KURAN'IN BAZI SIRLARI

 


 

"Gerçek şu ki kulluk eden bir topluluk için bunda (Kur'an'da) 'açık bir mesaj' (veya gerçek bir çıkış yolu) vardır."

(Enbiya Suresi, 106)


ALLAH, HER İNSANIN DUASINI KABUL EDER

ALLAH, ŞÜKREDENLERİN NİMETLERİNİ ARTIRIR

KADERE TESLİMİYET VE TEVEKKÜLDEKİ SIRLAR

HER OLAYDA BİR HAYIR VARDIR

HER ZORLUKLA BERABER BİR KOLAYLIK VARDIR

ALLAH İNKAR EDENLERİN ANLAYIŞLARINI KAPATIR

ALLAH KENDİSİNDEN KORKUP SAKINANLARA ANLAYIŞ VERİR

İYİLİK YAPAN İYİLİK BULUR

MÜMİNLERİN YÜZÜNDE NUR, İNKARCILARIN YÜZÜNDE ZİLLET OLUR

ALLAH'IN KÖTÜLÜKLERİ ÖRTMESİNİN SIRRI

ALLAH YOLUNDA YAPILAN HARCAMALARDAKİ HİKMETLER

İYİLİĞİN VE GÜZEL SÖZÜN ETKİSİ

ALLAH'IN İNSANLARA GENİŞLİK VERMESİNİN SIRRI

ÇEKİŞMEK GÜÇ KAYBINA NEDEN OLUR

KALPLER SADECE ALLAH'IN ZİKRİYLE HUZUR BULUR

ŞEYTANIN HİLESİ ZAYIFTIR

ÇOĞUNLUĞA UYMAK İNSANI DOĞRU YOLDAN SAPTIRIR

NİMETİN VERİLMESİNDEKİ VE ALINMASINDAKİ SIRLAR

ELÇİYE İTAAT ALLAH'A İTAATTİR

AZ SAYIDA MÜMİN, ÇOK SAYIDA İNKARCIYA ÜSTÜN GELEBİLİR

ŞİRK KOŞMADAN İMAN EDERSENİZ ALLAH DİNİNİ HAKİM EDER

DÜNYA HAYATI ASLINDA ÇOK KISADIR

ALLAH İNKARCILARIN KALPLERİNE KORKU SALAR

HİKMET VE ANLATIM ÇARPICILIĞI ALLAH KATINDAN VERİLEN BİR NİMETTİR

İNSAN DÜŞÜNCE VE NİYETİNDEN DE SORGULANACAKTIR

KALPLERDE SEVGİ YARATAN ALLAH'TIR

İNKARCILARIN VE MÜMİNLERİN ÖLÜM ŞEKİLLERİ BİRBİRİNDEN FARKLIDIR

NAMAZ KILMAK İNSANLARIN KÖTÜLÜK YAPMALARINI ENGELLER

ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLER ÖLÜ DEĞİLDİRLER

İZZET ALLAH KATINDAN VERİLİR

DOĞRU YOLU BULMANIN SIRLARI

NEFİS İNSANA VARGÜCÜYLE KÖTÜLÜĞÜ EMREDER

İNSANLARA BOLLUK VE ZENGİNLİK VERİLMESİNİN SIRLARI

ALLAH'IN İNKAR EDENLERE HEMEN AZAP VERMEMESİNİN SIRLARI

SONUÇ


 

ALLAH, HER İNSANIN DUASINI KABUL EDER

Sonsuz merhamet, şefkat ve güç sahibi olan Allah, Kuran'da insanlara çok yakın olduğunu, kendisine dua ederek birşey istediklerinde onların dualarını kabul edeceğini bildirir. Bu konuyla ilgili ayetlerden biri şöyledir:

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)

Allah, ayetinde de bildirdiği gibi her insana çok yakındır, her insanın dileğini, içinden geçirdiklerini, düşündüklerini, bir dostuna söylediklerini, fısıldaşarak konuştuklarına, hatta bilinçaltında taşıdıklarına kadar bilir. Dolayısıyla, Allah'a yönelip, ona dua eden, Allah'tan istekte bulunan her insan Allah tarafından duyulur ve bilinir. Bu, insanlar için çok büyük bir nimet ve Allah'ın rahmetinin, merhametinin ve sonsuz gücünün bir göstergesidir.

Allah, sonsuz bir güç ve ilme sahiptir. Allah, tüm evrende var olan herşeyin sahibidir. En güçlü gibi görünen insanlardan en büyük zenginliklere, en ihtişamlı gökcisimlerinden toprağın derinliklerinde yaşayan küçücük bir hayvana kadar canlı cansız her varlık Allah'a aittir ve Allah'ın irade ve idaresi altındadır.

Bu gerçeğe iman eden bir insan, Allah'tan herşeyi isteyebilir ve Allah'ın duasını kabul etmesini umabilir. Örneğin, amansız gibi görünen bir hastalığa yakalanan bir insan, elbetteki tüm tıbbi tedbirlere başvuracaktır. Ancak, şifayı verenin Allah olduğunu bilerek, Allah'a sağlığı için dua eder. Veya, içinde bir tür korku ya da endişe duyan bir insan, Allah'ın kalbine ferahlık vermesi ve onu tüm korkularından kurtarması için dua edebilir. İşinde karşısına zorluklar çıkan bir insan, Allah'ın işlerini kolaylaştırması, zorluklarını gidermesi için Allah'a yönelebilir. İnsan bunlar gibi saymakla bitmeyecek kadar çok konuda Allah'tan istekte bulunabilir. Allah'ın hidayetini artırması, onu cennette salihlerle birlikte sonsuza dek ağırlaması, cenneti, cehennemi, Allah'ın gücünü daha iyi kavrayıp anlamak için kavrayışını artırması, zenginliğinin artması gibi...

Ancak, bu noktada belirtilmesi gereken ve Kuran'da bildirilen bir sır daha vardır. Allah'ın "İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir." (İsra Suresi, 11) ayetinde de bildirdiği gibi, insanın her duası kendisi için hayırlı olmayabilir. Örneğin, bir insan çocuklarının geleceği için Allah'tan çok büyük bir mülk ve zenginlik ister. Ancak Allah onun bu isteğinde bir hayır görmeyebilir. Belki de zenginlik çocuklarının azgınlaşıp şımarmalarına neden olacaktır. Allah, bu insanın duasını duyar, duasını bir ibadet olarak kabul eder ve onun duasına en hayırlı şekilde karşılık verir. Veya bir insan bir yere bir an önce ulaşmak için dua eder. Ama belki de kendisi için o yere daha geç gitmesi ve biriyle karşılaşarak ondan ahiretine fayda getirecek bir şey öğrenmesi daha hayırlıdır; işte Allah bunu bilir ve duasına kendi düşündüğü gibi değil en hayırlı olacak şekilde icabet eder. Yani Allah o insanı işitir, ama duasında onun için bir hayır görmüyorsa, onun için en hayırlı olanı yaratır. Bu, çok önemli bir sırdır.

Bu sırrı bilmeyenler, Allah'a dua ettikten sonra duaları gerçekleşmediğinde, Allah'ın kendilerini duymadığını zannederler. Bu, çok sapkın ve cahilce bir inanıştır. Çünkü Allah insana şah damarından daha yakındır. (Kaf Suresi, 16) O, insanın her konuşmasından, her düşüncesinden, hayatının her anından haberdardır. İnsan uyurken bile, Allah onun her halini, rüyasında gördüklerine kadar bilir. Bunların tümünü yürüten Allah'tır. Dolayısıyla, insan Allah'a her dua ettiğinde, duasının Allah tarafından bir ibadet olarak kabul edildiğini bilmeli ve Allah'ın duasına kendisi için en hayırlı zamanda ve en hayırlı şekilde karşılık vereceğine iman etmelidir.

Dua, her insan için çok kıymetli bir ibadet ve büyük bir nimettir. Çünkü Allah, insana dua aracılığı ile Allah'ın hayırlı ve güzel gördüğü herşeye erişme imkanı vermiştir. Allah, "De ki: Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?…" (Furkan Suresi, 77) ayetiyle duanın insanlar için önemini bildirmektedir.

Allah sıkıntı ve ihtiyaç içinde olanın

duasını kabul eder

Dua edilen zamanlar, insanın Allah'a olan yakınlığının, dostluğunun ve Allah'a ne kadar muhtaç olduğunun en açık olarak anlaşıldığı anlardır. Çünkü insan dua ederken, hem Allah'ın karşısında ne kadar aciz ve güçsüz olduğunu anlar, hem de kendisine Allah'tan başka hiçbir gücün yardımının olamayacağının farkına varır. İnsanın duasının samimiyeti ve içtenliği ise, Allah'tan istediği şeye ne kadar ihtiyaç duyduğunu hissetmesi ile ilgilidir. Örneğin, her insan dünyaya barış ve huzur gelmesi için dua edebilir. Ancak savaşın ortasındaki bir insanın bu konudaki duası, diğerlerine göre daha sıkıntı ve ihtiyaç içinde olacak, dolayısıyla bu insan bu konuda Allah'a çok daha fazla yalvararak ve muhtaç olarak dua edecektir. Veya denizin ortasında fırtınaya yakalanmış bir gemideki ya da düşmek üzere olan bir uçaktaki insanların hepsi, Allah'a yalvara yalvara dua ederler. Dualarında son derece içten ve boyun eğici olurlar. Allah bir ayetinde bunu şöyle bildirir:

De ki: "Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: -Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz." (En'am Suresi, 63)

Allah'ın Kuran'da insanlara bildirdiği makbul dua, "yalvara yalvara"dır:

Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. (Araf Suresi, 55)

Allah bir başka ayetinde ise, sıkıntı ve ihtiyaç içinde olanın duasını kabul ettiğini bildirir:

Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz. (Neml Suresi, 62)

Elbetteki bir insanın istekleri için Allah'a yalvarması, sıkıntı ve ihtiyaç içinde dua etmesi için, ölüm tehlikesi içinde olması şart değildir. Bu örnekler, insanların, duanın samimi ve içten olması için nasıl bir ruh hali gerektiğini, gafletten kurtuldukları ölüme yakınlık anlarında nasıl Allah'a yöneldiklerini kıyas edebilmeleri açısından verilmektedir. Allah'a gönülden bağlı olan müminler ise ölümü görmeseler dahi, Rablerine her zaman samimiyetle ve acizliklerini bilerek muhtaç olarak yönelirler. Bu onları, inkar edenlerden ve imanı zayıf olanlardan ayıran önemli bir özelliktir.

Duada sınır tanımamak

İnsan, Allah'tan herşeyi, haram ve helal sınırları içinde isteyebilir. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi, Allah tüm evrenin tek hakimi ve tek sahibidir; ve eğer dilerse, insana her dilediğini verir. Dua ile Allah'a yönelen her insan, Allah'ın herşeye gücünün yettiğine, her isteğinin Allah için çok kolay olduğuna, duası kendisi için hayırla sonuçlanacaksa Allah'ın isteğini gerçekleştireceğine iman etmelidir. Kuran'da örnekleri verilen peygamberlerin ve salih müminlerin duaları, müminlerin Allah'tan neleri istediklerine dair birer örnektir. Örneğin, Hz. Zekeriya Allah'tan hayırlı bir soy istemiştir ve karısı kısır olmasına rağmen Allah onun duasına karşılık vermiştir:

Hani o (Hz. Zekeriya), Rabbine gizlice seslendiği zaman; demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım. Doğrusu ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir kısır (kadın)dır. Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et. Bana mirasçı olsun. Yakup oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim, onu (kendisinden) razı olunan(lardan) kıl." (Meryem Suresi, 3-6)

Allah, Hz. Zekeriya'nın duasını kabul etmiş ve onu Hz. Yahya ile müjdelemiştir. Hz. Zekeriya ise, bir oğlu olacağı müjdesini aldığında, karısı kısır olduğu için buna şaşırmıştır. Allah'ın Hz. Zekeriya'ya verdiği cevap müminlerin dualarında unutmamaları gereken bir sırrı içermektedir:

Dedi ki: "Rabbim, karım kısır (bir kadın) iken, benim nasıl oğlum olabilir? Ben de yaşlılığın son basamağındayım." (Ona gelen melek:) "Bu benim için kolaydır, daha önce sen hiçbir şey değil iken, seni yaratmıştım." (Meryem Suresi, 8-9)

Kuran'da duasına icabet olunan birçok peygamberin daha haberi verilmektedir. Örneğin Hz. Nuh, hidayet bulmaları için her yolu denediği, ancak buna rağmen azgınlığı giderek artan kavmi için Allah'tan azap istemiş ve Allah duasına karşılık kavmine, tarihe geçecek kadar büyük ve şiddetli bir azap vermiştir.

Hastalığı dolayısıyla Hz. Eyüp de Rabbi'ne çağrıda bulunarak "...Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." (Enbiya Suresi, 83) demiştir. Allah, Hz. Eyüp'ün duasının karşılığını Kuran'da şöyle bildirir:

Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. (Enbiya Suresi, 84)

Hz. Süleyman'ın "Rabbim beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen karşılıksız armağan edensin" (Sad Suresi, 35) şeklindeki duasına karşılık Allah ona çok büyük bir iktidar ve zenginlik vermiştir.

Dolayısıyla, dua edenler, Allah'ın gücünün herşeye yettiğini ve Allah'ın 'Ol' emriyle, herşeyin bir anda olabileceğini bilmeli ve bunlara iman ederek Allah'tan istekte bulunmalıdırlar. Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi Allah için herşey kolaydır ve Allah her duayı işitir ve bilir.

Allah, dünyayı isteyenlere dünyayı verir,

ancak onlar ahirette büyük bir kayıp içinde olurlar

Allah'tan gereği gibi korkup sakınmayan, ahirete de kesin bir bilgiyle iman etmeyen insanların istekleri sadece dünyaya yönelik olur. Onlar zenginliği, mülkü, itibarı hep bu dünyadaki hayatları için isterler. Allah, sadece dünya için istekte bulunanların ahirette bir kazançları olmayacağını bildirir. Müminler ise hem dünya hayatları hem de ahiretleri için Allah'tan istekte bulunurlar, çünkü ahiretin dünya hayatı kadar kesin ve yakın bir hayat olduğuna iman ederler. Allah, bunu bir ayetinde şöyle bildirir:

...İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur. Onlardan öylesi de vardır ki: Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasipleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir. (Bakara Suresi, 200-202)

Müminler de dualarında Allah'tan sağlık, zenginlik, ilim ve güzellik isterler. Ancak onların her dualarında Allah'ın hoşnutluğu ve dine uygun bir niyet vardır. Örneğin zenginliği, Allah yolunda kullanmak için isterler. Bu konuyla ilgili olarak Allah'ın Kuran'da örnek verdiği peygamberlerden biri Hz. Süleyman'dır. Hz. Süleyman, Allah'tan kendisine kimsenin erişemeyeceği kadar büyük bir mülk vermesini isterken bunu dünyaya yönelik bir hırs olarak değil, Allah yolunda kullanmak, insanları Allah'ın dinine çağırmak ve Allah'ı zikretmek için istemiştir. Hz. Süleyman'ın Kuran'da bildirilen sözleri onun samimi niyetinin bir göstergesidir:

"...Gerçekten ben mal sevgisini Allah'ı zikretmekten dolayı tercih ettim." (Sad Suresi, 32)

Allah, Hz. Süleyman'ın bu duasını kabul etmiş, ona hem dünyada büyük bir mülk vermiş, hem de onu ahiret nimetleriyle mükafatlandırmıştır. Bunun yanında, sadece dünya hayatını isteyen, ahireti düşünmeyenlere de Allah dünyada isteklerini verir, ancak onlara ahirette azap dolu bir hayat vardır. Dünya hayatında sahip oldukları hiçbir nimete ahirette ulaşamazlar. Allah bu önemli bilgiyi Kuran'da şu ayetleriyle insanlara bildirmektedir:

Kim ahiret ekinini isterse, Biz ona kendi ekininde arttırmalar yaparız. Kim dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun ahirette bir nasibi yoktur. (Şura Suresi,20)

Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. (İsra Suresi, 18)

ALLAH, ŞÜKREDENLERİN NİMETLERİNİ ARTIRIR

Her insan, hayatı boyunca her anı için Allah'a muhtaçtır. Soluduğu havadan yediği yemeğe, elini ayağını kullanabilmesinden konuşabilmesine, barınabilmesinden, gülüp neşelenmesine kadar Allah'ın yarattıklarına ve kendisine bağışladıklarına muhtaç olarak yaşar. Ancak insanların büyük bir çoğunluğu acizliklerini ve Allah'a muhtaç olduklarını anlamazlar. Onlar herşeyin kendiliğinden geliştiğini veya sahip oldukları şeylere kendi çaba ve çalışmaları sonucunda ulaştıklarını zannederler. Bu, hem büyük bir yanılgı hem de Allah'a karşı büyük bir nankörlüktür. Kendilerine küçücük bir hediye alan bir insana bile nasıl teşekkür edeceğini bilemeyen bu insanlar, Allah'ın hayatları boyunca kendilerine verdiği sayısız nimeti görmezden gelerek yaşarlar. Oysa Allah'ın her insana verdiği nimet, sayarak bitirilemeyecek kadar çoktur. Allah bunu bir ayetinde şöyle bildirir:

Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)

Buna rağmen, insanların büyük bir çoğunluğunu şükretmez. Bunun nedeni ise ayetlerde bildirilmektedir. İnsanları Allah'ın yolundan saptırmak için yemin eden şeytan, insanların şükretmelerini de engelleyeceğini söylemiştir. Şeytanın bu sözleri Kuran'da şöyle bildirilir:

"Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." (Araf Suresi, 17-18)

Müminler ise, sahip oldukları her nimet için ne kadar aciz ve muhtaç olduklarını düşünerek Allah'a şükrederler. Müminlerin Allah'a şükrettikleri tek nimet zenginlik, mal, mülk değildir. Herşeyin sahibinin ve hakiminin Allah olduğunu bilen müminler sağlıkları, güzellikleri, ilimleri, akılları, imanı sevmeleri, küfrü çirkin görmeleri, hidayet ehli olmaları, tertemiz müminlerle birlikte olmaları, anlayış, basiret ve feraset sahibi olmaları, güçleri dolayısıyla şükrederler. Gördükleri güzel bir manzara için, veya işleri kolay hallolduğunda, istedikleri birşey gerçekleştiğinde, güzel bir söz işittiklerinde, sevgi ve saygı gördüklerinde ve daha saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok nimetle karşılaştıklarında hemen Allah'a şükreder, O'nun merhametini, şefkatini, Rahman ve Rahim olduğunu düşünürler.

