OSMAN GÂZî;
Osmanlı sultanlarının ilki. Dünyânın en uzun ömürlü
hânedanının ve en büyük devletlerinden Osmanlı Devletinin kurucusu. 1258
tarihinde Söğüt’te doğdu. Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundan Ertuğrul Gâzinin
oğludur. İslâm terbiyesiyle yetiştirildi. İslâmî ilimler öğretildi. Devrin örf
ve âdetince mükemmel bir askerî tâlim ve terbiyeyle yetişti. Ertuğrul Gâzinin
silâh arkadaşı ve kumandanlarından kılıç kullanmayı, kargı savurmayı, ata
binmeyi öğrendi. Onların gazâlarını dinledi. Yaptıklarından ibret alarak,
gençliğinden îtibâren gazalara katılıp, zaferler kazandı, kumandanlık
vasıflarını geliştirip kuvvetlendirdi. Bizans’ın hâkimiyetindeki Batı Anadolu
cihat memleketi olduğundan, bölgede gazâ niyetiyle pekçok kumandan mücâhid,
derviş ve her biri birer gönül sultanı şeyh ve âlim bulunuyordu. Osman Gâzi;
Anadolu’nun İslâmlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül
sultanlarından, ahîlerden, Şeyh Edebâli’nin sohbetlerine katılıp, mâneviyâtını
yükseltti. 1277 yılında, on dokuz yaşındayken bir gece rüyâsında; Şeyh
Edebâli’nin böğründen bir ay çıkıp, göğsüne girdiğini, sonra göbeğinden, bütün
âfâkı, gökyüzünü kaplayan bir ağacın çıktığını, yüksek dağ ve pınarlara gölge
saldığını ve insanların ondan çok faydalandıklarını gördü. Rüyâsını Şeyh Edebâlî
hazretlerine anlattı. Hocası; "Müjde ey Osman! Hak teâlâ sana ve senin evlâdına
saltanat verdi. Bütün dünyâ, evlâdının himâyesinde olacak, kızım Mâl Hâtun da
sana eş olacak." diyerek rüyâsını tâbir etti. On dokuz yaşındayken Şeyh
Edebâli’nin kızı Mal Hâtun ile evlendi. Edebâlî’nin kızının Bâlâ Hâtun olduğu da
rivâyet edilmiştir. Osman Gâzi cesâreti, zekâsı, cömertliği, İslâm dînine
sadâkati ve tatbikatı herkesçe takdir edildiğinden babası tarafından Kayı boyu
beyliğine aday gösterildi. Ertuğrul Gâzi, 1281 yılında vefât edince Kayı beyi
oldu.
Anadolu Selçuklu Devletinin Bizans
hududundaki Kayılar, Söğüt kışlağı ile Domaniç yaylağı arâzisine hâkimdiler.
Osman Gâzi, Kayı beyi olunca, hudut komşusu Bizans tekfurları ile iyi geçinmeye
çalıştı. Bunlar arasında en çok Bilecik Tekfuru ile anlaşıyordu. Boyda, eskiden
beri yaylağa çıkarken, ağır eşyâları Bilecik Tekfuruna emânet etmek, buna
karşılık tekfura bâzı hediyeler sunmak geleneği vardı. Emânetin teslimi ve
alınması, silahsız kimseler ve kadınlar tarafından yapılırdı. Aşîretlerin
yaylaya çıkış ve dönüşlerinde, İnegöl Tekfuru yollarını keserek, onlara zarar
veriyor, bu yüzden sık sık çarpışmalar oluyordu. Osman Beyin kuvvet ve nüfûzunun
devamlı arttığını gören İnegöl Tekfuru Nikola, komşularından tedbir alınmasını
istedi. İnegöl Tekfurunun Bizanslılara ittifak teklifi, Bilecik Tekfuru
tarafından Osman Gâziye haber verildi. Tekfur Nikola’nın, Pazarköy
(Ermenibeli)de kuvvet topladığı tespit edilince, Osman Gâziye haber verildi.
