulh antlaşmaları imzâlandı. Gürganiyye, Özbek devletleri ile
dostluk tesis edildi.
İç Hâdiseler
Kânûnî Sultan Süleymân Hanın tahta geçtiği esnâda, 1520’de
Canberdi Gazâlî İsyânı çıktı. Bu hareket bastırılarak, âsiler cezâlandırıldı.
1526 Mohaç Seferinde fırsattan istifâde eden Celâli âsileri türemişse de,
hâdiselerin önüne geçildi. İran’dan gelen Şiî Molla Kâbiz, İstanbul’da fısk ve
fücûr ile Müslümanlar arasına fesat tohumları ektiği, yüce Peygamberimiz
hazret-i Muhammed’e Eshâb-ı kirâm ile âlimlere iftirâ ettiği pâdişâha
bildirilince, dîvâne çağrılıp, iftirâlarının doğruluğunu ispat etmesi istendi.
Sultan Süleymân Han huzûrunda da aynı iftirâları tekrarladı; Müftî Kemâl
Paşazâde veİstanbul Kâdısı Sâdi Çelebi’nin iknâ edici telkinleri karşısında
cevap veremediği hâlde, bâtıl îtikâdından dönmediği gibi bölücülük de yapınca
îdâm edildi. 1553’te Şehzâde Mustafa, 1559-1562’de Şehzâde Bâyezîd hâdiseleri,
Osmanlı Devleti aleyhinde plânlı şekilde kullanılmak istenmişse de büyümelerine
fırsat verilmemiştir.
Sultan Süleyman Hanın
Kânunnâmesi
Sultan Süleyman Hanın asıl adından
daha fazla bilinip, şöhretli olan "Kânûnî" ünvânı, önceki Osmanlı
Kânunnâmeleri’ni ve devri îcâbı lüzumlu hükümleri, İslâm Hukûku esaslarında
toplattırıp, tanzim ettirmesinden gelir. Kânunnâme-i Âl-i Osman’ın
hazırlanmasında Sultan Süleymân Hana devrin büyük âlimlerinden olan Ahmed İbn-i
Kemâl Paşazâde ve Ebüssü’ûd Efendiler yardımcı oldular. Kânunnâme; hukûkî,
idârî, malî, askerî ve diğer lüzumlu mevzuları içine alan başlıklar altında
cezâ, vergi ve ahâli ile askerlerin kânunlarını ihtivâ ediyordu. Yüzyıllarca
tatbik edilen Kânunnâme’de tımâr ve zeâmet sâhipleri ile ahâlinin hukûkî ve mâlî
durumlarını tespit eden, toprakları, öşri, haracî ve mîrî olarak birbirinden
ayıran hükümlerin tatbik şekilleri açıklanmıştır. Devleti idâre etme, hilâfet
müessesesinin gerekleri ve sosyal adâlet hususları tatbik edildi. Sultan
Süleyman Han, Atlas Okyanusundan Umman Denizine; Macaristan, Kırım ve Kazan’dan
Habeşistan’a kadar geniş yerleri Allahü teâlânın kelâmı Kur’ân-ı kerîm’in
emirleri ile adâletle idâre etmeye muvaffak oldu. Kânunnâme’yi hazırlarken ve
tatbik ederken, İslâm âlimlerine danışmadan bir iş ve kânun yapmadı.
Şahsiyeti
Zigetvar’da on
üçüncü seferi esnâsında 6-7 Eylül gecesi 1566 târihinde vefât eden Kânûnî Sultan
Süleyman Han, iyi bir komutan, teşkilâtçı devlet adamı, halîfe ve ediptir.
Vakur, azim ve irâde sâhibiydi. Adam seçmesini ve yetiştirmesini gâyet iyi
bildiğinden, devlet kadrosunda kıymetli şahsiyetleri vazîfelendirdi. Müsâmaha
sahibi olmasına rağmen, din ve devlet aleyhine hareketleri affetmezdi. İleri
görüşlü olup, anlayışı kuvvetliydi. Milletin ve askerin psikolojisini iyi
bildiğinden çok sevilirdi. Hayâtı seferden sefere koşmakla ve muhârebe
meydanlarında geçen Kânûnî Sultan Süleyman Han devrinde Osmanlı Devleti çok
zenginleşti. Kırk altı yıl süren saltanatı müddetince İslâmiyeti yaymaktan başka
birşey düşünmedi. Bu düşüncesini halazâdesi, Gâzi Bâli Beye yazdığı mektup çok
güzel ifâde etmektedir.