Allah, onların bu ahlakına karşılık olarak Kuran'da bir sır bildirmiştir. Bu sır, Allah'ın şükredenlere nimetlerini artıracağıdır. Örneğin sağlığı ve gücü için şükredici olan bir müslümanın Allah gücünü ve sağlığını daha da artırır. İlmi veya mülkü için şükredenlere Allah daha çok ilim ve mülk verir. Bu, onların Allah'ın verdikleri ile yetinen, sahip oldukları nimetlerle sevinen, samimi ve Allah'la dost insanlar olmalarındandır. Allah, bu sırrı Kuran'da şöyle bildirmiştir:

"Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 7)

Şükredenlerden olmak, o insanın Allah'a yakınlığının, dostluğunun ve Allah'a olan sevgisinin de bir göstergesidir. Şükredici insanlar, daima her olayda Allah'ın yarattığı güzellikleri ve nimetleri görebilme anlayış ve yeteneğine sahiptirler. İnkarcı veya nankör bir insan, en güzel ortamlarda dahi hep eksikleri, kusurları görür, onlarla mutsuz veya tedirgin olur. Allah'ın yaratışının bir hikmeti olarak da bu insanların karşılarına hep terslik gibi görünen olaylar, güzel olmayan görüntüler çıkar. Oysa güzel ve samimi bir bakışa sahip insanlar için de Allah, hep güzellikleri ve nimetleri artırarak gösterir.

Görüldüğü gibi Allah'ın şükredenlere nimetlerini artırması Kuran'ın sırlarından biridir. Ancak burada unutulmaması gereken, bu şükrün gerçek bir samimiyetle yapılması gerektiğidir. Samimi olarak Allah'a yönelerek, O'nun sonsuz şefkat ve merhametinin coşkusunu hissederek yapılamayan, sadece göstermelik olarak dile getirilen bir şükür ifadesi elbette son derece samimiyetsizdir. Ve sinelerin özünde saklı duranı bilen Allah, bu samimiyetsizliğin de şahididir. Böyle bir ruh hali içinde şükredenler, Allah'ın sinelerin özünde saklı duranı, insanların niyetlerini, gizlediklerini, gizlinin de gizlisini bildiğinin şuurunda değildirler. Rahat bir ortamda göstermelik ifadelerle şükreder ama zor bir anda rahatça nankörlük yapabilirler.

Şunu da unutmamak gerekir ki, samimi müminler, en zor koşullarda dahi şükredicidirler. Dıştan bakan bir göz, müminlerin sahip oldukları nimetlerde bir azalma görebilir. Ancak müminler her olayın ve ortamın nimet yönünü görebildikleri için bunda da bir hayır olduğunu bilirler. Örneğin, Allah insanları biraz korku, açlık ve canlardan ve mallardan eksiltme ile deneyeceğini bildirmektedir. Böyle bir durumda müminler, bunlara sabrettikleri takdirde Allah'ın kendilerini cennet nimetleri ile mükafatlandıracağını umarak, sevinir ve şükrederler. Allah'ın kendilerine hiçbir zaman güçlerinin üzerinde yük yüklemeyeceğini bilir, bunun güven ve teslimiyeti ile sabreder ve şükredici olurlar. Bu nedenle her zaman şükredenlerden olmak belirgin bir mümin vasfıdır ve Allah, şükredenlere hem ahirette hem de dünyada nimetlerini artırarak verecektir.

KADERE TESLİMİYET VE TEVEKKÜLDEKİ SIRLAR

Tevekkül, sadece güçlü bir imana sahip, Allah'ın gücünü takdir edebilen ve O'na yakın olan müminlere ait bir özelliktir. Kavrayabilenler için tevekkülde önemli sırlar ve büyük nimetler vardır. Tevekkül, Allah'a ve yarattığı kadere kesin bir teslimiyet ve güvendir. Allah, insanlar da dahil olmak üzere, canlı cansız tüm varlıklarıbir kaderle yaratmıştır. Örneğin güneşin, ayın, denizlerin, göllerin, ağaçların, çiçeklerin, küçük bir karıncanın, daldan düşen tek bir yaprağın, masanızın üzerindeki tek bir toz zerresinin, yolda yürürken ayağınıza takılan bir taşın, on sene önce satın aldığınız elbisenizin, buzdolabınızdaki şeftalinin, annenizin, ilkokul arkadaşlarınızın, sizin, kısacası herşeyin Allah katında, milyonlarca yıl önce belirlenmiş bir kaderi vardır. Ve her varlığın kaderi, Allah'ın katında Levh-i Mahfuz isimli bir kitapta yazılıdır. Kimin ne zaman öleceği, hangi yaprağın ne zaman hangi hızla yere düşeceği, buzdolabınızdaki şeftalinin ne zaman, hangi noktasından çürümeye başlayacağı, taşın ayağınıza takılana kadar geçireceği aşamalar, kısacası küçük büyük her olay bu kitapta kayıtlıdır.

Müminler, kadere iman ederler ve Allah'ın yarattığı kaderin en hayırlısı ve en güzeli olduğunu bilirler. Bundan dolayı da hayatlarının her anında tevekküllüdürler. Yani olayları Allah'ın belli bir hikmetle yarattığını ve şahit oldukları olay ne olursa olsun, Allah'ın bunda bir hayır dilediğini bilirler. Örneğin, ölümcül bir hastalığa yakalanmak, çok çetin ve acımasız bir düşman ordusu ile karşılaşmak, masum olmasına rağmen iftiralara uğramak veya insanın aklına gelebilecek en ürkütücü olaylar dahi, müminleri telaşa veya korkuya kaptırmaz. Onlar Allah'ın kendileri için yarattığını sabır ve metanetle beklerler. İman etmeyen bir insanın dehşete ve ümitsizliğe kapılacağı olaylar karşısında onlar büyük bir zevk alırlar. Çünkü en ürkütücü görüntü ve konuşma dahi, Allah katında önceden planlanmış ve insanın imtihanı için yaratılmıştır. Bunlara sabır ve tevekkülle karşılık verenler, Allah'a ve O'nun yarattığı kadere teslim olup güvenenler Allah'ın hoşnutluğunu ve sevgisini kazanacaklar, karşılığında sonsuza dek cennette yaşayacaklardır. Dolayısıyla, müminler hayatları boyunca tevekkülün konforunu ve imani neşesini yaşarlar. Bu, Allah'ın müminlere verdiği bir sır ve güzelliktir ve Allah Kuran'da tevekkül edenleri sevdiğini bildirir. (Al-i İmran Suresi, 159)

Tevekkül hakkında Kuran'da bildirilen bir başka konu ise, tedbirdir. Kuran'ın birçok ayetinde, müminlerin çeşitli konumlarda alabilecekleri tedbirler bildirilmektedir. Bununla birlikte Allah, tedbirlerin kendi takdirini değiştirmeyeceğini ancak bunların bir ibadet olarak kabul edileceğini de farklı ayetlerinde insanlara bir sır olarak verir. Hz. Yakup'un oğullarına şehre girerken tavsiye ettiği tedbirler ve bunun ardından tevekkülü hatırlatıcı olması bunun bir örneğidir. Konuyla ilgili ayet şöyledir:

Ve dedi ki: "Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah'tan hiçbir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O'na tevekkül etmelidirler." (Yusuf Suresi, 67)

Hz. Yakup'un sözlerinde de görüldüğü gibi, müminler mutlaka her konuda önlem alırlar. Ancak, Allah'ın kaderlerinde kendileri için dilediklerini değiştiremeyeceklerini bilirler. Örneğin, bir insan trafik kurallarına çok dikkat etmeli, arabasını tehlikeli bir şekilde sürmemelidir. Bu, kendisinin ve diğer insanların hayatı için önemli bir tedbir ve ibadettir. Ancak, eğer Allah bu insan için bir trafik kazasında ölmeyi yazmışsa, alacağı hiçbir tedbir onun ölümünü engelleyemez. Bazen, bir insanın aldığı önlem veya yaptığı bir hareket onu ölümden döndürmüş gibi görünebilir. Veya bir insan, hayatında ani bir karar alarak, hayatının akışını tamamen değiştirebilir, bir başkası ölümcül bir hastalığa yakalanmışken, güç ve irade göstererek hastalığını yenmiş olabilir. Ancak bütün bunlar o kişilerin kaderlerinde olduğu için böyledir. Bazı insanlar bu tür olayları "kaderini yendi", "kaderini değiştirdi" gibi son derece mantıksız ve yanlış bir şekilde yorumlarlar. Oysa hiçbir insan, en güçlü ve azimli görüneni bile, Allah'ın kendisi ve başkaları için yazdığı kaderi değiştiremez. Hiçbir insan böyle bir güce sahip değildir. Aksine her varlık, Allah'ın yarattığı kader karşısında acizdir ve aslında doğal olarak kaderine teslimdir. Sadece birçoğu bunu kabul etmek istemez. Kaderin varlığını inkar etmek de onun kaderindedir aslında. Dolayısıyla, hastalıktan veya ölümden kurtulan, ya da hayatının akışı tamamen değişen insanlar, hepsi kaderlerinde olduğu için bunları yaşarlar. Allah, bu durumu ayetlerinde şöyle bildirir:

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır.

Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)

Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi, insanın karşılaştığı her olay Allah katındaki bir kitapta önceden tespit edilerek yazılmıştır. Ve Allah, bu nedenle insanın elinden çıkana üzülmemesi gerektiğini söyler. Örneğin, büyük bir yangında veya girdiği ticaret hayatında tüm malını mülkünü kaybeden bir insan, bunu kaderinde olduğu için yaşar. Bunu engellemesi veya önüne geçmesi mümkün değildir. O zaman bunun için üzülmesi de anlamsız olacaktır. Allah, insanları kaderlerinde belirlediği birçok olayla dener. Bu olaylara tevekkül edenler, Allah'ın hoşnutluğunu ve sevgisini kazanırlar. Tevekkülsüz davrananlar ise, hem dünyada sıkıntı, huzursuzluk ve mutsuzluk yaşarlar, hem de ahirette sonsuz bir azapla karşılık görürler. Tevekkülün insan için hem dünyada hem de ahirette büyük bir kazanç ve kolaylık olduğu çok açık bir gerçektir. Allah, tevekkülle ilgili sırları müminlere vererek onların üzerinden zorlukları almış ve onlar için dünya hayatındaki imtihanı kolay hale getirmiştir.

HER OLAYDA BİR HAYIR VARDIR

Müminlerin tevekküllerini kolaylaştıran ve sağlamlaştıran bir başka sır ise, Allah'ın her olayı bir hayırla yarattığını bildirmesidir. Allah, Kuran'da, şer gibi görünen olaylarda dahi bir hayır olduğunu insanlara şöyle haber verir:

"…belki, bir şey hoşunuza gitmez, ama Allah onda çok hayır kılar." (Nisa Suresi, 19)

"…Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216)

Müminler bu sırrı bildikleri için, karşılaştıkları her olayda hayır ve güzellik ararlar. Aksilik, zorluk veya eksiklik gibi görünen hiçbir olay onları üzmez, sıkmaz, telaşlandırmaz. Bu halleri büyük küçük her olayda süreklidir. Samimi bir müslümanın yıllar boyunca çalışarak sahip olduğu tüm mallar elinden gitse bile, bunda bir hayır ve hikmet arar. Örneğin Allah'ın hayatını bağışlamasına şükreder. Allah'ın kendisini bir kötülükten, harama girmekten veya mal ve para hırsı yaparak Allah'ın yolundan şaşırıp sapmaktan korumuş olabileceğini düşünür. Buna da şükreder. Çünkü, insan dünya hayatında ne kaybederse kaybetsin, bu kaybı ahiretteki kayıpla bir olmaz. Ahireteki kayıplar, insanın sonsuza kadar dayanılmaz bir azap içinde kalması demektir. Ahireti düşünerek yaşayan bir insan için dünya hayatındaki olayların her biri ahirete yönelik bir hayır ve güzelliktir. Böyle bir olay yaşayan insan aczini ve muhtaçlığını daha da iyi anlayarak, Allah'a dua ve tefekkürle daha çok yönelecek ve yakınlaşacaktır. Bu da insanın ahireti için çok önemli bir hayır ve güzellik demektir. Ayrıca böyle bir olaya tevekkül edip sabır göstererek Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış olacaktır. Allah'ın hoşnutluğu ise herşeyin üzerindedir.

İnsanın sadece büyük ve önemli olaylarda değil, günlük hayatının her anında gerçekleşen olaylarda hayır ve güzellik araması gerekir. Örneğin büyük bir özenle hazırladığı yemeği yakan biri için, yemeğinin yanması birçok önlem almasına vesile olur ve ilerideki daha büyük bir kaza bu önlemler sayesinde engellenmiş olur. Genç biri istediği ve uğrunda çok çalıştığı okulu kazanamayabilir. Bunda da hayır olduğunu bilmeli, belki de Allah'ın onu o okuldaki bazı tehlikelerden, yaşamını olumsuz etkileyebilecek kişilerden veya çevrelerden koruduğunu düşünebilmeli, bu sonuca sevinebilmelidir. Veya Allah'ın her olayda kendilerinin bilmediği, hatta hayal dahi edemediği daha birçok hayır yaratmış olabileceğini düşünerek Allah'a teslimiyetin güzelliğini yaşamalıdır.

İnsan her zaman her olayın ardındaki hayır ve hikmeti göremeyebilir. Ancak, göremese bile mutlaka bir hayır olduğunu bilir ve Allah'ın kendisine olayların ardında gizlenen hayır ve hikmetleri göstermesi için dua eder.

Her olayın hayırla oluştuğunu bilen insanlar "keşke", "vah vah" gibi ifadeler de kullanmazlar. Hataların, eksikliklerin, unutkanlıkların, ters gibi görünen olayların hepsinde büyük hayırlar vardır ve hepsi insan için kaderin bir eğitimidir. Allah, herkes için ayrı ayrı yarattığı kaderde insanlara çok önemli dersler ve hatırlatmalar gösterir. Bunları akıl ve hikmet gözüyle değerlendiren insanlar için ortada eksiklikler, unutkanlıklar, terslikler değil, Allah katından bir ders, eğitim, uyarılar ve hikmetler vardır. Örneğin, daha önce örneğini verdiğimiz dükkanı yanan müslüman vicdanıyla hemen nefis muhasebesi yapar ve belki de Allah'ın kendisini dünya malına ve hırsına karşı uyardığını ve denediğini düşünerek, daha da ihlaslı ve samimi olur.

Sonuçta insan dünyada hangi olayla karşılaşırsa karşılaşsın, o olay geçer biter. Her insan hayatındaki en zorlu veya en tehlikeli günü düşünse, bunun zihninde sadece bir anı olarak kalmış ve bitmiş bir hayal olduğunu görecektir. İnsanlar izledikleri film sahnelerini de aynı şekilde hatırlarlar. Dolayısıyla, insan için en önemli veya en "sarsıcı" gün dahi bir gün gelecek ve izlenen bir film karesi gibi bir anı, bir hayal olarak akılda kalacaktır. Ancak bu anıdan geriye tek birşey kalır ve o sonsuza kadar devam eder: O da, bu kişinin o zor anda gösterdiği tavır ve Allah'ın o kişiden hoşnut olup olmamasıdır. İnsan yaşadıklarından değil, yaşadıkları sırasında gösterdiği tavır, düşünce ve samimiyetinden sorgulanacaktır. Dolayısıyla, her olayda Allah'ın yarattığı hayır ve hikmetleri görmeye çalışmak ve ona göre bir tavır içinde olmak, müminlere dünyada ve ahirette büyük bir kazanç sağlar. Bu sırrı bilen müminler için dünyada ve ahirette korku ve hüzün olmaz. Hiçbir insan, hiçbir güç ve hiçbir olay müminlere korku, mutsuzluk, ümitsizlik gibi olumsuz haller vermez. Allah bu sırrı da Kuran'da şöyle bildirir:

Dedi ki: "Oradan tümünüz inin. Bundan sonra size benden bir hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır." (Bakara Suresi, 38)

Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. Onlar iman edenler ve (Allah'tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Yunus Suresi, 62-64)

HER ZORLUKLA BERABER BİR KOLAYLIK VARDIR

Allah dünyayı insanları imtihan etmek için yaratmıştır. Ve imtihanın gereği olarak her insanı bazen bolluk ve güzellik vererek, bazen de şiddetli sıkıntılara uğratarak dener. Olayları, Kuran'da bildirilen gerçeklere göre değerlendirmeyen insanlar, karşılaştıkları zorluklar karşısında ne yapacaklarını bilemez, karamsarlığa kapılır, ümitsizliğe düşerler. Oysa, Kuran'da Allah'ın bu konu ile ilgili olarak bildirdiği ve ancak samimi bir imana ve teslimiyete sahip olan kulların görebildiği önemli bir sır vardır. Bu sırrı Allah şöyle bildirmiştir:

Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 5-6)

Allah'ın ayetlerde bildirdiği gibi, yaşanan durum ne kadar zor ve içinden çıkılması güç gibi görünüyorsa da, Allah müminler için mutlaka o durumdan çıkmayı kolaylaştıracak, söz konusu zorluğu hafifletecek bir sebep yaratmıştır. Mümin güzel bir sabırla sabrettiğinde ve sabrında sebat gösterdiğinde, tüm zorluklarla beraber Allah'ın bir de kolaylık verdiğini görecektir. Nitekim Allah başka ayetlerinde de Kendisi'nden korkup sakınan kullarına yol göstereceğini, onları nimetlendireceğini müjdelemiştir:

… Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir; ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter… (Talak Suresi, 2-3)

Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden

fazlasını yüklemez

Allah sonsuz merhameti, şefkati ve adaleti ile, yarattığı her olayda hem bir kolaylık kılar, hem de her insanı gücüne göre denemelerden geçirir. Allah'ın insanlara emrettiği ibadetler, onları denemek için yarattığı zorluklar, insanlara yüklediği sorumlukların hepsi insanların gücü oranındadır. Bu iman edenler için bir müjde ve rahatlık, Allah'ın rahmetinin bir göstergesidir. Allah, bu sırrı ayetlerinde şöyle bildirir:

"Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz." (En'am Suresi, 152)

İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır. (Araf Suresi, 42)

Hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz; elimizde hakkı söylemekte olan bir kitap vardır ve onlar hiçbir haksızlığa uğratılmazlar. (Mü'minun Suresi, 62)

Allah'ın dinine uymak kolay olandır

Insanların büyük bir çoğunluğu, dinin hayatlarını zorlaştıracağını, onlara birtakım ağır sorumluluklar yükleyeceğini zannederler. Bu, şeytanın dinden saptırmak için insanlara verdiği bir vesvese ve büyük bir yanılgıdır. Önceki konularda da değinildiği gibi, din kolaylıktır. Allah, iman eden insanlara zorlukların ardından kolaylık dilediğini bildirir. Ayrıca tevekkül ve kadere iman gibi dinin temel konuları, insanın üzerindeki tüm ağırlıkları, zorlukları, sıkıntı ve hüzün veren tüm olayları kaldırır. Dine uyan bir insan için sıkıntılı, hüzün veya ümitsizlik veren hiçbir konu kalmaz. Allah, birçok ayetinde Kendisine uyanları ve dinine yardım edenleri yardımıyla destekleyeceğini ve onları hem dünyada hem de ahirette güzel bir hayatla yaşatacağını vaat eder. Vaadinden asla dönmeyen Rabbimizin bu konu hakkındaki sözleri şöyledir:

"(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir." (Nahl Suresi, 30)

Allah, bunun yanında dinine uyanları bu kolay olan yolda başarılı kılacağı sırrını da müminlere müjdeler:

"Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa, Ve en güzel olanı doğrularsa, Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız." (Leyl Suresi, 5-7)

Kuran'da bildirilen bu sırlardan anlaşıldığı gibi, Allah'ın dinine samimi olarak yönelen insan en başından başarılı olacağı, dünyada da ahirette de kazanç elde edeceği bir yolu seçmiştir. İnkar edenler içinse, tam tersi söz konusudur. Onlar da en başından kaybedilmiş, hüzün, mutsuzluk ve kayıp dolu bir dünya ve ahiret hayatına sahip olurlar. Onlar inkara karar verdikleri anda, hem dünyalarını hem de ahiretlerini kaybederler. Allah, bunu ayetlerinde şöyle bildirir:

"Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse, ve en güzel olanı yalan sayarsa, Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız." (Leyl Suresi, 8-10)

Allah herşeyin sahibi ve yaratıcısıdır. Elbetteki Allah'ın dostluğunu, yardımını, desteğini kazanmak bir insan için tüm güçlerin ve desteklerin üzerindedir. Kim Allah'ı dost edinir ve O'na teslim olursa, o insanın dünyada ve ahirette çok büyük bir kazanç ve güzellik içinde yaşayacağı, hiçbir olaydan ve hiçbir insandan zarar görmeyeceği kesin bir gerçektir. Öyle ise, akıl ve vicdan sahibi her insanın, Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu sırları kavrayıp, akılcı ve doğru olanı seçmesi gerekir. İnkarcıların bu açık gerçekleri anlayamamaları ise ayrı bir sırdır. Onlar ne kadar zeki veya kültürlü olurlarsa olsunlar, Allah onların akıllarını almıştır ve bu gerçekleri görmeleri engellenmiştir.

ALLAH İNKAR EDENLERİN ANLAYIŞLARINI KAPATIR

Allah'ın Kuran'da bildirdiği sırların en önemlilerinden biri bazı insanların Kuran'ı anlayamamalarıdır. Bu aslında çok büyük bir sırdır. Çünkü Kuran çok açık, çok anlaşılır bir kitaptır. Dileyen her insan Kuran'ı okuyabilir, Allah'ın emirlerini, beğendiği ahlakı, cennet ve cehennemin özelliklerini ve elinizdeki bu kitabın konusu olan birçok sırrı Kuran'dan öğrenebilir. Ancak, Allah'ın yarattığı bir hikmet olarak insanların bir kısmı çok açık olmasına rağmen Kuran'ı anlayamamaktadır. Üstelik bu insanlar, atom mühendisi, biyoloji profesörü olabilmekte, fizik, kimya, matematik gibi en zor bilim dallarını çok iyi anlayabilmekte, dahası budizmi, hinduizmi, şintoizmi, materyalizmi, komünizmi kavramakta, ama Kuran'ı anlayamamaktadırlar. Kuran dışı sistemlerin karmaşık yapılarını hayatlarına geçiren insanlar, Allah'ın apaçık ve kolay dinini bir türlü kavrayamamakta, en açık konuları bile çözememektedirler.

Böylece en kolay olanı anlayamamalarıyla kendileri üzerinde önemli bir mucize tecelli etmektedir. Allah, onların bu kadar şiddetli bir anlayış ve kavrayış eksikliğine sahip olduklarını göstererek, bazı insanların farklı bir yaratılışta olduğunu açıklamaktadır. Öte yandan bu, bütün insanların kalplerinin, akıl ve anlayışlarının tamamıyla Allah'ın kontrolünde olduğunun bir delilidir. Çünkü Allah büyüklüğe kapılan, yani Allah'a boyun eğmeyen kişilerin kalplerini, kavrayışlarını kapatacağını söylemektedir. Kuran'ın dışında herşeyi anlayıp, sırf Kuran'ı anlayamamaları onların Allah tarafından ayetlerden engellendiğini, samimiyetsizliklerinden ötürü Kuran'dan uzak tutulduklarını göstermektedir. Allah'ın Kuran'da bu konuyla ilgili olarak bildirdiği ayetlerden bazıları şöyledir:

Kur'an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık. Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur'an'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler." (İsra Suresi, 45-46)

Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, hangi 'apaçık-belgeyi' görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o inkar etmekte olanlar, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: "Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" derler. (En'am Suresi, 25)

Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar. (Kehf Suresi, 57)

Ayetlerde de görüldüğü gibi, inkar edenlerin ayetleri anlayamamalarının sırrı Allah tarafından kavrayışlarının kapatılmasıdır. Allah, inkar etmelerinden dolayı bu insanların kalplerini mühürlemiştir; böylece Kuran'ı anlayamazlar. Bu aynı zamanda Allah'ın büyüklüğünü, her insanın kalbinin, düşüncelerinin hakimi olduğunu gösteren büyük bir mucizedir de.

ALLAH KENDİSİNDEN KORKUP SAKINANLARA ANLAYIŞ VERİR

Kuran ayetlerinde müjdelenen bir diğer sır, Allah'ın Kendisi'nden korkanlara "doğruyu yanlıştan ayıran bir anlayış" verdiğidir ki bu anlayışın adı "akıl"dır. Allah bunu Enfal Suresi'nde şöyle bildirir:

"Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir." (Enfal Suresi, 29)

Bir önceki konuda sözedildiği gibi, Allah inkar edenlerin akıllarını ve anlayışlarını kapatır. Bu insanlar ne kadar zeki olurlarsa olsunlar, akıldan yoksun olurlar ve dinle ilgili en açık konuları dahi kavrayıp anlayamazlar. Akıl, sadece müminlere has bir özelliktir. Toplum içinde pek çok insan zeka ile aklın aynı şey olduğunu zanneder. Oysa zeka her insanın sahip olduğu zihinsel bir yetenektir. Örneğin bir insanın atom mühendisi olması veya matematikte başarılı olması onun zeki olduğunu gösterir. Akıl ise kişinin Allah'tan korkması ve vicdanını kullanması ile artan bir özelliktir, zeka ile bir ilgisi yoktur. Bir insan çok zeki olabilir ama Allah korkusu yoksa akıllı değildir.

Bu yüzden akıl, inananlara verilen çok büyük bir nimettir. Böyle bir anlayıştan yoksun olan insan içinde bulunduğu kötü durumun dahi farkına varamayacak haldedir. Örneğin, sahip olduğu gücü ve imkanı kendinden zanneden bir insan bununla böbürlenir, kibirlenir ve insanlara gösteriş yapar. Bu o insanın akılsızlığının bir göstergesidir. Çünkü, akıl sahibi olsa, Allah tarafından yaratılmış, Allah dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyen aciz bir insan olduğunu bilir ve ona göre tevazu ile davranır. Allah'ın dilemesi ile birkaç saniye içinde elindeki tüm mülkün yerle bir olabileceğini, veya kendisinin ölümle karşılaşarak herşeyini dünyada bırakıp hesap vermek üzere cehennemin kenarında durdurulabileceğini düşünmez. Bunlar aklına bile gelmez. Halbuki tüm bunlar, onun sahip olduklarından daha kesin ve gerçektirler. Ancak Allah'tan korkup sakınan müminler bu anlayışa sahiptirler ve onlar dünya hayatının aldatıcı yönüne kapılmaz, herşeyin iç yüzünü ve gerçek yönünü bilerek yaşarlar. Allah imanlarından dolayı müminlere anlayış verir ve Allah'a olan yakınlıkları arttıkça, anlayış ve kavrayıştaki derinlikleri de artar, Allah'ın yaratışındaki sırlara daha çok vakıf olurlar.

İYİLİK YAPAN İYİLİK BULUR

Allah'ın Kuran'da bildirdiği sırlardan bir diğeri de, iyilikte bulunanların dünyada ve ahirette mutlaka iyilikle karşılık görecekleridir. Bu konuyla ilgili ayetlerden biri şöyledir:

De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah'ın Arz'ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." (Zümer Suresi, 10)

Ancak, bunun için gerçek iyiliğin ne olduğunun bilinmesi gerekir. Her toplumda yaygın olan bir iyilik anlayışı vardır; güleryüzlü olmak, dilencilere para vermek veya herşeyi anlayışla karşılamak gibi. Oysa gerçek iyilik Kuran'da bildirildiği gibidir. Allah, bir ayette gerçek iyiliğin ne olduğunu şöyle açıklar:

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)

Ayette de dikkat çekildiği gibi, bir kişinin iyilikte bulunması, Allah'tan korkup sakınarak, ahiretteki hesabını düşünmesi ve vicdanını kullanarak her an Allah'ı en çok hoşnut edecek davranışı seçmesidir. Allah, imanlarından, Allah korkularından ve Allah'a duydukları sevgiden dolayı sürekli iyilik işleyenleri seveceğini ve onlara iyilikle karşılık vereceğini bildirmektedir:

Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever. (Al-i İmran Suresi, 148)

...Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)

Bu, iyilikte bulunarak fedakarlık yapanlara, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için ciddi bir çaba gösterenlere Allah'ın Kuran'da bildirdiği bir müjdedir. Allah, hem dünyada hem de ahirette böyle insanları güzel bir hayatla yaşatacağını müjdelemektedir. Bu, hem maddi hem de manevi nimetlerde bir artıştır. Kuran'da kimsenin erişemeyeceği kadar büyük bir mülke kavuşan Hz. Süleyman, Mısır hazinelerinin yönetimine geçen Hz. Yusuf bu konuda örnektirler. Allah, Hz. Muhammed için de "Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi?" (Duha Suresi, 8) ayetiyle, Peygamberimiz'in üzerine yaydığı nimetini bildirmektedir.

Unutmamak gerekir ki, dünyada güzel ve ihtişamlı bir yaşam yalnızca geçmişte yaşamış müminlere verilmiş bir nimet değildir. Allah her dönemde iman eden kullarını güzel bir hayatla yaşatacağını da vaat etmiştir:

Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)

Müminler hiçbir zaman dünyanın peşinde koşmazlar. Dünya malının, itibarının ve gücünün hırsını yapmazlar. Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi, onlar ahireti satın almak için canlarını ve mallarını satarlar. Ne alışverişleri, ne ticaretleri onların ibadetlerini, Allah'ı anmalarını, din için hizmette bulunmalarını engellemez. Hatta, açlık ve yoksullukla denendiklerinde dahi, son derece teslimiyetli ve sabırlı olurlar ve asla şikayette bulunmazlar. Peygamberimiz döneminde hicret eden müminler bunun bir örneğidir. Onlar, Allah yolunda evlerini, işlerini, ticaretlerini, tüm mallarını, bağlarını, bahçelerini arkalarında bırakarak, başka bir şehre gitmişler ve çok azla yetinmeyi bilmişlerdir. Bunların karşılığında ise sadece Allah'ın kendilerinden hoşnut olmasını dilemişlerdir. Allah, müminlerin bu samimi, katıksız olarak ahiret yurdunu düşünen kanaatkarlıklarına karşılık olarak onları daima rızıklandırmış ve güzel ve temiz nimetler içinde yaşatmıştır. Bu nimetler ve zenginlikler ise onların dünyaya bağlanmalarına değil, aksine Allah'a şükredip O'nu anmalarına vesile olmuştur. Allah'ın vaadinin bir sonucu olarak, bu ahlaklarına karşılık her mümin dünyada güzel bir hayatla yaşar.

Her İyiliğin Kat Kat Artırılarak Sahibine Dönmesi

Allah iyilikte bulunan kullarına verdiği karşılığı kat kat artıracağını da vaat etmiştir. Allah'ın Kuran'da bu konu ile ilgili olarak bildirdiği ayetlerden bazıları şöyledir:

Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır, kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (En'am Suresi, 160)

Gerçek şu ki, Allah zerre ağırlığı kadar haksızlık yapmaz. (Bu ağırlıkta) Bir iyilik olursa, onu kat kat kılar ve kendi yanından pek büyük bir ecir verir. (Nisa Suresi, 40)

Allah'ın iyiliğin karşılığını kat kat kılmasının en güzel göstergesi dünya hayatı ve ahiret hayatı arasındaki farktır. Dünya hayatı ortalama 60 yıl süren çok kısa bir zaman dilimidir. Oysa bu dünyada salih olan, iyilik yapan insanlar, kısacık bir ömürde yaptıkları iyiliklere karşı ahirette sonsuz bir güzellikle karşılık göreceklerdir. Allah bu vaadini bir ayetinde şöyle bildirmiştir:

Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır… (Yunus Suresi, 26)

Bunun ne kadar büyük bir mükafat olduğunu anlayabilmek için "sonsuz" kavramı üzerinde biraz düşünmek gerekir. Dünya üzerinde bugüne kadar yaşamış ve bundan sonra yaşayacak olan tüm insanların, hayatlarının her saniyesini sayı sayarak geçirmiş olduklarını düşünelim. Kuşkusuz bu insanların tümünün saydıkları sayılar ard arda eklenerek bir sayı elde edilse, burada telaffuz edilemeyecek büyüklükte bir sayı çıkar. Ama bu olağanüstü sayı dahi "sonsuz" kavramının yanında sıfırdan farksızdır. Çünkü "sonsuz" demek asla bitmeyen ve tükenmeyen bir süre demektir. Dünyada Allah için yaşayan insanların ahirette yurtları cennet olacak ve orada süresiz kalacak, sınırsızca nefislerinin istediği ve ruhlarının zevk aldığı herşeye sahip olacaklardır. Kuşkusuz bu, Allah'ın rahmetinin genişliğini kavrayabilmek için üzerinde düşünülmesi gereken bir örnektir.

MÜMİNLERİN YÜZÜNDE NUR, İNKARCILARIN YÜZÜNDE ZİLLET OLUR

Allah'ın Kuran'da bildirdiği sırlardan biri de, imanın ve inkarın insanların yüzlerine ve derilerine yansımasıdır. Allah birçok ayetinde iman edenlerin yüzlerinde bir nur, inkarcıların yüzlerinde ise karanlık bir zillet olduğunu bildirir:

Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden bakarlar... (Şura Suresi, 45)

Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 26-27)

Allah'ın bu ayetlerde bildirdiği gibi, inkarcıların yüzünde zillet ve bir karartı vardır. Buna karşın müminlerin yüzleri ise nurludur. Allah onların, yüzlerindeki secde izinden tanındıklarını bildirir:

Muhammed, Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir… (Fetih Suresi, 29)

Allah başka ayetlerinde de inkarcıların ve suçluların simalarından tanındıklarını bildirir:

(Çünkü o gün) Suçlu-günahkarlar, simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar. (Rahman Suresi, 41)

Eğer biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir. (Muhammed Suresi, 30)

Bir insanın imanına veya suçlu bir günahkar olmasına göre yüzünde fiziksel değişiklikler meydana gelmesi Allah'ın büyük bir mucizesi ve Kuran'da bildirdiği önemli bir sırdır. Manevi hisler, fiziksel olarak bedende etki meydana getirmekte, o insanın tüm hatları aynı kalmasına rağmen yüzündeki ifadesi değişmekte, yüzüne bir karanlık veya aydınlık gelmektedir. Çevresine iman gözüyle bakan bir insan, Allah'ın insanlarda meydana getirdiği bu mucizesini eğer Allah dilerse görebilir.

ALLAH'IN KÖTÜLÜKLERİ ÖRTMESİNİN SIRRI

Müminlerin hedefi Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmaktır. Ancak, insan zayıf ve unutkan yaratılmıştır; bu nedenle birçok hatası veya eksiği olabilir. Kullarını en iyi bilen, sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah, samimi kullarının kötülüklerini örteceğini ve onları kolay bir hesap ile sorguya çekeceğini bildirmiştir:

Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse, o, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek, ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır." (İnşikak Suresi, 7-9)

Allah, elbetteki her insanın kötülüklerini iyiliğe çevirmez. Allah'ın kötülüklerini örterek affettiği müminlerin özellikleri de Kuran'da bildirilmiştir:

Büyük günahlardan kaçınanlar

Allah bir ayette "Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi 'onurlu-üstün' bir makama sokarız." (Nisa Suresi, 31)diye bildirir. Bunu bilen müminler Allah'ın çizdiği sınırlara çok dikkat eder, bunların dışına çıkmaktan ve harama girmekten sakınırlar. Eğer unutarak, yanılarak veya gaflete kapılarak bir hataları olursa, hemen Allah'a yönelir ve tevbe ederek, O'ndan bağışlanma dilerler.