Tekfur Nikola’nın, Pazarköy’de kuvvet topladığı tespit edilince, Osman Gâzi,
Kayı ileri gelenleri, kumandanlar ve arkadaşlarından Akçakoca, Abdurrahman Gâzi,
Aykut Alp, Konur Alp ve Turgut Alp ile görüşme yaparak, İnegöl’ün fethine karar
verdi. 1284’te Pazarköy’de meydana gelen muhârebede, Osman Gâzinin yeğeni Bay
Hoca şehit düştü. Muhârebe ardından Kulaca Kalesi fethedildi. Mağlubiyet üzerine
İnegöl Tekfuru ile Karacahisar Tekfuru birleştiler. 1288 yılında Domaniç
yakınında Erice (Ekizce)’de yapılan muhârebede, tekfurlar tekrar mağlup
edildiler. Bu muhârebede de Osman Gâzinin kardeşiSarı Yatu (Sarı Batı) şehit
oldu. Osman Gâzinin Ekizce muvaffakiyeti, Anadolu Selçuklu Sultânı Gıyâseddîn
Mes’ûd Şah tarafından mükâfatlandırıldı. Gönderilen bir fermanla Söğüt Osman
Gâziye yurt olarak verildi.
Sultandan aldığı duâ
sonrasında gazâ akınlarını daha da hızlandıran Osman Gâzi, bir baskınla İnegöl
Tekfurunu ve pekçok askerini öldürdü. İnegöl’den pekçok ganîmet aldı. İnegöl
Tekfurunun öldürülmesi ve Osman Gâzinin devamlı genişlemesi, Bursa veİznik
tekfurlarını telâşlandırdı. Osman Gâzinin Bizans tekfurlarına karşı tâkip ettiği
siyâset; Anadolu Selçuklu Sultanlığınca takdir edilip, tekrar mükâfatlandırıldı.
1289’da bir fermanla Söğüt’e ilâveten Eskişehir ve İnönü tarafları verilip, mîrî
vergiden muaf tutuldukları gibi Beylik alâmetlerinden alem, tuğ, kılıç ile gümüş
takımlı at da gönderildi. Selçuklu sultanının hediyeleri alınıp, fermanı
okununca Osman Gâzinin gazâ akınları iyice hızlandı. İznik’e akın tertiplendiyse
de kale alınamadı pekçok ganîmetle dönüldü. Karacahisar ile Yarhisar tekfurları,
Osman Gâzi aleyhine ittifak kurdular. 1291’de Karacahisar fethedilince, alınan
ganimetlerin beşte biri Anadolu Selçuklu Devleti başşehri Konya’ya gönderilip,
kalanlar muhârebeye katılan gâzilere dağıtıldı. 1292’de SakaryaIrmağının
kuzeyine akın yapıldı. Bu akınlarda Sorgan Köyü, Göynük, Taraklı Yenicesi ve
Mudurnu taraflarının askerî mevkileri tahrip edilip, pekçok ganîmet alındı.
Osman Gâzi, gazâlarda alınan ganîmetleri hâlen kuruluş safhasında olan devletin
ihtiyaçlarını tamamlamakta kullanıyor, kalanlarını muhârebelere katılan gâzilere
dağıtıyordu. Osman Gâzinin teşkilâtlanmaya verdiği ağırlık 1298 yılına kadar
devâm etti.