Kânûnî Sultan Süleyman’ın
gençlik çağında, 1526 senesinde kazanmış olduğu Mohaç Meydan Muhârebesinde,
Macar ordusunu arkadan çevirerek onu tamâmen mahv eden Semendire Sancak BeyiGâzi
Bâli Bey, Mohaç Harbinden yıllar sonra, kendinde mevcud olan ve sancak
beylerinin alâmeti bulunan iki tuğ’un üçe çıkarılmasını ricâ ederek, pâdişâhtan
bir tuğ daha istemişti. Terfi ve terakkinin muayyen yaş, kıdem ve hizmet
mukâbilinde olduğunu bilen Kânûnî, Gâzi Bâli Beye şu cevâbı vermiştir:
"Yâdigarım ve Muhterem Lalam Gâzi Bâli Bey!
Berhudar olasın, yüzün ak olsun. Bizden bir tuğ dahî arzu
eylemişsin. Henüz bir tuğ zamânı değildir. Sana hazret-i Muhammed Mustafâ
sallallahü aleyhi ve sellemin fetih tuğunu verdik. Bu ihsân üzerine iyilik
olmaz. Bunun şükrünü bilip, yerine getiresin. Bilesin ki bey olmak iki kefeli
terâzidir. Bir kefesi Cennet ve bir kefesi Cehennem’dir. Bir an adâletle
hükmetmek, yetmiş yıllık ibâdetten efdaldir. Âhireti hatırdan çıkarmayasın.
Serasker olduğun yerlerde ve hükmünün geçtiği mahallerde, zulüm ve düşmanlık
etmekten şiddetle sakınasın. Âhirette bize hitâb olunursa, senin yakana
yapışırım. "Ol vilâyetleri kılıcımla fetheyledim." demiyesin. Memleket, Allahü
teâlâ hazretlerinindir. Sakınıp, nefsine gurur getirmeyesin. Fetholunan kalenin
mal ve erzâkını hep Beytülmâl için almışsın. Buna rızâ-yi hümâyunum yoktur.
Beşte birini alıp, geri kalanını İslâm askerine dağıtasın. İslâm askerinin
ihtiyarlarını baba, orta yaşlılarını kardeş ve gençlerini oğul bilesin. Babalara
hürmet edesin, oğullara şefkat gösteresin. İslâm askerine hiçbir veçhile zorluk
çektirmeyesin. Nîmeti bol veresin. Eğer hazînen tükenirse buraya bildiresin ki,
sana bir iki bin kese göndermekten aczim yoktur. Halkın fakirlerini, büyük
vazîfelerle rencide ettirmekten şiddetle kaçınasın ki, bizim halkımızı rahat
görüp, küffar halkı imrensinler. Meyl ve muhabbetleri bizim tarafa olsun. Bir
kimseyi hizmetinde kullandığın zaman da, sakın evvelki hâline îtimat etmeyesin.
Çok kimseler vardır, elinde fırsat olmadığı zamanda zâhidlik ve iyilik yüzü
gösterip, eline fırsat geçtiği zaman Firavun ve Nemrud olur. Ol kimseleri
tecrübe edip göresin. Eğer evvelki hâli son hâline uygunsa hizmetinde
kullanasın.
İmdi, ey Gâzi Bâli Bey! Sana dahî
nasîhatım odur ki; atın yürüğünü, kılıcın keskinini ve beyin bahâdırını
saklayasın. Allahü teâlâ hazretleri yolunu açık ve kılıcını keskin eyleye ve
seni küffâr-ı hâksâr üzerine mansur ve muzaffer eyleye..."