Allah hangi kulların tevbesini kabul edeceğini ise yine Kuran'da bildirmiştir. Buna göre bir insanın "Allah nasıl olsa affeder" diye düşünerek sürekli hata işlemesi büyük bir yanılgıdır. Çünkü Allah ancak cehalet nedeniyle kötülük yapan ve yaptığını farkettiği anda direnmeden ve vakit kaybetmeden tevbe eden ve davranışlarını düzelten kullarının tevbelerini kabul etmektedir. (Nisa Suresi, 17-18)

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi, bir insanın kusurlarının örtülmesi ve din gününde pişman olmaması için yapması gereken şeylerden biri günaha girmekten şiddetle kaçınmasıdır. Günaha giren bir müminin ise yapması gereken, hemen Allah'a kesin bir tevbe ile tevbe etmektir.

Salih ameller işleyenler

Allah, başka ayetlerinde ise, salih amellerde bulunanların kötülüklerini örteceğini bildirir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

Sizi toplanma günü için bir arada toplayacağı gün; işte bu aldanma (teğabün) günüdür. Kim Allah'a iman edip salih bir amelde bulunursa (Allah) onun kötülüklerini örter ve içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük 'mutluluk ve kurtuluş (fevz)' budur. (Tegabun Suresi, 9)

Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Furkan Suresi, 70)

Bir insanın, sadece Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yaptığı her eylem ve davranış salih bir ameldir. Örneğin bir insanın Allah'ın dinini insanlara anlatması, tevekkülsüz birine kaderi hatırlatması, dedikodu yapanı engellemesi, evini ve bedenini temiz tutması, ilmini ve kültürünü artırması, güzel söz söylemesi, insanlara ahireti hatırlatması, hasta olan birini kollaması, yaşlı birine sevgi ve şefkat göstermesi, hayır için kullanacağı parayı kazanmak için çalışması, kötü söze iyilik ve sabırla karşılık vermesi gibi insanın her tavrı Allah'ın hoşnutluğu için yapıldığında salih amel olur. Ahirette, Allah'ın kötülüklerini örterek iyiliklere çevirmesini dileyenler, daima Allah'ın en hoşnut olacağı tavrı seçmelidirler. Bunun için insanın ahiret günü vereceği hesabı düşünmesi gerekir. Örneğin, ahiret gününde cehennem ateşinin yanında durdurulan bir insana, dünya hayatında işlediği kötülükler gösterilse ve ona, bu kötülüklerinin bağışlanması için salih amellerde bulunması gerektiği söylense bu insanın tavrının nasıl olacağı açıktır. Cehennem ateşini yanıbaşında gören, cehennemdeki insanların umutsuzluklarını, pişmanlıklarını, azaptan dolayı çıkardıkları ızdırap dolu inlemeleri duyan, cehennemdeki azabın nasıl olacağına gözleriyle şahit olan bir insan, Allah'ı en hoşnut edecek davranışları seçecek ve vargücüyle çaba gösterecektir. Bu durumdaki bir insan, salih amellerde bulunmak konusunda gevşeklik gösteremez, asla tembellik yapamaz, Allah'ı daha hoşnut edecek bir tavır varken, daha az hoşnut edecek olanı seçemez, umursuzluk yapamaz veya asla gaflete düşemez. Çünkü cehennem her an yanıbaşındadır ve ona sonsuz hayatını ve Allah'ın azabını her an hatırlatmaktadır. Bu durumdaki bir insan yapacağı amelleri geciktirip ertelemez de. Vicdanının emrettiği herşeyi derhal ve eksiksizce yapar. İbadetlerinde çok titiz ve devamlı olur. İşte, Allah, dünya hayatında da, sanki cehennemi görüp de gelmiş, ya da cehennemi her an yanıbaşında gören biri gibi, salih amellerde bulunan, Allah'tan ve ahiretten korkup sakınarak davrananların kötülüklerini iyiliğe çevirecektir. Bu müminler, ahirete kesin bir bilgiyle iman ederler ve Allah'ın azabından şiddetle korkup sakınırlar.

ALLAH YOLUNDA YAPILAN HARCAMALARDAKİ HİKMETLER

İnsanı maddi ve manevi pisliklerden temizleyen, nefsini eğiterek Allah'ın hoşnut olduğu bir ahlaka erişmesine vesile olan en önemli ibadetlerden birisi de Allah yolunda ve hayır için yapılan harcamalardır. Allah Peygamberine müminlerin mallarından sadaka almasını bu şekilde onları temizlemesini bildirmiştir.

"Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun…" (Tevbe Suresi, 103)

Ancak, insanların temizlenip arınmalarına vesile olan harcamalar, Kuran'da bildirildiği şekilde yapılan harcamalardır. İnsanlar yolda gördükleri dilencilere bozuk paralarından biraz verdiklerinde ya da eski kıyafetlerini fakir gördükleri bir iki kişiye dağıttıklarında veya aç gördükleri birini doyurduklarında, üzerlerine düşen sorumluluğu fazlasıyla yerine getirdiklerine inanırlar. Bunların hepsi elbette Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yapıldığında Allah katında sevabı olan davranışlardır. Ancak, Allah'ın Kuran'da bildirdiği sınırlar vardır. Örneğin Allah, ihtiyaçlardan arta kalanın infak edilmesini bildirir:

...Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı. Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz;" (Bakara Suresi, 219)

İnsanın dünya hayatında yaşaması için gerekli olan ihtiyaçları çok azdır. İnsanın ihtiyaçları için kullandığı miktar dışında sahip olduğu mal ihtiyaçtan arta kalan demektir. Önemli olan neyin harcandığı değil kişinin samimi olarak verebileceği neyse onu vermesidir. Allah herşeyin doğrusunu bilir ve insanların ihtiyaçlarından arta kalan miktarın ne kadar olduğunu tamamen insanın aklına ve vicdana bırakmıştır. Dünya hırsı olmayan, dünyalarını ahiretlerine karşılık olarak satmış bulunanlar için infak çok kolay bir ibadettir. Allah, dünya hırsı olanların veya içinde biraz bile dünyaya bağlılığı bulunanların da mallarından infak ederek arınmalarını ve dünya hırsını bırakmalarını istemiştir. Şüphesiz bu müminlerin ahiretleri için çok önemli bir ibadettir.

İnsan sevdiği şeylerden de ihtiyaç içinde

olanlara vermelidir

İnsanlar başkalarına bir iyilikte bulunacakları zaman bu yapılan iyiliğin kendilerine hiç dokunmamasını isterler. Örneğin ihtiyaç içindeki birine eşyalar verecek biri kendi sevmediği, belki hiç kullanmadığı veya kullanmayacağı şeyleri verir.

Allah kişinin kendisine uygun görmediği, eski bulduğu, kullanılmayacağına kanaat getirdiği mallarından ziyade, sevdiği beğendiği eşyalarından infak etmesinin makbul olduğunu emretmiştir. İnsanın sevdiği şeyleri infak etmek zoruna gidebilir ancak insanın temizlenmesi ve iyiliğe erişebilmesi için böyle bir fedakarlıkta bulunması gerekir. Bu Allah'ın bize bildirdiği önemli bir sırdır. Allah bunun dışında insanın asla iyiliğe eremeyeceğini bildirmiştir:

Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Al-i İmran Suresi, 92)

Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık olandır. (Bakara Suresi, 267)

Allah yolunda yapılan harcamalar Allah'a

yakınlaşmak için bir yoldur

Bir müslüman için hiçbir şey, Allah'ın hoşnutluğundan ve O'nun sevgisini kazanmaktan daha üstün değildir. Mümin hayatı boyunca sürekli olarak kendisini Allah'a yakınlaştıracak vesileler arar. Allah bir ayetinde müminlere bunu şöyle bildirir:

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cehd edin (çaba gösterin), umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 35)

Allah Kuran'da müminlere bir sır ve bir müjde olarak yaptıkları infakların Kendisine yakınlaşmaya sebep olduğunu bildirmiştir. Bu nedenle sevdiği şeylerden ve ihtiyaçlarının arta kalanını infak etmek müslümanlar için bir zorluk değil, aksine Allah'a olan bağlılıklarını ve sevgilerini gösterecekleri çok değerli bir fırsattır. Konu ile ilgili ayet şöyledir:

"Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini Allah katında bir yakınlaşmaya ve elçinin dua ve bağışlama dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır. Allah da onları kendi rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Tevbe Suresi, 99)

Allah için yapılan her harcamanın güzel

bir karşılığı vardır

Allah'ın infak konusu ile ilgili olarak bildirdiği bir diğer sır ise kişinin aslında bir fedakarlık yaparak infak ettiği şeyin mutlaka kendisine geri döneceğidir. Bu Allah'ın önemli bir vadidir. Yoksulluk korkusu yaşamadan Allah yolunda mallarını infak eden insanlar hayatları boyunca hiç ummadıkları nimetlerle rızıklandırılırlar. Hayır olarak infak ettikleri herşey kendilerine eksiksiz olarak ödenir. Allah'ın bu vaadinin bildirildiği ayetlerden bazıları şöyledir:

Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz -haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size eksiksizce ödenecektir. (Bakara Suresi, 272)

…Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız. " (Enfal Suresi, 60)

De ki: "Şüphesiz benim Rabbim, kullarından rızkı dilediğine genişletip-yayar ve ona kısar da. Her neyi infak ederseniz, O (Allah), yerine bir başkasını verir; O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. (Sebe Suresi, 39)

Müminler mallarını ve canlarını infak ederken sadece Allah'ın rızasını ve cennetini isterler, ancak ayetlerde görüldüğü gibi Allah'tan bir sır olarak her ne infak ederlerse kendilerine geri ödenir. Ayette bildirildiği gibi Allah yerine başkasını verir. Bunlar hem dünyadaki nimetler hem de hepsinin üzerinde Allah'ın cennette müminler için hazırladığı nimetlerdir. İnfak edenlerin aksine, mallarını cimrilikle tutan veya Allah'ın sınırlarını çiğneyerek mallarını artırmaya çalışanların ise Allah bereketlerini kısar. Bununla ilgili ayetlerden biri faiz alanların durumunu bildirir:

Allah, faizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez. (Bakara Suresi, 276)

Allah, mallarını infak edenlerin Allah katından kavuşturuldukları bereketi başka ayetlerinde şöyle bildirmektedir:

Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 261)

Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez.

Yalnızca Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip- güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağnak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki ona sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 264-265)

Bu ayetlerin her biri Allah'ın Kuran'da iman edenlere bildirdiği sırlardır. İman edenler sadece Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmak için infak ederler. Ancak Allah'ın ayetlerle bildirdiği bu sırları da bildikleri için, Allah'ın bereketini ve rahmetini umarlar. Onlar Allah yolunda mallarını ve canlarını harcadıkça, helale harama dikkat ettikçe, Allah onların zenginliklerini artırır, işlerini kolaylaştırır, Allah yolunda harcayacakları daha çok olanak yaratır. Bu sırrı, hiçbir endişe ve gelecek kaygısı duymadan, Allah'tan korkup sakınarak Allah'ın sınırlarını koruyan her mümin kendi hayatında yaşar.

İYİLİĞİN VE GÜZEL SÖZÜN ETKİSİ

İnsanlar, hep huzurlu, güven içinde yaşadıkları, dostluk ve neşenin olduğu ortamlar isterler. Ancak, bunu isterken böyle ortamların oluşması için bir çaba göstermez, hatta bizzat kendileri huzur ve rahat kaçırırlar. Huzuru, dostluğu ve güvenliği sağlamayı ise herkes karşı taraftan bekler. Bu aile içi ilişkilerden, bir şirket çalışanlarına, toplumsal huzurdan ülkeler arası ilişkilere kadar böyledir. Oysa, güzellikler, dostluklar, huzur ve güven fedakarlık ister. Eğer herkes kendi isteğinin olmasını isterse, herkes konuşmada ve kararlarda kendisinin üstün gelmesi için çaba harcarsa, herkes kendi rahatını düşünür, fedakarlıkta bulunmazsa, elbetteki insanlar arasında çatışmalar ve huzursuzluklar olacaktır. Ancak Allah'tan korkan müminler farklı davranırlar. Onlar, hem fedakar, hem affedici, hem de sabırlıdırlar. Kendilerine haksızlık yapıldığında dahi, haklarından feragat ederek, toplumun huzur ve güvenliğini, insanların neşesini kendi nefislerinden üstün tutar, en güzel tavrı gösterirler. Bu, Allah'ın müminlere emrettiği üstün bir ahlak özelliğidir:

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir."Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz. (Fussilet Suresi, 34-35)

Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir. (Nahl Suresi, 125)

Ayette de bildirildiği gibi, Allah böyle üstün bir tavra karşılık, müminlerin düşmanlarını "sıcak bir dost"a çevirir. Bu Allah'ın sırlarından biridir. Sonuçta tüm insanların kalbi Allah'ın elindedir. Allah, kimi isterse onun kalbini ve düşüncesini değiştirebilir.

Allah güzel ve yumuşak sözün etkisine bir başka ayetinde daha dikkat çekmektedir. Allah, Hz. Musa ve Hz. Harun'a Firavun'a gitmelerini ve ona yumuşak söz söylemelerini emreder. Firavun, son derece azgın, acımasız ve zalimdir. Ancak, Allah buna rağmen, elçilerine ona yumuşak söz söylemelerini emretmiştir. Allah bunun nedenini de ayetlerinde açıklamıştır:

"İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar." (Ta-ha Suresi, 43-44)

Bu ayetler müminlerin inanmayanlara, düşmanlarına ve azgın insanlara karşı nasıl bir tutum içinde olmaları gerektiğini bildirmektedir. Bunlar elbetteki sabır, güç, alçakgönüllülük ve akıl gerektiren davranışlardır. Allah, müminlerin, emirlerine uyarak güzel ahlak göstermelerinin karşılığında davranışlarını etkili kılacağını ve düşmanlarını dostlara çevireceğini bir sır olarak bildirmiştir.

ALLAH'IN İNSANLARA GENİŞLİK VERMESİNİN SIRRI

İnsanların en büyük yanılgılarından biri herşeyi sebeplere bağlı olarak düşünmeleridir. Örneğin daha önceki konularda da bahsedildiği gibi, mallarını Allah yolunda harcadıklarında paralarının kalmayacağını zannederler. Oysa Allah'ın yaratışında onların bilmedikleri bir sır vardır ve Allah, infak edenler üzerinde dünyada ve ahirette nimetlerini artıracağını bildirir. Allah, bunları elbetteki sebeplere bağlı gibi gösterir. Örneğin infak ettiği için, bereketi artan bir insanın işlerinin rast gitmesini sağlar, işlerini kolaylaştırır ve kazancını artırır. Ya da bir insan önceki konuda da söz edildiği gibi, azgın bir insanı yumuşak sözle ikna edemeyeceğini zannedip, ona karşı tek çarenin zor kullanmak olduğunu düşünebilir. Oysa, Allah'ın emrine uyan bir insan için, Allah'ın Kuran'da bildirdiği sırlar tek çözümdür.

Kuran'da bunlara benzer olarak verilen sırlardan biri de, Allah'ın bir başka emridir:

Ey iman edenler, size meclislerde "Yer açın" dendiği zaman, yer açın; Allah size genişlik versin. Size: "Kalkın" denildiği zaman da kalkın. Allah, sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." (Mücadele Suresi, 11)

Allah, bir toplantıda, yeni gelenler için veya kalabalığın azaltılması için yer açılması gerektiğinde, müminlerin bu çağrıya hemen uymalarını emreder. Bu, hem ince düşünce, hem fedakarlık, hem de itaat göstergesidir. Allah, bu davranışın bir karşılığı olarak, müminlere genişlik vereceğini ve onları derecelerle yükselteceğini bildirir. Allah her insanın niyetini ve kalbini elinde tutar. Allah bir davranıştan hoşnut olduğunda, o insana dilediği her şekilde nimet ve güzellik verebilir. Bu nedenle, müminler herşeyin sonucunu ve karşılığını Allah'tan beklerler. Bir toplantıda yer açtıklarında, insanlardan teşekkür veya minnettarlık değil, Allah'ın hoşnutluğunu ve O'nun kalplerine vereceği huzur ve genişliği ve derecelerindeki artışı umarlar.

ALLAH, DİNİNE YARDIM EDENE MUTLAKA YARDIM EDER

Allah Kuran'da müminlere müjdelediği sırlardan birisini şöyle bildirir.

"Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslama ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır." (Muhammed Suresi,7)

İman edenler, hayatları boyunca Kuran ahlakını insanlar arasında yaygınlaştırmak, insanların Allah'a iman etmelerine vesile olmak için ciddi bir çaba içinde olurlar. Onların bu çabalarına karşılık, inkar edenlerden bir grup ise, tarih boyunca hep iman edenlerin karşısında yer almış, onları baskı ve şiddetle engellemeye çalışmışlardır. Allah, Kuran'da, inkar edenlere karşı hep müminlerle birlikte olduğunu, onların işlerini kolaylaştıracağını, müminlere yardımcı ve destek olacağını bildirir. Allah yolunda samimi bir çaba içinde olan müminler bunları kendi hayatlarının her anında yaşarlar. Allah, her işlerini kolaylıkla sonuçlandırır, her işlerinde başarı ve güzellik verir. En zor veya karmaşık gibi görünen olaylarda dahi, müminlere bir kolaylık sağlar. Hatta zayıf imanlıların "eyvah" dedikleri, ümitsizliğe düştükleri, hiçbir kurtuluş yolunun kalmadığını sandıkları durumlarda dahi Allah, müminlere katından yardım göndermiş ve müminleri başarılı kılmıştır.