Osman Gâzinin ileriye dönük
faaliyetleri, huduttaki Bizans tekfurlarını daha da telaşlandırdı. Bilecik
Tekfuru da Osman Gâzi aleyhine ittifak içine girdi. Bizans-Rum tekfurları, Osman
Gâziyi muhârebe meydanında öldürüp yenemeyeceklerini anlayınca, entrikaya
başvurdular. Yarhisar Tekfurunun kızıyla evlenecek olan Bilecik Tekfurunun
düğününe dâvet edip, öldürmeyi plânladılar. Osman Gâziye suikast tertibi, dostu
Harmankaya Tekfuru Köse Mihal tarafından haber verildi. Gerekli tedbirleri alan
Osman Gâzi, Bizans tekfurları ile berâber dâvet edildiği düğüne, hediye olarak
kuzu sürüsü gönderdi. Düğün sonrası yaylaya çıkacağını bildirerek, eskiden
olduğu gibi değerli eşyâlarının kadınlar vâsıtasıyla kaleye alınmasını istedi.
Bilecik Tekfuru, Bizans tekfurlarıyla ittifâk hâlinde olduğundan Osman Gâzinin
teklifini kabul edip, düğün yeri olan Çakırpınarı’na gitti. Osman Gâzi aşîretin
eşyâsı yerine atlara silâh yükletip, harp hîlesiyle, kırk kadar gâziyi kadın
kılığında Bilecik’e gönderdi. Aşîret kâfilesi Bilecik’e gidip, şehri ele
geçirdi. Osman Gâzi de düğünden dönen tekfurları kurduğu pusuyla yenilgiye
uğratıp, düğüne katılanların ve askerlerinin çoğunu öldürttü. Osman Gâziye karşı
tertiplenen Bizans entrikası lehe çevrilip, gelin dâhil, düğüne katılanların bir
kısmı esir alındı. Geline Nilüfer adı verilip, Osman Gâzinin oğlu Orhan Gâziye
nikâhlandı. Fethe devam edilip, ertesi gün Yarhisar Kalesi kuşatıldı ve ele
geçirildi. Osman Gâzinin kumandanlarından Turgut Alp ve gâziler de İnegöl’ü
fethettiler.Osman Gâzi Batı Anadolu’da Bizans hududunda fetihlerde bulunurken,
Moğol İlhanlılar da Anadolu’yu istilâ ettiler. İlhanlı Hükümdârı Gazan Han
Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddîn Şahı İran’a götürdü. Bütün TürkiyeSelçuklu
Devletinin toprakları, İlhanlıların eline geçti. İlhanlı zulmünden hicret eden
birçok Anadolu Selçuklu emiri ve mâiyeti, Osman Gâzinin gazâlarına katılmak için
hizmete geldi. Böylece Osman Gâzi 1281 yılından beri arâzisini devamlı
genişletip, gazâ niyetiyle hizmetine katılanlarla devamlı güçlendi. Anadolu
Selçuklu Sultanlığının fetret devrindeki iktidar boşluğundan faydalanan Türk
beyleri istiklâllerini îlân ettiler. Osman Gâzi de iyice kuvvetlenmişti. 1299’da
istiklâlini îlân edip, tâbîlikten kurtuldu. Osman Gâziye istiklâl âlâmetleri
olan ferman, sancak, alem, tuğ, kılıç ve at ile takımı önceden verildiğinden,
istiklâlini îlân etmesiyle, devlet teşkilâtının müesseselerini kurup, her kaleye
subaşı, dizdar, kâdı tâyin etti. Köyler timar olarak sipâhilere dağıtıldı. Bu
arada Yundhisar ve Yenişehir kaleleri fethedildi. Osman Gâzi, yeni fethedilen
Yenişehir’i merkez hâline getirdi. Burada idârî, iktisâdî ve sosyal müesseseler
inşâ ettirip, evler, dükkanlar, çarşı ve hamam yaptırdı. Devleti beş idârî
bölgeye ayırdı. Her bölgenin idâresine güvendiği, kâbiliyetli ve âdil
kumandanlar tâyin etti. Oğlu Orhan Beye Sultanönü, Gündüz Alp’e Eskişehir, Aykut
Alp’e İnönü, HasanAlp’e Yarhisar, Turgut Alp’e İnegöl bölgelerinin idâresini
verdi.