Fransa Kralı I. Fransuva, 1525 Pavye Muhârebesinde Almanlara esir
düşünce, annesi Düşes Dangolem vâsıtasıyla Osmanlılardan yardım istedi. Bunun
üzerine Kânûnî’nin krala gönderdiği mektup onun Avrupa devletlerine bakış
açısını çok güzel ifâde etmektedir. Ocak 1526 târihli mektup şöyledir:
"Sen ki Françe vilâyetinin kralı olan Françesko’sun.
Hükümdârların sığındığı kapımın eşiğine uzattığın tezkereden mâlûmum oldu ki,
memleketinin toprakları düşman tarafından zaptolunup, sen dahî şu anda onlar
elinde esir bulunmaktasın ve kurtulmaklığın için bizden yardım dilemektesin.
Bütün dünyânın sığındığı, pâdişahlığıma yakışan ayağımın toprağına mârûzatın
ulaşmakla her türlü hâlini öğrenip, olan bitenden haberdâr oldum. Yüce
seleflerimiz, Allah onların kabirlerini nur içinde tutsun, düşmanlarını
kahretmek ve sayısız fetihlere ermek maksadiyle her vakit cihâd için kılıç
çekmek fırsatını kaçırmayıp, ben dahi onların açtığı çığırda harekete geçip, her
günüm zorlu kaleler ve girilmesinde engeller bulunan şehirler fethetmiş
bulunmaktayım. O sebepten gece ve gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız
kuşanılmıştır".
Kânûnî Sultan Süleymân Han tâkib
ettiği cihanşümûl siyâsetle, Almanya içinde de aslı değiştirilmiş olan
Hıristiyanlıktan yeni bir mezhep kuran Martin Luther taraftarları olan
Protestanları desteklemiştir.
Avrupalılar
Kânûnî’yi "Muhteşem Süleymân", Müslümanlar da "Şanlı Süleymân" lakaplarıyla yâd
ettiler. Edip olduğundan "Muhibbî" mahlasıyla şiirlerinin toplandığı Dîvân’ı
vardır.
Sultan Süleyman Han devrinde, Osmanlı
Devletinin kara, deniz ordusu dünyâda birinciydi. Kültür ve sanat faaliyetleri
doruk noktasındaydı. İlk Osmanlı tezkireleri bu sultâna sunuldu. İlim, kültür ve
sanat müesseselerinde Kânûnî’nin himâyesinde, kıymetli şahsiyetler yetişip,
herbiri eşsiz eserler verdiler.
Devrinde yetişen
tefsir, hadis, fıkıh ve diğer İslâmî ilimlerde; Ahmed İbni Kemâl Paşazâde,
Ebüssü’ûd Efendi, Zenbilli Ali Cemâli Efendi, Taşköprülüzâde, Kınalızâde Ali
Efendi, Celâlzâde Mustafa Bey, Halebî İbrâhim Efendi, Coğrafya’da Pîrî Reis ve
Seydi Ali Reis ile minyatürde ve târih yazıcılığında Matrakçı Nasuh, hattatlıkta
Şeyh Hamdullah’ın oğulları ve talebeleri meşhurdu. Mustafa Dede, Şükrullah,
Ahmed Karahisârî, Abdullah Çelebi, Kırımî Abdullah, Küssem, Hasan Çelebi,
Nakkaşlıkta Şahkulu, tezhipte Kara Mehmed, Kıncı Mahmûd, Mısırlı Hasan ve Üstad
İbrâhim, Galatalı Mehmed, Üstad Osman, Ali ve Hasan Kefeli gibi ustalar
yetişti.
Ciltçilik, alçı, çini, ayna, hakkaklık,
dokuma ve halı sanatları çok ileri seviyedeydi. Bu devirde yetişen Mîmar Koca
Sinan, Türk-İslâm sanatının birer şâheseri olan eserler yaptı.
Pekçok hayrat ve iyilikleri olan Kânûnî Sultan Süleymân Han, çok
eser yaptırdı. Süleymâniye Câmii ve külliyesi, Sultan Selim, Şehzâdebaşı,
Cihangir câmilerini; İstanbul’da, Rodos’ta kendi adıyla anılan bir câmi; yine
Anadolu, Rumeli ve Adalar’da muhteşem câmiler; medreseler, hastahâneler, yollar
ve köprüler Büyük Sultan’dan günümüze kalan yâdigârlardır.