Allah'ın yardımının ve desteğinin kendileriyle olduğuna iman eden müminler hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmaz, Allah'ın olayı nasıl sonuçlandıracağını heyecanla beklerler. Hz. Musa ve kavmi buna bir örnektir. Hz. Musa, İsrailoğullarını Firavun'un zulmünden korumak için Mısır'dan çıkarır. Firavun ise ordusuyla birlikte Hz. Musa'nın ve kavminin peşine takılmıştır. Hz. Musa ve İsrailoğulları deniz kıyısına ulaştıklarında, içlerinden bazı zayıf imanlılar, Firavun tarafından sıkıştırıldıklarını düşünerek, panik olmuşlar ve ümitsizliğe kapılmışlardır. Oysa, Hz. Musa "...Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 62) diyerek, Allah'ın müminlerle beraber olduğuna dair inancını göstermiştir. Gerçekten de Allah, denizi ikiye yararak, Hz. Musa'nın ve kavminin karşı kıyıya geçmesini sağlamış, hemen artlarından denizi kapatarak Firavun'u ve ordusunu suda boğmuştur.

Allah'ın müminlerle beraber olduğuna iman eden, Allah'a dost ve yakın bir mümin, hayatının her anında bu sırrın tecellilerini görecektir. Elbetteki, denizin yarılması gibi mucizeler Allah'ın bazı elçilerine gösterdiği olaylardır. Ancak her mümin, samimi olarak düşünüp, yaşadığı her olayda Allah'ın yaratışını ve Kuran ayetlerini düşünürse, neredeyse mucize denecek kadar, büyük küçük yaşadığı her olayda Allah'ın desteğinin ve yardımının belirtilerini görecektir.

Allah, müminlere sezilmez yollarla da yardım eder

Allah, birçok ayetinde müminlere desteğinin ne şekillerde olabileceğini bildirmiştir. Örneğin bir ayette Allah müminleri, düşmanlarının gözünde iki misli gösterdiğini bildirir:

Karşı karşıya gelen iki toplulukta, sizin için andolsun bir ayet (ibret) vardır. Bir topluluk, Allah yolunda çarpışıyordu, diğeri ise kafirdi ki göz görmesiyle karşılarındakini kendilerinin iki katı görüyorlardı. İşte Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda, basiret sahipleri için gerçekten bir ibret vardır. (Al-i İmran Suresi, 13)

Allah müminlere kurulan tuzakları bozarak

müminlere yardım eder

Daha önce de belirtildiği gibi, inkar edenler müminleri Allah'ın yolundan engellemek için onlara türlü zorluklar çıkarırlar ve onların aleyhinde tuzaklar kurarlar. Ancak Allah, Kuran'da müminlere kurulan tüm tuzakların bozulacağını, tuzakların kurucularının başına geçeceğini ve müminlere hiçbir zarar veremeyeceklerini bildirir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

(Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın. (Fatır Suresi, 43)

Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır. (Al-i İmran Suresi, 120)

Kurulan tuzakların zaman içinde mutlaka müminlerin lehine, tuzağı kuranların ise aleyhine döndüğünü gösteren örneklerden birisi Hz. Yusuf'a kurulan tuzakla ilgilidir. Yusuf Suresi'nde bildirildiğine göre babalarının sevgisini kıskanan kardeşleri Hz. Yusuf'a tuzak kurup, onu bir kuyuya atarak ölüme terketmişledir. Hz. Yusuf'un genç yaşlarında ise, yanında kaldığı Vezirin karısı tarafından bir başka tuzak kurulmuştur. Ancak Allah'ın vaadi gereği kurulan bu tuzakların hiçbiri Hz. Yusuf'a bir zarar verememiştir. Hz. Yusuf'a kurulan tuzaklar ve kuyuya atılması ile gelişen olayların sonucunda Hz. Yusuf, Mısır hazinelerinin başına getirilmiştir. Hz. Yusuf, tüm bu olaylar neticesinde hileli düzenlerin başarıya ulaşmayacağını söylemiştir:

(Yusuf aracıya şunu söyledi:) "Bu, (itiraf Vezirin) yokluğunda gerçekten kendisine ihanet etmediğimi ve gerçekten Allah'ın ihanet edenlerin hileli-düzenlerini başarıya ulaştırmadığını kendisinin de bilip öğrenmesi içindi. (Yusuf Suresi, 52)

ÇEKİŞMEK GÜÇ KAYBINA NEDEN OLUR

Allah, müminlere bildirdiği en önemli sırlardan birinde, aralarında çekişmemelerini, aksi takdirde güçlerinin azalacağını, birliklerinin bozulacağını ve yılgınlaşacaklarını söyler. Bu ayet şöyledir:

Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)

Kuran'a uygun olan, alçakgönüllü, hiçbir konuda hırsı olmayan, ara düzelten, çözümcü ve kolaylık getiren bir ahlaktır. Bunun aksi olduğunda, insanlar arasında çekişmeler, ihtilaflar olacaktır. Her insan elbetteki farklı düşüncelere sahip olabilir. Örneğin, bir konunun çözümü için 20 insan 20 farklı fikir önerebilir. Bunların her biri kendi içinde haklı, doğru veya tutarlı olabilir. Ancak, herkes kendi isteğinin olması için ısrar ettiğinde kargaşa ve ihtilaf çıkacağı açıktır. Bu durumda bu 20 kişi birlik olacağına, kendi fikrini kabul ettirmek için, kardeşleriyle çekişmeye girişecek ve asıl yapılması gereken hayırlar aksayacaktır. Dolayısıyla bu 20 kişinin tüm gücü gidecek, aralarındaki birlik ve kardeşlik bozulacaktır.

Oysa, müminler değil birbirleriyle çekişmek, çok şiddetli fedakarlıklarla birbirlerini sevmeli, çok güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma içinde olmalıdırlar. Özellikle zorluk zamanlarında, her zamankinden daha çok Allah'ı zikretmeli, birbirlerine karşı her zamankinden daha çok anlayışlı ve kolaylaştırıcı olmalıdırlar. Çekişmek nasıl güç alırsa, birlik ve beraberlik de aksine müminlere güç verir. Allah, bir başka ayetinde müminler dost ve yardımcı olmazlarsa, dünyanın fitne ve bozgunculuk içinde olacağını ayrı bir sır olarak vermiştir:

"İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur." (Enfal Suresi, 73)

Bunların her biri Allah'ın bir sır olarak bildirdiği ve müslümanlara yüklediği sorumluluklardır. Hiçbir müslüman, bir diğer kardeşiyle arasındaki çekişme için "bundan ne olur?" dememelidir. Çünkü Allah'ın bildirdiğine göre bu, müslümanların güçten düşmesi demektir ve bunun müslüman üzerinde sorumluluğu olur. Müslümanlar birbirlerinin yanlışlarını, hatalarını, kusurlarını araştırmamalı, birbirlerine örtü görevi görerek, şefkat ve merhametle birbirlerini tamamlamalıdırlar. Bunun neticesinde tüm güçlerini Allah'ın dinini, Kuran ahlakını insanların arasında yaygınlaştıracak, insanlara Allah'ın varlığının delillerini anlatacak ilmi çalışmalara verebilir, ve tüm insanlığa büyük hizmette bulunabilirler. Ancak unutmamak gerekir ki, herkes hizmeti, asıl olarak kendi ahiretini kazanmak, Allah'ın azabından korunmak için yapar.

KALPLER SADECE ALLAH'IN ZİKRİYLE HUZUR BULUR

Dünya üzerinde yaşayan tüm insanlar gerçek mutluluğu yakalamanın yollarını ararlar. Her birinin mutlu olmak için bir hedefi vardır. Kimi zengin olduğunda, kimi iyi bir işe girdiğinde, kimi sevdiği insanla evlenebildiğinde, kimi istediği estetik ameliyatını yaptırabildiğinde, kimi üniversiteyi kazandığında mutlu olacağını düşünür. Amacına ulaştığında ise aradığı mutluluğu ya bulamaz ya da çok kısa süreli ve kendisini tatmin etmeyen bir mutluluk olduğunu görür. Bu sefer başka bir hedefe sarılır. Onu elde ettiğinde mutlu olabileceğini düşünür. Oysa bugüne kadar bu yollarla gerçek anlamda mutluluğu yakalayabilen bir insan olmamıştır. En mutlu olduğunu düşünen insanın bile, içini sıkan, düşünmekten kaçındığı, ona huzursuzluk veren sayısız konusu vardır.

Gerçek mutluluk, huzur, iç neşesi ve rahatlık ise, sadece Allah'ın zikriyle mümkündür. Allah bu gerçeği ayetinde şöyle bildirir:

Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)

Bu, Allah'ın Kuran'da bize bildirdiği çok önemli bir sırdır. Birçok insan bu gerçekten habersiz, yukarıda söz ettiğimiz şekilde yaşar. Dünya nimetleriyle tatmin bulmaya çalışır. Asla ölmeyecekmişçesine, hesap günüyle karşılaşacağını düşünmeden hırsla dünyaya ait değerlere sahip olmak için uğraşır.

Ancak bu, büyük bir aldanıştır. Bu insanların sahip oldukları hiçbir şey gerçek bir huzur ve mutluluk kazandırmaz. Yalnızca Allah'a gönülden bağlanan, O'nun şefkatinin, merhametinin, kendileri üzerindeki korumasının şuurunda olan müminler mutmain bir yaşam sürebilirler. Gördüğü her olayda, duyduğu her konuşmada Allah'ı zikreden, Allah'ın yaratışının delillerini görerek O'nu anan bir insanın kalbine Allah, bu iç rahatlığını verir. Dolayısıyla insanların iç rahatlığını veya huzur ve mutluluğu başka yerlerde aramaları boşunadır.

ŞEYTANIN HİLESİ ZAYIFTIR

Hz. Adem'den beri insanın dünya üzerindeki en büyük düşmanı şeytandır. Şeytan, Hz. Adem yaratıldığında, Allah'a itaat etmemiş ve tüm insanları Allah'ın yolundan saptırmaya söz vermiştir. Allah, Kuran'da şeytanın insanları doğru yoldan ayırmak için türlü yollar denediğini, onlara tuzaklar kurduğunu, dünya hayatını süslü ve çekici göstermeye çalıştığını bildirir. Allah'ın şeytan hakkında bildirdiği bir başka bilgi ise, onun hilesinin zayıf olduğu ve insanlar üzerinde hiçbir zorlayıcı etkisinin olmadığıdır:

İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır. (Nisa Suresi, 76)

Andolsun, İblis, kendileri hakkında zannını doğrulamış oldu, böylelikle iman eden bir grup dışında, ona uymuş oldular. Oysa onun, kendilerine karşı hiçbir zorlayıcı-gücü yoktu; ancak biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırdetmek için (ona bu imkanı verdik). Senin Rabbin, herşeyin üzerinde gözetici-koruyucudur. (Sebe Suresi, 20-21)

Aslında şeytanın hilesinin zayıf olması ve zorlayıcı bir gücünün bulunmaması, Allah'ın insanlar için yarattığı bir kolaylıktır. Çünkü, dini yaşayan bir insanın karşısında dine karşı negatif bir güç olarak şeytan vardır. Onun zayıf ve güçsüz olması ise, müminlerin dini yaşama konusunda bir güçlük yaşamayacaklarının bir göstergesidir. Ancak, bunun için samimi bir iman gerekir. Kuran'da da salih olanların şeytanın hilelerinden etkilenmeyeceği bildirilmektedir:

Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40)

Allah bir başka ayetinde ise, şeytanın iman edenlerin ve tevekkül edenlerin üzerinde bir etkisinin olmayacağını bildirmiştir:

"Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O'na (Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir." (Nahl Suresi, 99-100)

Kuşkulardan ve vesveseden kurtulabilmenin sırrı

İman eden kulların üzerinde şeytanın bir etkisi olmamakla birlikte kimi zaman şeytan iman edenlere de yaptıkları bir iş, işledikleri bir amel ya da bir hatada vesvese vermeye çalışabilir.

Allah'ın Kuran'da bildirdiği önemli bir sır da insanın kendisine gelen vesveseden nasıl kurtulacağıdır. Bu, Allah'tan korkan ve cenneti umut eden müminler için çok önemli bir konudur. Çünkü vesvese şeytanın insanları Allah'ın yolundan uzaklaştırmak, onları boş ve amaçsız işlerle uğraştırarak vakitlerini almak amacıyla fısıldadığı yanıltıcı sözlerdir. Şeytan bu yolla insanlara, hüzün, korku sıkıntı vermeye, aralarınıaçmaya, Allah, kitap, din hakkında kuşkuya düşürmeye çalışır. Hak olmayan konularda insanları uzun ve olmadık kuruntulara düşürür. Kuran'da şeytanın vesvese verme özelliğini anlatan ayetlerden bazıları şöyledir:

"Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim." Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır."

"(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez." (Nisa Suresi, 119-120)

"Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar);" (Nas Suresi, 5)

Şeytanın müminlere fısıldadığı kuruntular ne olursa olsun, Allah'ın gösterdiği yola uyduklarında, şeytan onları oyalayamayacaktır. Allah, şeytana karşı müminlere şunu hatırlatır:

Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 200-201)

Ayette görüldüğü gibi müminler şeytandan gelen vesveselere karşı çok dikkatlidir. Uzun uzun oturup ondan gelen vesveseleri düşünerek vakit kaybetmez, söz konusu vesveselerle Allah'ın razı olmayacağı, bir mümine yakışmayacak sıkıntılı, hüzünlü korkulu bir ruh haline girmezler. Bir sıkıntı, Kuran'a uygun olamayan bir düşünce hissettiklerinde hemen düşünürler. Bunun Allah'ın hoşnut olmayacağı şeytandan gelen bir vesvese olduğunu anlarlar. Hemen Allah'ı ve Kuran ayetlerini düşünerek şeytanın fısıldamalarından kurtulurlar.

ÇOĞUNLUĞA UYMAK İNSANI DOĞRU YOLDAN SAPTIRIR

Çoğu insanın sahip olduğu ortak yanılgılarından biri, insanların çoğunluğunun uyduğu veya inandığı şeyin doğru olduğudur. Hatta çoğu insan, yaptığı bir tavrın veya inancının nedeni sorulduğunda, insanların çoğunun böyle yaptığını referans olarak gösterir. Oysa Allah Kuran'da çoğunluğa uymanın saptırıcı olduğunu bildirir:

Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler. (En'am Suresi, 116)

Allah bir başka ayetinde ise insanların çoğunun iman etmeyeceğini bildirir:

Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek değildir. (Yusuf Suresi, 103)

Maide Suresi'nde ise "murdar" olanların çok olacağı bildirilmiş, akıl sahibi insanlara ise bunlardan sakınmaları emredilmiştir.

De ki: "Murdar ile temiz -murdar'ın çokluğu hoşuna gitse de- bir olmaz. Ey temiz akıl sahipleri, Allah'tan korkup-sakının. Umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 100)

Dolayısıyla çoğunluğun ne yaptığı, neye inandığı, neyi savunduğu bir insan için hiçbir zaman güvenilir bir kaynak veya referans olamaz. İnsanlar, "sürü psikolojisi" ile çoğunluğun yaptığını yapma eğilimindedirler. Ancak Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu sırra uyan müminler, çoğunluğa değil, sadece Allah'ın emirlerine ve dinine uyarlar. Tek başlarına dahi kalsalar, inançlarından ve yollarından asla şüpheye düşmezler.

NİMETİN VERİLMESİNDEKİ VE ALINMASINDAKİ SIRLAR

Allah Kuran ayetlerinde, insanlara nimetler vermesinin ya da bu nimetleri onlardan geri almasının bir sebebini şöyle bildirir:

"Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir." (Enfal Suresi, 53)

"O'nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri vardır, onu Allah'ın emriyle gözetip-korumaktadırlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiçbir (biçimde imkan) yoktur; onlar için O'ndan başka bir veli yoktur." (Rad Suresi, 11)

Bu ayetlerde bildirilenler, insanların çoğu zaman habersiz olduğu veya gözardı ettiği çok önemli sırlardır. Allah, insanlara güzel ahlakları karşılığında çeşitli nimetlerini arttırırken, kötü ahlak gösteren insanlara verilen nimetleri ise kısacağını, kişilerin tavırlarındaki ve samimiyetlerindeki değişikliklere göre, üzerlerindeki nimetlerde de değişiklik olacağını bildirmektedir.

Allah'ın bu sırrını bilen müminler, her karşılaştıkları olayda Allah'ın yarattığı hikmetleri araştırdıkları gibi, bu konuya da dikkat ederler. Asla kendilerini yeterli görmez, daima Kuran ahlakını daha fazlasıyla yaşamaya, eksiklerini, kusurlarını düzeltmeye gayret ederler. Hiçbir zaman durağan, oldukları hali kabul eden, kendilerini yeterli görüp güzel ahlaklarından taviz veren bir anlayış benimsemezler.

ELÇİYE İTAAT ALLAH'A İTAATTİR

Allah'ın Kuran'da müminlere bildirdiği en önemli ibadetlerden biri Allah'ın elçilerine itaattir. Allah, elçilerini, kendilerine itaat edilmeleri için gönderdiğini bildirmiştir ve her dönemde müminler elçiye itaat etmekle denenmişlerdir. Elçiler Allah'ın sözünü, emirlerini insanlara ileten, insanları Allah'ın ayetleri ve ahiret günü ile uyarıp korkutan, Allah'ın insanlar arasından seçerek diğerlerine göre üstün kıldığı, insanlara takvaları, tavırları ve ahlakları ile en güzel örnek olan, samimi, Allah'ın dostu ve yakını olan mübarek insanlardır. Elçilere itaat Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi gerçekte Allah'a olan itaatin bir göstergesidir.