Netîcede dört yüz çadırla Türkiye
Selçuklu-Bizans hududuna yerleştirilen Kayı Aşîreti, 1299’da Osman Gâzinin adına
izâfeten Osmanlı hânedanı ve devletini kurmuş oldu. Osman Gâzi İslâm dîninin
esaslarını, Türk örfünü teşkilât ve müesseselerini safha safha yerleştirip,
mükemmelleştiriyordu. Teşkilât ve müessesesini kurarken, İslâm dîninin
farzlarından cihat emrini de yapıyorlardı. Devamlı genişleyip, teşkilâtlanan
Osmanlı tehlikesini huduttaki tekfurlarla hâlledemiyeceğini anlayan Bizans
Kayseri İkinci Andronikos Poleologos, hassa kumandanlarından Musalon’u Osman
Gâzi üzerine sefere gönderdi. Musalon kumandasındaki Bizans kuvvetleriyle Osman
Gâzi 1301’de İznik’in kuzeydoğusundaki Koyunhisar Kalesi mevkiinde
karşılaştılar. 27 Temmuz 1301 târihinde yapılan Koyunhisar Muhârebesinde Osman
Gâzi muzaffer oldu. 1302 yılında Köprühisar Kalesi fethedildi. 1303’te
Yenişehir’in güneybatısındaki Marmaracık Kalesi fethedilip, İznik’in kuzeyindeki
Katırlı Dağı eteğine kale yapıldı. Kaleye Taz Ali kumandasındaki yüz asker
bırakılarak İznik ablukaya alındı. 1306’da Bursa Tekfurunun idâresindeki
müttefik Bizans tekfurlarına karşı sefer yapıldı. Osman Gâzi müttefik Bizans
tekfurlarının kuvvetini Dinboz’da mağlup etti. Kestel, Kite ve Ulubad kaleleri
Osmanlıların eline geçti. 1306’da Osmanlılar, ilk defâ Ulubat tekfuruyla askerî
antlaşma imzâladılar. Antlaşmaya göre; mülteci Kite Tekfuru Osmanlılara iâde
edilecek, Türkler Ulubad Nehrini geçmeyecekti.
Osman Gâzinin Osmanlı arâzisini devamlı genişletmesi Bizanslıları telaşa
düşürdü. Bizanslılar, İlhanlılarla akrabâlık kurarak, Osmanlı taarruzlarından
kurtulmak istediler. Bizans Kayseri kızı Maria’yı İlhanlı hükümdarı Gazan Hana
nişanladı. Onun ölümüyle de Olcaytu Hana nişanlayarak, kalelerini Osman Gâzinin
taarruzlarından kurtarıp, Osmanlı hakimiyetindeki arâzilerin geri alınmasını
ümit etti. Osman Gâzi, Bizans Kayserinin ittifak arayışı içinde olduğu zamanda
da gazâlarını sürdürdü. 1307’de İznik kuşatılıp, Yalova’ya akın düzenlendi.
BöyleceOsmanlılar denize ulaştı. 1308’de Marmara Denizindeki İmralı Adası
fethedilip, deniz üssüne sâhip olundu. Bizans’ın Bursa ile deniz ulaşımı ve
irtibatı kontrol altına alındı. İznik civârındaki Koçhisar
fethedildi.Osmanlıların Bizans hududunda tesis ettiği âdil idâre; tekfurların
zulmünden, vergilerin ağırlığından bıkan Hıristiyan ahâliden başka,
kumandanların da takdirini kazanmıştı. Rumlar, Osman Gâzinin idâresine sığınmaya
başladı. 1313’te Harmankaya Tekfuru Mihal deOsman Gâzinin maiyetine girip,
Müslüman oldu. Köse Mihal Gâzi adını alarak, pekçok muhârebeye katıldı. Osmanlı
Devletine çok hizmeti geçti. Marmara sâhilinden Karadeniz istikâmetinde gazâ
akınlarına devâm eden Osmanlılar, 1313’te Akhisar, Geyve, Lüblüce, Lefke,
Hisarcık, Tekfurpınarı, Yenikale, Karagöz ve Yanıkçahisar kalelerini
fethettiler. Bursa, Osmanlı arâzisi ortasında bırakıldı. Bursa ablukaya alınıp,
Kaplıca ve Uludağ istikâmetlerine iki kale yapıldı. Kaplıca istikâmetindekinin
kumandanlığına Osman Gâzinin yeğenlerinden Aktimur, Uludağ tarafındakine Balaban
tâyin edilip, kalelere kumandanlarının isimleri verildi. 1313 yılından îtibâren
Bursa kuşatmaya alındı. Moğol istilâsından Batı Anadolu’ya gelip, Kütahya’ya
yerleşen Çavdarlı Aşîretinin Osmanlıya karşı yaptığı düşmanca hareketler, Osman
Gâzinin oğlu Orhan Gâzi tarafından durduruldu. Oymahisar’da yapılan muhârebede
Çavdaroğlu esir edilip, aşîretin saldırganları cezalandırıldı. 1317 yılında
Orhan Gâzi ve kumandanlarından Konur Alp, Sakarya ve Karadeniz istikâmetindeki
Karatekin, Ebesuyu, Karacebeş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci kalelerini
fethedip, bu mevkileri Osmanlı hâkimiyetine aldılar. Akça Koca Sakarya Nehrinin
batısından İznik Kalesine kadar olan mevkiyi fethetti. Buralara, adına izafeten,
Koca-eli denildi. Osman Gâzinin, gençliğinden beri Rum ve düşman tecâvüzlerine
karşı sürdürdüğü askerî hazırlığı ve mücâdelesi, devlet kurarken
gerçekleştirdiği idârî ve siyâsî faaliyetler onu altmış yaşından îtibâren iyice
yormaya başladı. Nikris (romatizma) hastalığından da muzdaripti. Gazâ
akınlarıyla yetişip, yiğitliği, cesâreti, bilgisi ve dînine sadâkatiyle
düşmanların korkusunu, Müslümanların takdirini kazanan oğlunun idâre tarzını
sağlığında görebilmek için, son yıllardaki fetih hareketlerinde ve siyâsî
hâdiselerde Orhan Gâziyi vazifelendirdi. 1321’de Orhan Gâziyi Mudanya,
KaraTimurtaş Beyi de Gemlik seferine gönderdi. Mudanya feth edilip, Bursa
ablukası daha da kuvvetlendi. Akınlara devam edilerek 1323’te Akyazı, Ayanköy,
1324’te Karamürsel, 1325’te Orhaneli denilen Atranos feth edildi. Osman Gâzi,
1314 yılından beri çevresini ablukaya alıp, kuşatma hâlinde tuttuğu Bursa’nın
fethini görmek istiyordu. Orhan Gâzi 6 Nisan 1326 târihinde Bursa’yı fethedip,
Osman Gâzinin ve Müslümanların arzusunu yerine getirdi. Gâzilerin akınları
netîcesinde, Bolu, Kandıra, Ermenipazarı ve Devehisarı feth edildi. Bursa dâhil
bütün fethedilen bölgeler îmar olunarak, sâhipsiz evler gâzilere dağıtıldı.
Osmanlı teşkilât ve müesseseleri kuruldu. Hıristiyan ahâliden Osmanlı ülkesinde
oturanlar, İslâm dîninin gayri müslimlerle alâkalı hukûku tatbik edilerek
vergilendirildiler.