Kim Resûl'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik. (Nisa Suresi, 80)

Elçiye itaatsizlik ise, o insanın Allah'a ve dine karşı olduğunu, müslüman olduğunu söylemesine rağmen inancında samimi olmadığını gösterir. Bu Allah'ın Kuran'da bildirdiği önemli sırlardan biridir. Allah bir ayetinde elçiye itaat edenlerle etmeyenlerin durumlarını şöyle bildirmiştir:

Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. Kim Allah'a ve elçisine isyan eder ve onun sınırlarını aşarsa, onu da içinde ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azab vardır. (Nisa Suresi, 13-14)

Allah Kuran'da elçiye olan itaat ile ilgili birçok detay bildirmiştir ve bu detaylar ile gerçek itaat ve teslimiyet ruhunun nasıl olması gerektiğini, hangi itaatin Allah katında kabul göreceğini insanlara göstermiştir. Bu ayetlerden de görüleceği gibi, bir insanın dinin tüm hükümlerine uyuyor, din için çok fazla hizmet ediyor gibi görünmesi yeterli değildir. Eğer bu insan, elçiye itaat konusunda Allah'ın bildirdiği ahlak ve tutuma uymuyor, elçiye itaatte Kuran'a göre kusur işliyorsa, Allah onun bütün yaptıklarını geçersiz kılabilir. Bu konuyla ilgili ayetlerden bazıları şöyledir:

Elçiye tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça

iman etmiş olmazlar

Allah, Nisa Suresi'nde insanlara çok önemli bir sırrı bildirir. Bu ayet şöyledir:

Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar. (Nisa Suresi, 65)

Bu ayet, bize elçiye olan itaatin nasıl olması gerektiği konusunda önemli bir sır vermektedir. İnsanların birçoğu itaat kavramını tanır ve bilir. Ancak, elçiye itaat, insanın bildiği tüm itaat şekillerinden farklıdır. Allah'ın bu ayetinde de bildirdiği gibi, bir mümin elçiye, gönülden, içinde hiçbir kuşku veya tereddüt olmadan itaat etmelidir. Eğer bir insanın elçinin söylediklerine karşı içinde bir kuşku varsa, kendi aklını daha çok beğenip, kendi fikrinin daha doğru ve iyi olduğunu zannediyorsa bu o insanın Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi iman etmediğini gösterir.

Gerçek imanda ve teslimiyette, müminler elçinin her söylediğinin kendileri için en hayırlısı ve en güzeli olduğunu bilirler. Söylenenler çıkarları ile çatışsa dahi bunları büyük bir şevk ve istekle kabul ederek uygularlar. Bu ahlak, gerçek imanın bir göstergesidir ve Allah, bu şekilde teslimiyetle itaat edenlerin kurtuluşa ereceklerini müjdeler. Allah'ın bu müjdeyi verdiği ayetlerden bazıları şöyledir:

Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar? (Nisa Suresi, 69)

Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır. (Nur Suresi, 52)

De ki: "Allah'a itaat edin, Resûl'e itaat edin. Eğer yine yüz çevirirseniz, artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir." (Nur Suresi, 54)

Allah'ın yukarıdaki ayette de bildirdiği gibi, elçiye itaat edenler hidayet bulacaklardır. Tarih boyunca tüm insanlar Allah'ın elçilerine uyup uymamaları ile denenmişlerdir. Allah elçilerini hep insanların arasından seçmiştir. Bazı sığ görüşlü ve akılsız kimseler ise kendi aralarından çıkan veya malca diğerlerine göre fazla zengin olmayan bir insana itaat etmeyi kavrayamamışlardır. Oysa, Allah elçilerini seçmiş, Kendi katından her yönüyle güçlendirmiş, onlara ilim ve kuvvet vermiştir. Bu insanların kavrayamadıkları mühim gerçekse, seçimin Allah'a ait olduğudur. Samimi bir mümin, Allah'ın seçtiği insana gönülden itaat eder, ona gönülden bağlanır ve saygı duyar. Elçinin sözüne her uyduğunda ise, aslında Allah'a uyarak itaat ettiğini bilir. Allah'a ve dine teslim olanlar, Allah'ın elçisine de tam bir teslimiyetle teslim olurlar. Allah Kendisi'ne teslim olanlar içinse ayette şöyle bildirir:

Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 112)

Sesini peygamberin sesinin üzerinde

yükseltenlerin amelleri boşa gider

Allah bir ayetinde şöyle buyurur:

Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider. Şüphesiz, Allah'ın Resûlü'nün yanında seslerini alçak tutanlar; işte onlar, Allah kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır. (Hucurat Suresi, 2-3)

Allah'ın elçisi, her zaman müminleri hak yola, en doğru ve en güzel olana çağırır. Elçilerin bu çağrıları elbetteki, çevrelerindeki insanların nefisleri ile zaman zaman çatışır, ancak mümin olanlar ve elçiye itaat edenler, en zor koşullarda dahi nefislerini değil, Allah'ın, elçisinin ve Kuran'ın sözüne uyarlar. İmanı zayıf veya nefsine hakim olamayan insanlar ise, elçinin hakka olan çağrısı karşısında itaatsiz veya zayıf davranışlar gösterebilirler. Ayette de bildirildiği gibi ses tonları, konuşma üslupları, seçtikleri kelimeler, onların kalplerindeki hastalığı, itaatteki zayıflıklarını ortaya çıkartacak şekilde olabilir. Saygısızca, Peygamberin söylediğine muhalefet ederek, seslerini yükseltme akılsızlığını gösterebilirler. İşte, Allah bu insanların amellerinin boşa gideceğini bildirmektedir. Bu insan, daha önce de söz ettiğimiz gibi, gece gündüz dinin yayılması için çalışıyor olsa da, itaatsizliği nedeniyle Allah onun bu çalışmalarının boşa gideceğini bildirmiştir.

Bu, Kuran'da pek çok ayetle bildirilen çok önemli bir sırdır. Allah insanlara hayırlı amellerde bulunmalarını, İslam'ın menfaati için kararlı bir şevk ve hizmet içinde olmalarını, güzel ahlak göstermelerini, fedakar, sabırlı, hoşgörülü, doğru sözlü, sadık insanlar olmalarını emretmiştir. Kuşkusuz bunların tümü insana ahireti için fayda sağlayacak çok önemli ibadetlerdir. Ancak yukarıda belirttiğimiz Hucurat Suresi'ndeki ayette görüldüğü gibi, insanın tüm amelleri Allah'ın elçisine karşı gösterdiği saygıdan uzak bir hareketle boşa çıkabilmektedir. Kuşkusuz bu da, Allah'ın elçilerine gösterilen itaat ve saygının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır.

Allah, elçiye itaat etmeyenlerin güçlerini alır

Allah'ın Kuran'da haberini bildirdiği Talut ve ordusu ile ilgili olay, Allah'ın elçisine itaatin önemini gösteren hatırlatmalardan bir diğeridir. Kuran'da bildirildiğine göre, Allah'ın elçisi olan Talut, ordusu ile birlikte düşman ordusuna doğru yol alırken, ordusundakileri uyarmış ve ileride karşılaşacakları ırmaktan su içmemelerini söylemiştir. Konu ile ilgili ayet şöyledir.

Talut, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hariç- onu tadmazsa bendendir. Küçük bir kısmı hariç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle beraber iman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): "Bugün bizim Calut'a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok" dediler. (O zaman) Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: "Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara Suresi, 249)

Ayettede görüldüğü gibi, Talut'un emrine uymayanlar güçsüz kalmışlardır. Talut'a uyanlar ise, Allah tarafından güç kazanmışlar ve Allah'ın izniyle sayıları çok az kalmasına rağmen galip gelmişlerdir. Bunlar Allah'ın Kuran'da bildirdiği sırlardır. İnsanların sandığı gibi güç, zafer ve üstünlük, maddi imkanlarda, sayıca üstünlükte, mevki-makamda ya da fiziksel özelliklerde değildir. Kim Allah'ın sınırlarına uyar, Allah'a ve elçisine itaat ederse, Allah o insanı tüm insanların üzerinde güçlü kılar, o insanı akıl, sağlık, güzellik, rızık, zenginlik gibi sayısız nimetle ödüllendirir. Onlar için ahirette ise çok daha güzel ve ihtişamlı sonsuz bir hayat hazırlanmıştır.

AZ SAYIDA MÜMİN, ÇOK SAYIDA İNKARCIYA ÜSTÜN GELEBİLİR

Allah'ın iman edenler için yarattığı mucizelerden biri de, iman edenlerin az sayıda olmalarına rağmen, Allah'ın izniyle daima üstün gelmeleridir. Bu, Allah'ın birçok ayetiyle bildirdiği önemli bir sırdır ve inkar edenlerin aldanmasına neden olan bir özelliktir. Önceki sayfalarda Talut kıssasında da görüldüğü gibi, Allah, iman edenleri itaatlerinden dolayı, az sayıda olmalarına rağmen üstün konuma getirmiş onlara zafer vermiştir. Allah'ın Talut kıssasının sonunda hatırlattığı ayet şöyledir; "Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara Suresi, 249)

Sabretmek müminlere büyük bir güç kazandırır

Bu kitapta da sık sık üzerinde durulduğu gibi, Allah'ın Kuran'da bildirdiği birçok ayette birçok sır gizlidir. Bunlardan biri de sabırla ilgilidir. Allah, sabredenlerin güçlerinin artacağını müjdeler. Unutmamak gerekir ki, dünyadaki gücün ve imkanların tamamı Allah'a aittir. Allah'a karşı olan bir insanın gücü dahi aslında Allah'ın gücüdür. Allah o insanı ve diğerlerini denemek için, o insanda güç yaratır, dilediğinde de o gücü alır. Bu nedenle, Allah dilediğine dilediği zaman güç ve zafer verir. Allah, ayetinde sabredenlerin güçlü olacağını, yani o insanlara güç kazandıracağını bildirmektedir. Bununla ilgili ayetlerden biri şöyledir:

Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da aniden üstünüze çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin kişiyle yardım ulaştıracaktır. (Al-i İmran Suresi, 125)

Yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi, Allah insanları dilerse görülmez ve sezilmez yollarla destekleyerek zafere ulaştırabilir. Örneğin, bir insan Allah'ın dinini savunurken, Allah onu görülmez yollarla destekleyip, en güzel ve en hikmetli şekilde konuşturabilir, insanların kalbinde o insanın konuşmasına karşı bir etki ve duyarlılık yaratabilir. Sonuçta hiçbir başarı, zafer veya etki, bir insana ait olamaz. İnsana düşen, Allah'ın emirlerine uymak, O'nun sınırlarını korumaktır. Tüm zaferlerin, başarıların ve kalplerdeki etkinin sahibi Allah'tır. Allah başka bir ayetinde ise, müminlere, aslında çok önemli bir güce sahip olmanın yollarını bildirmektedir:

Ey Peygamber, mü'minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kafirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur.

Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za'f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah'ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 65-66)

Allah'ın bu ayetlerinde de bildirildiği gibi, eğer müminler kendi içlerinde bir zaaf taşımazlarsa, sabır ve takvada güçlü olurlarsa bir müminin gücü, 10 kişiye bedel olabilir. Bu güç ilk anda anlaşılan fiziksel güç olarak düşünülebileceği gibi daha birçok anlamda da düşünülebilir. Örneğin bir müminin insanlara dini anlatma, onları Allah'ın yoluna çağırma konusundaki çabası, on kişinin anlatmasına bedel olabilir. Bir müminin ilmi, on kişinin ilmine bedel olabilir. Bir müminin Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yapacağı bir hayır işi, on kişinin biraraya gelip yapacağı bir işe bedel olabilir. Bir mümin, on kafirin saptırdığı kadar insanı Allah'ın doğru yoluna çağırıp, ıslah olmalarına vesile olabilir. Bir mümin, on inkarcının anlattığı inkarı bozup yerine hakkı getirebilir.

Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu sır son derece önemlidir. Çünkü her müslüman, Allah'ın izniyle, eğer takvada ve güzel ahlakta üstünlük yarışında olursa, sayıları ne kadar az olursa olsun farketmez, Allah onları her giriştikleri işte üstün duruma getirecektir. Örneğin karşılarında inkar eden bir dünya dolusu insan, üniversiteler dolusu profesör olsa, ve bunlar yine şehirler, kıtalar dolusu insanı inkara sürüklese de, Allah çok az sayıda müslümanı, tüm bu insanlara hakkı ve gerçeği gösterecek kadar güçlü, yetenekli, akıllı kılar, küfrün işlerini zorlaştırırken, onların işlerini kolaylaştırıp çabuklaştırır. Bu sırrı bilen müminler, "benim çabamdan veya benim küçük bir katkımdan ne olur ki" dememeli, sadece Allah'ın hoşnutluğu için samimi olarak yaptıkları her amelin, Allah tarafından etkisinin artırılacağından emin olmalıdırlar. Belki Allah'ın varlığını anlatan bir yazıları, Allah'a çağıran bir sözleri, güzel ahlaklı bir tavırları, birçok insanın kurtuluşuna ve Allah'ı sevip O'ndan korkup sakınmalarına vesile olabilir. Hiç unutmamak gerekir ki, dünya hayatında geçerli olan kurallar ve sebepler sadece Allah'ın Kuran'da bildirdikleridir. Sadece Kuran'a göre düşünen her insan, Allah'ın yaratışındaki bu sırları kavrayarak, Allah'ın izniyle, tüm insanların üzerinde bir güce ve akla sahip olabilir. Allah, gerçekten iman edenleri gevşeklik göstermedikleri sürece üstün geleceklerini bir ayetinde şöyle müjdeler:

Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i İmran Suresi, 139)

Ayetlerde görüldüğü gibi Allah üstünlük ve zafer sağlamak ve dünyada ve ahirette kazançta olmak için sadece samimi imanı şart koşmuştur. Allah'ın bunun için bildirdiği sırlardan biri de Allah'a şirk koşmadan iman etmektir.

ŞİRK KOŞMADAN İMAN EDERSENİZ ALLAH DİNİNİ HAKİM EDER

Bir müslümanın, dünya hayatında ulaşmak istediği en önemli hedeflerinden biri Kuran ahlakının dünyaya hakim olması, insanların Allah'a gereği gibi kulluk etmeleridir. Allah, Kuran'da müminlere bu hedeflerine ulaşmanın yolunu göstermiş ve şöyle buyurmuştur:

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

Allah'ın müminlere verdiği sırra göre, müminler yalnızca Allah'a ibadet ederek şirk koşmadıkları takdirde Allah Kuran ahlakını yeryüzünde yerleşik kılacaktır. Bu çok önemli bir sırdır. Çünkü bu, Kuran ahlakının tüm insanlar arasında yayılmasının sorumluluğunun tek tek her müminin üzerinde olduğunu gösterir. Öyle ise vicdan sahibi her mümin, şirk koşmaktan şiddetle sakınmalı ve yalnızca Allah'a ibadet etmelidir. Herşeyden önce şirk Allah'ın bağışlamadığı bir günahtır ve insanı cehennem azabına götürür. Ancak, şirk dendiğinde, birçok insan sadece putlara tapan putperestleri düşünüyor olabilir. Oysa, insanların dikkat etmeleri ve sakınmaları gereken gizli şirktir. Gizli şirkte, insan Allah'a iman ettiğini, tek ilah ve yaratıcı olarak Allah'ı kabul ettiğini ve sadece O'na uyduğunu söyleyebilir. Ancak, bu insan eğer Allah'tan başka varlıklardan korkuyorsa, insanların takdirini, desteğini önemsiyorsa, dünya hayatında malına veya canına gelebilecek tehlikelerden endişe duyuyorsa, ticaretini, ailesini, soyunu Allah'tan ve Allah yolunda çaba göstermekten daha üstün tutuyor, onlara öncelik veriyorsa şirk içindedir. Allah'ın gösterdiği gerçek imanda, Allah'ın hoşnutluğu herşeyin üstündedir. Allah dışındaki tüm varlıklar, tüm ilgi, sevgi ve yakınlıklar, ancak Allah'ın hoşnutluğunu kazanmada bir aracı olabilirler. Veya kendisine verilen bir nimet için insanlara karşı minnettarlık duyan, onları kendisinin koruyucusu olarak görenler de Allah'a şirk koşmuş olurlar. Çünkü her insanın rızkını veren, onu doyuran, koruyan, barındıran, ona şifa veren Allah'tır. Allah elbetteki bunları bir insanın eliyle gerçekleştirebilir. Örneğin Allah bir insana şifa vermeyi dilediğinde bunu bir doktorun eliyle yapar. Ancak insan doktordan medet umamaz. Çünkü Allah dilemedikçe hiçbir doktor insana şifa veremez. Şifa bulan bir insan, doktora Allah'ın şifasına aracı kıldığı bir insan olarak bakar ve elbetteki sevgi ve hürmet gösterir. Ancak, şifayı verenin Allah olduğunu bilir ve O'na şükreder. Aksi takdirde insanları Allah'a ortak koşmuş, Allah'ın bir sıfatını insanlara vermiş olur. Her müslümanın gizli şirkten şiddetle sakınması, daima kendi içinde samimi bir muhasebesini yaparak, Allah'tan başka dostlar, sırdaşlar veya vekiller edinmemesi gerekir.

DÜNYA HAYATI ASLINDA ÇOK KISADIR

İnsanların büyük bir çoğunluğu, dünyaya sanki hiç ölmeyeceklermiş gibi bağlıdırlar ve bu yüzden dini yaşamaktan, ahiret hayatını ve ölümü düşünmekten kaçınırlar. Oysa, o sımsıkı bağlandıkları dünya hayatı çok kısa ve geçicidir. En uzun yaşayan insan bile bir gün mutlaka ölüp gidecektir. Bunun yanında dünya hayatı, göründüğü kadar bile uzun değildir. Allah bu sırrı Kuran'ın birçok ayetinde insanlara bildirir:

Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?"

Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor."

Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz,"

"Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Mü'minun Suresi, 112-115)

Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı. (Rum Suresi, 55)

Yukarıdaki ayetler, öldükten sonra sorgulanmak üzere toplanan insanlar arasında geçmektedir. Bu insanların konuşmalarından da anlaşıldığı gibi, insanlar öldükten sonra dünyada aslında çok kısa bir süre kaldıklarını anlamaktadırlar. Yani dünya hayatı sırasında bize 60-70 yıl gibi görünen bir süre, aslında bir gün ya da bir günün birazı kadar azdır. Bu rüya gören bir insanın rüyasında aylar, günler, hatta yıllar yaşaması, ama uyandığında sadece birkaç saniyelik bir rüya gördüğünü anlaması gibidir.