Osman Gâzinin, hastalığı
Bursa’nın fethinden sonra arttı. Hocası Şeyh Edebâlî ve hanımı Mâl Hâtunun
vefâtıyla hastalığı daha da şiddetlendi. Vefât edeceği zaman, oğlu Orhan Beye
vasiyetnâmesi, İslâmiyete olan sevgi ve saygısını, Türk milletinin rahat ve
huzurunu düşündüğünü ve insan haklarına olan gönülden bağlılığını açıkça
bildirmektedir.Vasiyetnâmenin özü şöyledir:
"Allahü teâlânın emirlerine muhalif bir iş eylemiyesin! Bilmediğini şerîat
ulemâsından sorup anlayasın! İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana itâat
edenleri hoş tutasın! Askerine in’âmı, ihsânı eksik etmiyesin ki, insan ihsânın
kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk
etmiyerek beni şâd et! Ulemâya riâyet eyle ki, şerîat işleri nizâm bulsun!
Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve
malına gurûr getirip, şerîat ehlinden uzaklaşma! Bizim mesleğimiz Allah yoludur
ve maksadımız Allah’ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru gavga ve cihângirlik davâsı
değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâimâ herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini
noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum."
Osmanlı sultanları, bu vasiyetnâmeye candan sarılmış, devletin 600 sene
hiç değişmeyen anayasası olmuştur. Osman Gâzinin misâfir kaldığı evde Kur’ân-ı
kerîm’e hürmeti, kurduğu Osmanlı Devletinin 623 yıl dîn-i İslâm ile idâre
edilip, 620 yıllık iktidarıyla yorumlanır.
Osman
Gâzi vasiyetini yaptıktan sonra 1 Ağustos 1326 târihinde Söğüt’te vefât etti.
Kabri Bursa’dakiGümüşlü Kümbeddedir. Osman Gâzinin Orhan Beyden başka Alâeddîn
Bey, ÇobanBey, Hâmid Bey, Melik Bey, Pazarlu Bey adında oğulları, Fatma Hâtun
adında bir kızı vardı. Ölümünden sonra devletin başına oğlu Orhan Bey geçti.
Osman Gâzi sâlih bir Müslüman olup, İslâm ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına
sâhipti. Az sayıdaki aşîret kuvvetleriyle, Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst
üste mağlup edip, zaferler kazanan üstün bir kumandandı. Dünyânın en uzun ömürlü
hânedanını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Osman Gâzi kurduğu
hânedanla; üç kıta, yedi iklim, her çeşit ırk, dil, din, mezhep, fikir, kültür
ve medeniyetteki insanı, bünyesinde Osmanlı adı altında toplayan, Kur’ân-ı
kerîm, hadîs-i şerif veİslâm âlimlerince öğülen mânevî hizmetlerin mirasçısı ve
idârecilik vasfının 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar nesillere intikalcisidir.
Osmanlı Devleti şer’î meselelerini, kuruluşundan îtibâren Hanefî mezhebi
hükümlerince hâlletti. Kazâ merkezlerine, şehirlere tâyin edilen kâdılar, Hanefî
mezhebine göre karar verirlerdi. Osman Gâzi zamânında askerî teşkilât Oğuz
töresine göre olup, aşîret kuvvetlerine dayanıyordu.
Târihçilerin, Osman Gâzi ve kurduğu devlet hakkındaki ortak fikirleri
özetle şöyledir:
Türk ve İslâm târihinin en
muhteşem devri Osmanlıların eseridir. Onlar, millî ve İslâmî mefkûrelerinin
dâhiyâne terkibi, siyâsî istikrar ve sosyal adâletleri sâyesinde üç kıtanın
ortasında ve Akdeniz havzasında, beşer târihinde nizâm-ı âlem dâvâsının en
kudretli temsilcileri olmuşlardır.
Osmanlı
hânedanı, dünyâda hiçbir âileye nasîb olmayan büyük ve dâhî pâdişâhları bir biri
ardından yetiştirmekle, bu devlete yalnız en büyük hayâtiyeti bahşetmedi. Onu
millî, İslâmî ve insânî idealler çerçevesinde milletin kalbini kazanarak cihân
hâkimiyeti düşüncesinin de en sağlam teşkilâtı hâline getirdi. İslâm dîninin,
beşeriyeti saâdete, adâlete ve insanlığa eriştirmek için îlân ettiği yüksek
esaslar ve dünyâ nizâmı mefkûresi, Eshâb-ı kirâmdan sonra en ileri derecesine
Osmanlı devrinde ulaşmıştır.