İnsan aslında biraz düşünürse dünya hayatını yaşarken de bu kısalığı ve geçiciliği kavrayacaktır. Örneğin, herkes kendisine belirli planlar yapar, hedefler belirler. Bu planları ve hedefleri ise birbiri ardınca gelip geçer. Liseyi bitirir, üniversiteyi kazanır, üniversite bitince bir iş sahibi olu … Bunlar büyük bir hızla gelip geçer. 35 yaşına gelmek ona çok uzak bir gelecek gibi görünürken kendini birden 40 yaşında bulur.

Dünyanın çok kısa olduğu Allah'ın Kuran'da bildirdiği ve düşünen her insanın yaşarken de farkedebileceği kesin bir gerçektir. Bu gerçeği kavrayan insanların bu kadar kısa ve geçici bir hayat için, ahiretteki sonsuz ve gerçek hayatı gözardı etmesi büyük bir akılsızlık olur. Allah'ın dünya hayatının geçiciliği hakkında insanları uyardığı ayetlerden bazıları şöyledir:

"Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz ahiret, (asıl) karar kılınan yurt odur." (Mümin Suresi, 39)

Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. (İnsan Suresi, 27)

ALLAH İNKARCILARIN KALPLERİNE KORKU SALAR

Allah, birçok ayetinde inkar edenlerin kalplerine korku verdiğini bildirir:

Rabbin meleklere vahyetmişti ki: "Şüphesiz ben sizinleyim, iman edenlere sağlamlık katın, inkar edenlerin kalblerine amansız bir korku salacağım…" (Enfal Suresi, 12)

Kitap Ehlinden inkar edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Onların çıkacaklarını siz sanmamıştınız, onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Böylece Allah(ın azabı) da, onlara hesaba katmadıkları bir yönden geldi, yüreklerine korku saldı; öyle ki evlerini kendi elleriyle ve mü'minlerin elleriyle tahrip ediyorlardı. Artık ey basiret sahipleri ibret alın. (Haşr Suresi, 2)

Bu ayetlerde bildirilenler Allah'ın yarattığı bir mucizedir. Allah, müminlere karşı gelenlerin, Allah'a ve dine karşı mücadele edenlerin kalplerine korku vererek onların güçlerini azaltmakta, dine karşı mücadele imkanlarını daraltmaktadır. Müminlerin bu ayetler üzerinde düşünmeleri ve kendileri için bazı ibretler çıkarmaları çok önemlidir. Çünkü, daha önceki konularda da değinildiği gibi, tüm insanların kapleri Allah'ın elindedir ve Allah kime dilerse, onun kalbine dilediğini ilham eder. Müminlere düşen insanlar üzerinde bir etki oluşturmaya çalışmak değil, sadece samimi olmaktır. Örneğin, bir mümin bir insanı Allah'ın ayetleri ile uyarıp korkutmakla sorumludur. Ancak, o insan kendisine anlatıldığı için, ya da o mümin iyi anlattığı için hidayet bulmaz. Ona hidayeti Allah verir. Aynı şekilde, mümin kendisini tehlikelerden koruyamaz. Veya düşmanlarını korkutma gücüne sahip değildir. Ama Allah, müminlerin samimiyetleri ve Allah yolundaki çabalarının karşılığında onları Kendi katından gönderdiği yardımlarla korur. Örneğin bu ayetlerde de bildirildiği gibi düşmanlarının kalplerine korku salar ve böylece onların kendi başlarının derdine düşmesini sağlar. Böylece müminlerin üzerindeki tehlikeleri kaldırır.

Allah, inkar edenlerin kalplerine çok farklı korkular verebilir. Onların kalplerine ölüm korkusu, gelecek korkusu, yaralanma veya bir organını kaybetme korkusu, aç kalma korkusu, her an bir felakete uğrama korkusu, sevdiklerini kaybetme korkusu gibi yüzlerce korku salabilir. İnkar edenler kendilerine Allah'ı dost ve vekil edinmedikleri, yaptıklarının ve elde ettiklerinin tek sahibi olarak kendilerini gördükleri, ahirete inanmayarak dünyaya sımsıkı bağlandıkları için korku duyacakları birçok konu da oluşur. Örneğin kazançlarının kötüye gitmesi, parasız kalmak onlar için en büyük korkulardan biridir. Veya ahirete inanmayarak dünyaya şiddetli bir bağlılıkla bağlı oldukları için ölüm onlar için bir son demektir. Bir hiçlik olacaklarını ve herşeylerini kaybedeceklerini düşündükleri için ölümden çok fazla korkarlar. Bu korkuları ise onları zaafları olan, güçsüz insanlar haline getirir. Allah, Kendisine ortak koştukları için inkar edenlerin kalplerine korku salındığını ve bu insanların uğradıkları sonu şöyle bildirir:

Kendisi hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma yerleri ateştir. Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür. (Al-i İmran Suresi, 151)

HİKMET VE ANLATIM ÇARPICILIĞI ALLAH KATINDAN VERİLEN BİR NİMETTİR

Hikmet ve anlatım çarpıcılığı, Allah'ın ayetlerinde de bildirdiği gibi, insanlara Allah katından bir nimet olarak verilen özelliklerdir. Allah bunu ayetlerinde şöyle bildirir:

Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Bakara Suresi, 269)

Onun mülkünü güçlendirmiştik. Ona hikmet ve anlatım çarpıcılığını vermiştik. (Sad Suresi, 20)

Konuşmada hikmet ve anlatım çarpıcılığı insanlara verilmiş büyük bir hayır ve güzelliktir. Bir konu çok çeşitli şekillerde, farklı insanlar tarafından farklı üsluplarla anlatılabilir. Ancak asıl etkili olan hikmetli ve çarpıcı bir anlatıma sahip olandır. Böyle bir anlatım insanların dikkatlerini açar, onların gafletten uyanmalarını sağlar, en iyi bildikleri ama üzerinde hiç düşünmedikleri konular üzerinde düşünmelerine, gerçeklerin çok açık olarak görülmesine neden olur. Hikmetli bir anlatımda, konular gereksiz uzatılmaz. herşey en kısa, en özlü ama en anlaşılır ve etkileyici şekliyle anlatılır. Başka bir insanın saatlerce konuşarak anlatacağı bir konuyu, hikmet sahibi bir insan bir iki samimi cümle ile açıklar ve bu açıklaması karşısındaki kişide önemli bir etki bırakır. Şu çok önemlidir; hikmetli konuşmak öğrenilecek, dersi alınacak bir konu değildir. Kuralları, incelikleri olmaz. Hikmet ve anlatım çarpıcılığı için samimi olmak ve Allah katından bu nimetleri istemek gerekir. Allah, dilediğine hikmetli konuşmay,ı konuşma anında ilham eder.

Hikmete ve anlatım çarpıcılığına en güzel örnek Allah'ın sözü olan Kuran'dır. Allah, tüm kitaplarını aynı hikmetle göndermiştir. Bunu bir ayetinde şöyle bildirir:

Andolsun, onlara (kendilerini şirkten ve bozulmalardan) caydırıp vazgeçirtecek nice haberler geldi. (Ki her biri) Doruğunda-olgunlaşmış hikmettir. Fakat uyarmalar bir yarar sağlamıyor. (Kamer Suresi, 4-5)

İNSAN DÜŞÜNCE VE NİYETİNDEN DE SORGULANACAKTIR

Allah, Kuran'da dinin gönülden yaşanmasını emreder.

…Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. (Bakara Suresi, 184)

Namazları ve orta namazını (üstlerine düşerek, titizlik göstererek) koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun. (Bakara Suresi, 238)

Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi. (Nahl Suresi, 120)

Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi Allah, yapılan ibadetlerin hep gönülden olmasını bildirmiştir. Örneğin namaz kılan, oruç tutan, zekat veren, itaat eden bir insanın asıl niyeti, kalbinden geçirdikleri önemlidir. Allah, Kuran'da gösteriş için infak eden veya gösteriş için namaz kılan insanlar olduğunu haber verir. Bu insanlar, namaz kılarken Allah'ı düşünmüyor, O'nun karşısında ne kadar aciz ve boyun eğici olduğunu düşünmeden sadece ağzıyla dua ve tespihleri yapıyor olabilirler. Veya dıştan bakıldığında bir insan sürekli hayır işleri yapıyor, okullar açıp, fakirlere yardım ediyor olabilir. Ancak bu insan eğer bu yaptıklarını, Allah'ın kendisinden hoşnut olmasını dileyerek, Allah'a karşı aciz ve muhtaç olduğunu düşünerek, ahiretten korkarak yapmıyorsa yaptıkları Allah katında kabul edilmeyebilir. Allah, insanların kestikleri kurbanların kanlarının değil, sahip oldukları takvanın Kendisi'ne ulaşacağını bildirir:

Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver. (Hac Suresi, 37)

Birçok insanın en önemli yanılgılarından biri, sadece amel olarak yaptıklarından sorgulanacaklarını zannetmeleridir. Oysa Allah, insanın niyetinden, düşüncelerinden, kalplerinde gizlediklerinden de sorgulanacağını bildirir.

Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azablandırır. Allah, herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 284)

Allah, her insanın kalbini, düşüncesini, bilinç altını, insanlardan gizlediklerini en iyi bilendir. Allah kişi ile kalbi arasındadır. Dolayısıyla insan Allah'tan hiçbirşeyini gizli tutamaz. Aklından geçen bir şüphe, vesvese, müminler hakkındaki gerçek düşünceleri, Kuran hakkındaki inancı, ibadetleri yaparken aklından geçenler Allah tarafından tek tek bilinmekte ve yazılmaktadır. Örneğin bir ibadeti eğer isteksizce yapıyorsa, içinden olumsuz düşünceler geçiyorsa Allah bunu bilir. Ve insan her birini ahiret gününde karşısında bulacaktır. İnsanın kurtuluşunun yollarından biri, kalbinin temiz olması, dini sadece dıştan görünümünde değil, kalbinde, düşüncelerinde samimi olarak yaşamasıdır. Kısa ve geçici bir hayat için, ahiretteki sonsuz ve gerçek hayatı gözardı etmesi büyük bir akılsızlık olur. Allah'ın dünya hayatının geçiciliği hakkında insanları uyardığı ayetlerden bazıları şöyledir:

Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz ahiret, (asıl) karar kılınan yurt odur. (Mümin Suresi, 39)

Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. (İnsan Suresi, 27)

KALPLERDE SEVGİ YARATAN ALLAH'TIR

Allah birçok ayetinde, insanların kalplerine sevgi ve dostluk verenin Kendisi olduğunu bildirir. Örneğin Allah, bir ayetinde müminleri bir araya getirenin, onların arasını düzeltip onları kardeş olarak birleştirenin Kendisi olduğunu şöyle bildirmiştir:

Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

Allah, başka ayetlerinde ise, iman edenlere sevgi kılanın, onlara sevgi duyarlılığı verenin Kendisi olduğunu bildirmektedir.

Katımızdan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi. (Meryem Suresi, 13)

İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. (Meryem Suresi, 96)

Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 21)

Allah, düşmanlığı olan kişilerle de müminler arasında bir sevgi kılacağını söyler. Bu hem müminlerin hem de diğer tüm insanların kalplerinin Allah'a ait olduğunu gösteren bir başka ayettir.

Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık besledikleriniz arasında bir sevgi-bağı kılar. Allah, güç yetirendir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Mümtehine Suresi, 7)

İNKARCILARIN VE MÜMİNLERİN ÖLÜM ŞEKİLLERİ BİRBİRİNDEN FARKLIDIR

Allah Kuran'da ölümle ilgili pek çok insanın bilmediği bir sırrı verir. Bu sır, insanın gerçek ölüm şeklinin, yani ölüm anında gördüklerinin, dışarıdan diğer insanların gördükleri ile aynı olmadığıdır. Allah, ölüm anındaki insanın çevresindekilerin şahit olduklarından farklı olayları yaşadığını bir ayetinde şöyle bildirir:

Hele can boğaza gelip dayandığında, ki o sırada siz (sadece) bakıp-durursunuz. Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz. (Vakıa Suresi, 83-85)

Allah'ın ölüm anıyla ilgili bildirdiği bir başka sır ise, hayatta olan insanların göremedikleri bu anlarda inkarcıların çok büyük bir korku ve ızdırap yaşadıklarıdır. Allah bunu ayetlerinde şöyle bildirir:

Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken "Bana da vahy geldi" diyen ve "Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim" diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen... (En'am Suresi, 93)

Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada azaplandırmak ve canlarının onlar inkar içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor. (Tevbe Suresi, 85)

Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu sırra göre, inkar eden bir insan yatağında huzur içinde ölmüş gibi görünebilir. Ölümü sırasında hiçbir acı çekmediği, zorluk yaşamadığı, yavaşça gözlerini kapattığı zannedilebilir. Oysa Allah inkarcının ölümünün büyük ızdıraplar ve zorluklar içinde olduğunu ancak bizim onun yaşadıklarına şahit olmadığımızı bildirmektedir. Ölüm meleklerinin inkarcıların canlarını alış şekilleri ise ayetlerde şöyle bildirilir:

Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah'ı gazablandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar; bundan dolayı (Allah,) amellerini boşa çıkardı. (Muhammed Suresi, 27-28)

Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkar edenlerin canlarını alırken görmelisin. Bu, ellerinizin önceden takdim ettiği işler yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir. (Enfal Suresi, 50-51)

İnkarcıların bu zorlu ölümlerinin yanında müminlerin gerçek ölümleri ise, çok kolaydır. Örneğin inkarcıların tam aksine, peygamberle birlikte savaşa çıkan ve savaşta hançerlenerek öldürülen bir mümin, aslında çok huzurlu ve korku duymadığı bir ölüm anı yaşar. Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi onların canları yumuşakça çekilip alınacaktır ve onlar melekler tarafından selam ve müjde ile karşılanacaklardır. Allah müminlerin ölümlerinin nasıl olacağını ayetlerinde şöyle bildirmiştir:

Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 32)

NAMAZ KILMAK İNSANLARIN KÖTÜLÜK YAPMALARINI ENGELLER

Namaz, Allah'ın Kuran'da belirlenmiş vakitlerde farz kıldığı önemli bir ibadettir. Allah namazlarında sürekli olanlara ve titiz davrananlara ecir vereceğini bildirir. Allah Kuran'da namaz kılanların sahip olacakları bir kazancın daha olduğunu bildirmiştir:

Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)

Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi, namaz kılanlar çirkin utanmazlıklardan ve kötülüklerden uzak dururlar. Allah, onların kalbine bu tür kötülüklerden uzak durmalarını ilham eder.

Kuran'da bildirilen namaz ibadetini titizlikle yerine getiren insan, Allah'tan korkan insandır. Her gün Rabbinin huzurunda belirlenmiş vakitlerde kıyam eden, secde ve rüku eden insan içinde duyduğu saygı dolu korku nedeniyle elbette kötülüklere de yaklaşamaz. Vicdanı, Allah'ın izni ve ilhamı ile bu insanın kötülüğe, çirkin bir utanmazlığa yönelmesine engel olur. Böyle bir insan bir anlık kötülükte dahi bulunsa, Rabbi huzurunda dua ederken, O'nun sonsuz kudretini düşünürken hemen yaptığı kötülüğü görür ve tevbe ederek bunlardan bir daha dönmemek üzere uzaklaşır.

ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLER ÖLÜ DEĞİLDİRLER

Allah, Kuran'da Kendi yolunda ölenlerin aslında "ölü" olarak kabul edilemeyeceklerini ve Allah'ın katında diri olarak bulunduklarını bildirmektedir. Allah bu gerçeği ayetlerinde şöyle bildirir:

Allah yolunda öldürülenleri sakın 'ölüler' saymayın. Hayır, onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar. Allah'ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir. Onlar, Allah'tan bir nimeti, bir fazlı (bolluğu) ve gerçekten Allah'ın mü'minlerin ecrini boşa çıkarmadığını müjdelemektedirler. (Al-i İmran Suresi, 169-171)

Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz. (Bakara Suresi, 154)

Allah yolunda öldürülenlerle ilgili olarak Allah'ın Kuran'da bildirdiği bir başka konu ise, şehitlerin Allah katında hidayetlerinin tamamlandığı ve cennete kabul edilerek kurtuluşa erenlerden olduklarıdır.

…Allah yolunda öldürülenlerin ise; kesin olarak (Allah,) amellerini giderip-boşa çıkarmaz. Onları hidayete erdirecek ve durumlarını düzeltip-ıslah edecektir. Ve onları, kendilerine tarif edip-tanıttığı cennete sokacaktır. (Muhammed Suresi, 4-6)

Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O'nun katındadır." (Al-i İmran Suresi, 195)

Allah yolunda hicret edip öldürülen veya ölenlere gelince muhakkak Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Onları, kendisinden gerçekten hoşnut kalacakları bir yere sokacaktır. Şüphesiz Allah, bilendir, halimdir. (Hac Suresi, 58-59)

İşte bu ayetlerde Allah yolunda öldürülen insanlarla ilgili bildirilen bu gerçekler de, Kuran'ın halk arasında pek bilinmeyen ve konuşulmayan sırlarından biridir.

İZZET ALLAH KATINDAN VERİLİR

Ahirete inanmayan ve tek hayatının dünya hayatı olduğunu zanneden insanların büyük bir kısmı, dünyada güç, kudret ve üstünlük bulmaya çalışırlar. Hayatları boyunca bunun hırsı ile çabalarlar. Kendileri için gücün, üstünlüğün ve onurlu olmanın ölçüleri ve değerleri vardır. Buna göre zengin olmak, yönetici olmak, sözü geçen olmak, ün sahibi olmak gerekir. Bunlardan birini kaybettiklerinde ise tüm itibarlarının, onur ve izzetlerinin yerle bir olduğunu düşünürler. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır ve Allah onların bu yanılgılarını Kuran'da şöyle açıklar:

Kendilerine güç (izzet) sağlasınlar diye, Allah'tan başka ilahlar edindiler. Hayır; (o yalancı ilahlar) onların tapınışlarını inkar edecekler ve onlara karşı çelişkiye düşecekler." (Meryem Suresi, 81-82)

Tek güç ve izzet sahibi olan Allah'tır ve Allah gücü ve izzeti dilediğine verir. Dolayısıyla, güç ve üstünlük sağlamak için Allah'tan istemek dışında sebepler ve aracılar arayanlar, bunları Allah'a ortak koşmuş olurlar. Çünkü ne malın, ne itibarın, ne de mevkinin insana güç sağlamaya yetecek bir iradesi yoktur. Ayrıca, Allah her insandan tüm bunları bir anda çekip alabilir. Örneğin en üst mevkideki bir insan bir anda mevkisiz, malsız ve itibarsız kalabilir. Çünkü herşeyin tek ve gerçek sahibi olan Allah'tır.

Allah, izzet ve onuru, Kendisine dost olan, gönülden bağlı, Kuran'a uyan kullarına verir. Kuran'a uyan bir insan, hiçbir zaman kendisini ahirette Allah'ın karşısında küçük düşürecek, onu utandırıp, pişmanlığa sevkedecek bir ahlaka ve tavra yaklaşmaz. Hiçbir insandan korkup çekinmez, kimseye yaranmaz, kimsenin güç ya da zalimliğinden korkup çekinmez. Sadece Allah'ı razı etmek ister ve sadece Allah'tan korkup sakınır. Bu nedenle hiçbir zayıflığı, insanlar karşısında ezikliği yoktur. Mala, zenginliğe, makam ve mevkiye sahip olmasa dahi Allah onu Kendi katından yardımıyla güç ve şeref sahibi yapar. Böyle bir insan aynı zamanda Kuran ahlakını yaşamanın ve imanın getirdiği üstünlüğü ve şerefi üzerinde taşır. Allah bunu bir ayetinde şöyle bildirir:

... Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resûlü'nün ve mü'minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar. (Münafikun Suresi, 8)

DOĞRU YOLU BULMANIN SIRLARI

Yeryüzündeki hemen her insanın kendisine göre doğru ve yanlışları bulunur. Herbirinin doğrularını tespit etmedeki kaynağı ise farklıdır. Kimi okuduğu bir kitabı, kimi çevresinde gördüğü bir insanı, kimi bir politikacıyı, kimi ise bir felsefeciyi kendisine rehber edinir. Oysa, en doğru ve insanı kurtuluşa kavuşturacak tek yol Allah'ın insanlar için belirlediği dindir. Ve bu yolda insanın tek hedefi Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmaktır. Diğer yollar, insanlara ne kadar süslü, çekici gibi görünse de, bu aldatıcıdır. Hepsi insanları dünyada ve ahirette sonsuza kadar devam edecek bir yıkıma, ümitsizliğe, mutsuzluğa ve acı bir azaba sürükler.

Kimlerin doğru yola iletildikleri ise Kuran'da bildirilen sırlardır. Bunlara uyanlar, Allah'ın doğru yoluna ileterek, cennetinde ağırladığı kullardır.

Kesin bilgi ile iman etmek

Herşeyden önce kişinin doğru yola iletilmesi için iman etmesi gerekir: Eğer bir insan göklerin yerin ve ikisi arasındakilerin tek sahibi ve yaratıcısının Allah olduğuna ve dünyada var olma amacının Allah'a kulluk etmek olduğuna iman edip, hayatı boyunca Allah'ın rızasını ararsa Allah onu doğru yola iletir. Allah'a, ahirete ve Kuran'a imanın ise kesin bir iman olması gerekir. Bazı insanlar, her ne kadar iman ettiklerini söyleseler de, imanlarında şüphe veya zayıflık olabilmektedir. Böyle insanlar, inkarcılarla birlikte olduklarında onların etkisine girip dinde kolaylıkla zayıflık gösterebilmekte, Allah'a ve dine karşı bir tutum sergileyebilmektedirler. Oysa, Allah'ın doğru yola ilettiği kullarının imanı kesin ve şüphesizdir:

(Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kur'an'ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac Suresi, 54)

Tam teslimiyetle Allah'a yönelmek

İman edenlerin tam bir teslimiyetle Allah'a yönelmeleri, Allah'a kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlanmaları da doğru yola iletilmenin sırrıdır. Allah'a iman eden ve ahiretten korkan bir müminin dünyaya yönelik bir hırsı yoktur. Tek amacı Allah'ı razı etmektir. Bu sebeple, bir mümin her tutum ve davranışında Allah'a yönelir, Allah'ın kendisini denediğini bilerek, her olayda Allah'ın kendisi için yazdığı kadere tabi olur. Allah kendisine teslim olanların doğru yola iletileceğini şu şekilde bildirmiştir:

Allah'ın ayetleri size okunuyorken ve O'nun elçisi içinizdeyken nasıl oluyor da inkar ediyorsunuz? Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir. (Al-i İmran Suresi, 101)

O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete erdirir. (Şura Suresi , 13)

Verilen öğütleri yerine getirmek

Allah'ın doğru yola iletilmek isteyen kullarına bir diğer emri ise şu şekildedir:

...Onlar, kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, bu şüphesiz onlar için hayırlı ve daha sağlam olurdu. Biz de onlara, o zaman yanımızdan büyük bir ecir verirdik. Ve onları mutlaka dosdoğru yola yöneltip-iletirdik." (Nisa Suresi, 66-68)

Allah'tan korkan müminler sürekli olarak hatalarından arınmak ve Allah'ın en çok razı olacağı ahlaka ulaşmak için çalışırlar. Ancak, elbette hatalardan hızla arınmak ve doğru yola iletilmek için kişinin tevazulu olması gerekir. Tevazulu ve arınmayı isteyen bir insan başta Allah'ın emirlerini tam olarak yerine getirir. Ayrıca salih müminler birbirlerinin velileridir. Birbirlerine iyiliği emreder, kötülükten men ederler. Bu sebeple, müminlerin birbirlerinin verdiği öğütlere karşı da tevazulu olması, bir hatayı mümin bir kardeşinin kendisine söylemesinin ahireti için büyük bir nimet olduğunu bilerek söz dinlemesi gerekir. Kendisine verilen öğütleri tutan bir insan hızla hatalarından arınacak ve Allah'ın ayette bildirdiği gibi doğru yola ulaşacaktır. Allah, şeytana uymaktan kaçınan, kendisini Kuran'a ve güzel ahlaka çağıran kişilere tabi olan kullarına şöyle müjde vermektedir:

Tağut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver. Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir. (Zümer Suresi, 17-18)

NEFİS İNSANA VARGÜCÜYLE KÖTÜLÜĞÜ EMREDER

Hem her türlü kötülüğü, hem de ondan sakınmayı bilen nefs insanın içindeki emredici güçtür. Yani bir insana bir eylemi yaptıran, bir kararı verdiren manevi güç nefistir. Allah, Kuran'da nefsin bu iki özelliğini şöyle bildirmiştir.

"Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene; sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp temizleyen gerçekten felah bulmuştur." (Şems Suresi, 7-9)

Ayetlerde insanların ahlaksızlıklarından, yaptıkları kötülüklerden söz edilirken bu tavırlarının kaynağı olarak nefisleri gösterilmektedir. Nefs bu yönü ile insanın en büyük düşmanlarından birisidir. Nefs kibirli, cimri ve bencildir, sürekli olarak kendi heva ve hevesini, kendi gururunu tatmin etmek ister, kendi rahatını, kendi menfaatini, kendi hoşnutluğunu düşünür. İsteklerine her zaman meşru yollardan kavuşamayacağı için de insana vargücüyle kötülüğü emreder. Bu gerçek Kuran'da Hz. Yusuf'un sözleri ile şöyle açıklanır:

(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir. (Yusuf Suresi, 53)

Nefsin insana vargücüyle kötülüğü emrediyor olması Allah'tan korkan müminler için çok önemli bir sırdır. Bu, nefsin oyunlarının bir an bile bitmeyeceğini, sürekli olarak insana kötülüğü emrederek bütün gücüyle onu Allah'ın yolundan alıkoymaya çalışacağını gösterir. Bu sırra göre nefs hiçbir zaman susmayacak, her konuda kendini haklı görecek, bütün insanlardan kendini daha çok sevecek, büyüklenecek, her türlü nimetin kendisinin olmasını isteyecek, rahatına düşkün olacak, kısaca Allah'ın beğendiği ahlakın tam tersini insana yaşatabilmek için her yolu uygulayacaktır.

Nitekim, inkar edenlerin, Kuran ahlakına uymayanların tavırları ve ahlakları tamamen nefisleri tarafından şekillenir. Onlar Allah'tan korkmadıkları için vicdanlarının emrettiğine uyacak iradeyi gösteremez, sadece nefislerinin emrettiklerine uyarlar. Dinden uzak yaşayan toplumlarda yaşanan kavgaların, menfaat çatışmalarının, mutsuzlukların kökeninde herkesin nefsine uyarak sadece kendi menfaatini düşünmesi, gerçek sevgi, saygı, fedakarlık gibi insani özelliklerini tamamen kaybetmeleri vardır.

Bu nedenle, Allah'ın bildirdiği bu sır çok önemlidir. Eğer insan bu sırrı unutmazsa nefsine karşı önlem alabilir. Ona göre bir ahlak ve tavır gösterebilir. Nefs tembelliği emrederse onu kat kat çalıştırarak, nefs bencilliği emrederse daha fedakar olarak, nefs cimriliği emrederse daha cömert olarak, nefsin emrettiği her türlü kötülükte aksi olan en iyi tavrı yerine getirerek onu eğitebilir. Allah, Şems Suresi'deki ayetlerde, nefse kötülüklerin yanısıra bu kötülüklerden sakınmanında ilham edildiği bildirilmiştir. Yani insanın nefsinde kötülükleri ve ahlaksızlıkları emreden, bunları kolay ve güzel gösteren bir sesin yanında, iyi ve güzel olanı seçmesini de emreden vicdanı vardır. Her insan içindeki bu sesleri bilir ve hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğunu tanır. Ancak, sadece Allah'tan korkup sakınınlar vicdanlarına uyarlar.

İNSANLARA BOLLUK VE ZENGİNLİK VERİLMESİNİN SIRLARI

Tüm evren, içindeki canlı ve cansız varlıkların tamamı ile birlikte Allah'a aittir. Ve Allah, sahip olduklarından dilediklerini dilediği insanların emrine verir. İnsanlara rızık veren, onları zenginleştiren, bol bol ürünler veren, nimetlendiren Allah'tır. Allah'ın ayetlerinde bildirdiği gibi, Allah dileği insana rızkını genişletip yayar, dilediğinin ise rızkını kısıp daraltır, ve bunların hepsini hayırla ve bir hikmet üzerine diler. Rızkı bollaşan da, azalan da bunlarla Allah tarafından denenmektedir. Allah'ın verdiği nimetlerle azıp şımarmayan, hepsi için Allah'a şükredici olanlar, ellerindeki nimetler alındığında ise, Allah'a tevekkül ederek, sabır gösterenler Allah'ın hoşnut olduğu kullardır. Kuran'da bildirilen Hz. Süleyman'ın sözleri, Allah'ın nimetlerinin insanlar için bir deneme olduğunu açıklamaktadır:

Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır." (Neml Suresi, 40)

Hz. Süleyman'ın "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti)." şeklindeki sözleri, nimetlerin insanlara veriliş nedenlerinden birini açıklamaktadır.

Allah, Kuran'da dünya hayatının süsü olarak tanımladığı malları, oğulları, eşleri akrabaları, makamı, itibarı, zekayı, güzelliği, sağlığı, kar getiren ticareti, başarıyı, kısacası her türlü nimeti insanı denemek için verir.

İnkarcılara bolluk verilmesinin sırları

Dünya üzerinde, Allah'a inanmadığı halde bolluk ve nimet içinde yaşayan, bereketli topraklar, sağlıklı çocuklar sahibi olan, uzun ömür sürmüş ve halende sürmekte bulunan birçok insan vardır. Bu insanlar sahip olduklarıyla Allah'ı razı etmek yerine şımarmakta, bunlarla Rabbinin rızasını aramak yerine, Allah'tan uzaklaşmaktadırlar. Her geçen gün küfürleri artan ve durmadan günah toplayan bu insanlar, sahip olduklarının kendileri için hayır olduğunu zannederler. Oysa, Allah Kuran'da bu insanlara verdiği nimetlerin ve tanıdığı sürenin hikmetini ve sırlarını şu ayetlerle açıklamaktadır:

Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada azablandırmak ve canlarının onlar inkar içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor. (Tevbe Suresi, 85)

"O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azab vardır." (Al-i İmran Suresi, 178)

Artık sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak. Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller. (Mü'minun Suresi, 54-56)

Ayetlerde açıklandığı gibi söz konusu insanların sahip oldukları nimetler onlar için hayır değildir. Onlara tanınan süre günahlarının daha da artması içindir. Vakitleri dolduğunda ise ne malları, ne çocukları, ne makamları onları acı bir azaptan kurtaramaz. Nitekim, Allah Meryem Suresi'nde daha önceki insan nesillerinde de varlık ve bolluk içinde yaşayan, ancak bu nimetlerin kendilerini azaptan kurtaramadığı kavimlerin durumunu bildirmiştir:

Onlardan önce nice insan- nesillerini yıkıma uğrattık, onlar mal (giyim, kuşam ve tefriş) bakımından da, gösteriş bakımından da daha güzeldiler. (Meryem Suresi, 74)

Aynı ayetin devamında ise, bu insanlara süre tanınmasının sırrı şöyle açıklanmıştır:

De ki: "Kim sapıklık içindeyse, Rahman (olan Allah), ona süre tanıdıkça tanır; kendilerine va'dedileni -ya azabı veya kıyamet saatini- gördükleri zaman artık kimin yeri (makam, mevki) daha kötü, kimin askeri- gücü daha zayıfmış, öğreneceklerdir. (Meryem Suresi, 75)

Allah, sonsuz adaletli ve merhametlidir. Herşeyi bir hikmet ve hayır ile yaratır ve her insan yaptığının karşılığını eksiksiz olarak alır. Bunu bilen müminler, çevrelerinde gerçekleşen her olaya Allah'ın yarattığı hikmet ve hayrı görmek niyetiyle bakarlar. Aksi takdirde, insanlar gerçeklerden uzak, aldatıcı bir dünya yaşarlar.

ALLAH'IN İNKAR EDENLERE HEMEN AZAP VERMEMESİNİN SIRLARI

Allah'ın Kuran'da bildirdiği sırlardan biri, insanların yaptıkları kötülüklerin karşılığını hemen almamaları, her karşılığın belli bir vakte kadar ertelenmesidir. Allah bunu ayetlerinde şöyle bildirir:

Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah kendi kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)

Senin Rabbin rahmet sahibi (ve) bağışlayıcıdır. Eğer, kazandıklarından dolayı onları (azabla) yakalasaydı, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır. (Kehf Suresi, 58)

birçok insan yaptığı kötülüğün karşılığını hemen almayınca, kötülüklerin karşılıksız kalabileceğini zanneder. Hatta bu nedenden dolayı tevbe etmez, pişmanlık duymaz ve tavrını düzeltmez, karşılıksız kalacağını sandığı için azgınlığını daha da artırır. Akılsız olduğu için bunun gelecek olan azabını daha da dayanılmaz yapacağını hesap edemez. Allah, bu konuda şöyle bir ayet bildirmiştir:

O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 178)

Bu, Allah'ın insanları denemek için yarattığı bir ertelemedir. Oysa, her insanın yaptıklarının karşılığını alması için Allah katında belirlenmiş bir süre vardır. O süre geldiğinde ne bir an öne alınır, ne bir an ertelenir. Allah, herkesin karşılığını mutlaka alacağını ayetlerinde şöyle açıklar:

Eğer Rabbinden geçmiş bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı muhakkak (yıkım azabı) kaçınılmaz olurdu. (Ta-ha Suresi, 129)

Onlara bir süre tanıyorum. Hiç şüphesiz benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır. (Araf Suresi, 183)

SONUÇ

Kuran'ı samimi bir niyetle okuyan, tüm yaşantısına, çevresinde meydana gelen olaylara, insanlara, yakınlarına Allah'a dost bir iman gözüyle bakan her insan, Kuran'da bildirilen sırları kendi hayatında görebilir. En küçüğünden en büyüğüne kadar hiçbir olay rastgele insanın karşısına çıkmaz; hiçbiri bir tesadüf eseri değildir. Her birinde Allah'ın yarattığı bir sır, bir hayır ve hikmet gizlidir. İnsan eğer samimi davranır ve hep Allah'a yönelirse bu sır ve hikmetleri görebilir.

Kuran'ın sırlarını kavrayan ve yaşadığını fark eden insanın Allah'a olan yakınlığı ve dostluğu daha da artar. Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah'ı daha iyi tanıyabilir, O'nun gücünü, aklını ve ilmini daha iyi takdir edebilir. Allah'tan başka bir dost ve vekil olmadığını görür. Her an Allah'ın yarattığı bir hikmeti ve sırrı görmenin ve anlamanın heyecan ve neşesini yaşar. Allah böyle insanlara yaratışındaki sırları daha da açar. O insanın hayatı dıştan bakan biri için belki sıradan görünse bile, Allah aslında her an o kişi için bir olağanüstülük yaratır. Allah'ın hikmetlerini ve yaratışındaki sırları görmek isteyen, bu isteğinde samimi olan herkese Allah bunları gösterecektir.

Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi:

Gerçek şu ki kulluk eden bir topluluk için bunda (Kur'an'da) 'açık bir mesaj' (veya gerçek bir çıkış yolu) vardır. (Enbiya Suresi, 106)

 



"Sen yücesin, bize öğrettiğinden baska bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."
(Bakara Suresi, 32)