Osmanlı sultanları
ilmi ve ilim adamlarını memleketlere sâhip olmaktan üstün tuttular. Kemâl sâhibi
ilim erbâbını dâimâ takdir edip onlara rağbet gösterdiler. Pâdişâhlar, savaşta
ve barışta, kânunların düzenlenmesinde, dînin bildirdiği hükümlere sâdık
kalmakla yükselip kuvvetlendiler. İşlerinde âlimlerle istişâre eylediler. Devlet
nizamlarının hazırlanıp, düzenlenmesini ve teftişini onlara havâle edip, idârî
mesûliyetlere onları da dâhil ettiler. Bunun için Osmanlı Devletinde ulemâ
sınıfı, hürmetli bir mevkideydi. Bu yüzden korkutmaya dayanmaktan çok, adâleti
yerleştiren kânunlar yapıldı.
Osmanlı Devleti,
kavimler, dinler ve mezhepler arasında sağlam bir âhenk, halk kitleleri arasında
hiçbir fark ve tezâda müsâade etmemekle, dünyâ târihinde milletlerarası en
kudretli ve cihânşümûl bir siyâsî varlık teşkil etti. Osmanlı Devleti ve
sultanlarının dâvâları da kendi tâbirleriyle "Nizâm-ı Âlem" üzerinde toplanıyor,
koca devletin hikmet-i vücûdu ve cihâdı da, bu millî, İslâmî ve insânî esaslara
bağlı bulunan bir cihân hâkimiyeti düşüncesine dayanıyordu. Bu düşünce,
gerçekten Türk-İslâm târihinde en yüksek derecesini bulmuş ve müstesnâ bir
kudret kazanmıştı. Bu büyük siyâsî varlık, eski ve yeni devletlerden farklı
olarak, ne dışta istilâ tehditlerine ve ne de içeride çeşitli ırk, din, mezhep
mensupları ve grupların huzursuzluk endişelerine mâruz bulunuyordu. Osmanlı
cihân hâkimiyeti ve dünyâ nizâmı ideâli, şüphesiz millî şuur ve uyanış yanında
asıl kaynağını İslâm dîni ve noun cihâd rûhundan alıyordu. Şeyh ve evliyânın
himmetleriyle yükselen gazâ rûhu, küçük Söğüt kasabasından Bursa’ya ve bu
medeniyet merkezinden de Rumeli’ne yayılıyordu. Bu aradaOsmanlı Devletinin
kuruluş ve cihâd rûhunun yükselişinde tasavvuf da büyük kudret kaynağı idi.
Gerçekten de Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükselişinde tasavvuf tarîkatleri,
şeyhler, velîler ve dervişler birinci derecede rol oynamıştır. Osman Gâzi ve
haleflerinin etrâfı din adamları ve evliyâ ile dolmuş ve daha ilk günden Osmanlı
akınları gazâ mâhiyetini almıştır.
Nitekim Osman
Gâzi, dâmâdı olduğu büyük tasavvuf âlimi Şeyh Edebâlî’ye intisâb ederek her
hususta onunla istişârede bulunurdu. Kendisinden sonra gelecek Osmanlı
sultanlarına da İslâm âlimlerine hürmet edilmesini, onlara her türlü kolaylığın
gösterilmesini ve her işte kendilerine danışılmasını tavsiye etti. Bu vasiyete
lâyıkıyla uyan Osmanlı sultanları, fethettikleri yerleri medrese, zâviye,
imâret, dârülkurrâ ve türbelerle kutsîleştirmişler, buralarda yetişen âlimlerle
dünyâya İslâmiyeti yaymışlar, asırlarca maddî ve mânevî güç ve emeklerini bu
uğurda harcamışlardır.