YILDIRIM BÂYEZÎD
HAN;
Osmanlı pâdişâhlarının dördüncüsü.
Babası Murâd-ı Hüdâvendigâr, annesi Gülçiçek Hâtundur. 1360’ta doğdu. Küçük
yaştan îtibâren zamânın en mümtaz âlimlerinden din ve fen ilimlerini tahsil
etti. Değerli kumandanlardan sevk ve idâre dersleri aldı. 1381 yılında devlet
idâresini öğrenmesi için Kütahya’ya vâli tâyin edildi. 1389’da yapılan
BirinciKosova Savaşına katılarak büyük kahramanlık gösterdi. Savaş sonunda
babası Sultan Murâd’ın şehâdeti üzerine tahta çıktı. Cesâret ve gözü pekliğiyle
ün yaptığından kendisine "Yıldırım" lakabı verilmiştir.Tahta geçtikten sonra ilk
olarak Sırbistan işlerini düzene koydu. Bu sırada saltanat değişikliğinden
faydalanmak isteyen Karamanoğulları ve diğer Anadolu beyliklerinin Osmanlılara
âit yerleri tahribe başlamaları üzerine, Yıldırım Bâyezîd güçlü bir orduyla 1389
kışında harekete geçti. Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Germiyanoğulları,
Menteşe ve Hamid beylikleri topraklarını ülkesine kattı. Bundan sonra adına
yaraşır bir hızla Karaman ülkesine girdi ve Konya’yı muhâsara etti. Karamanoğlu
Çarşamba Suyu sınır olmak şartıyla anlaşmak zorunda kaldı. Denizciliğe de önem
veren Yıldırım Bâyezîd Han, 1390 sonbaharında Sakız ve Eğriboz adalarıyle Ege
Denizindeki Venedik kıyılarına seferler düzenledi.
Yıldırım Bâyezîd Anadolu’dayken Eflak Kralı Mirça, Osmanlı sınırını
geçerek Karinâbâd’a kadar olan bölgede yağmalama hareketinde bulunmuştu. Sefer
dönüşünde hemen Rumeli’ye geçen Pâdişâh, Edirne’de kuvvetlerini toparladı ve
Niğbolu ile Silistre’den Eflak içlerine akıncılar gönderdi. Bu kuvvetler
Mirça’yı yakalayarakBursa’ya gönderdiler. Mirça, her sene Osmanlı hazînesine
3000 duka altın vermek ve Macarlar üzerine yapılacak seferlerde Osmanlı ordusuna
yardım etmek kaydıyla serbest bırakıldı. Yıldırım Bâyezîd bundan sonra
Macarlarla ittifak kurmaya çalışan Bizanslılar üzerine yürüdü ve 1391’de
İstanbul’u muhâsara altına aldı. Yedi aylık bir kuşatmadan sonra şehirde bir
Türk mahallesi kurulması, bir câmi yapılması ve yıllık verginin arttırılması
şartlarıyla antlaşma imzâlandı.
Yıldırım Bâyezîd
1392’de yeniden Anadolu üzerine yürüdü. Bu harekât sırasında Candaroğullarının
Kastamonu şûbesi, 1392 ilkbaharında ele geçti. Bu arada Bâyezîd’in oğullarından
Şehzâde Çelebi Mehmed Amasya’yı; Süleymân Çelebi ise Tırnova, Silistre, Niğbolu
ve Vidin’i zaptettiler.
1394’te Selânik ve
Yenişehir’i (Mora) de alan Osmanlı orduları, Teselya ve Arnavutluk’a kadar
ilerlediler. Bâyezîd Han, İstanbul’un birinci muhâsarasından sonra imparatorun
şehirde bir Müslüman mahallesi tesisi, bir câmi inşâsı ve bir kâdı
bulundurulması husûsundaki vâdini yerine getirmemesi üzerine, şehri ikinci defâ
kuşattı. 1395 yılındaki bu kuşatma, yaz boyunca devâm etti. Bu sırada
Yunanistan’dan Tırhala, Domasia ve Patros şehirleri alındı. İstanbul Muhâsarası
Balkanlarda büyük bir Haçlı ordusu hazırlandığı haberi üzerine kaldırıldı. Macar
kralının propagandası ve papanın tahrikleri netîcesinde bir Haçlı ordusu
kuruldu. Mevcûdu 100.000’den fazla olan bu Haçlı ordusu, Tuna’yı geçerekVidin,
Orsova ve Rahova şehirlerini ele geçirerek Doğan Beyin müdâfaa ettiği Niğbolu’yu
muhâsara etti. Ancak Edirne’den yola çıkarak sür’atle gelen Sultan Bâyezîd,
Haçlı ordusunu Niğbolu Kalesi önünde ağır bir bozguna uğrattı (25 Eylül 1396).
Esir edilen ve fidye karşılığı serbest bırakıldıktan sonra Pâdişâh’a karşı bir
daha savaşmamaya yemin eden Avrupalı asilzâdeler ve şövalyelere Yıldırım Bâyezîd
Han şöyle diyordu:
"Ettiğiniz yeminleri size iâde
ediyorum. Gidiniz, ordular toplayınız ve bizim üzerimize geliniz. Bana bir kere
daha zafer kazanma imkânı sağlamış olursunuz. Zîrâ ben, Allahü teâlânın dînini
yaymak ve O’nun rızâsına kavuşmak için dünyâya gelmişim."
Niğbolu Zaferinden sonra, Bâyezîd, İstanbul Boğazının en dar
yerinde Anadolu tarafında "Güzelcehisarı" (Anadolu Hisarı) inşâ ettirdi.
İstanbul 1397’de yeniden muhâsara edildi ve muhâsara sırasında Yunanistan ve
Anadolu üzerine seferler yapıldı. Teselya ve Yenişehir’i aldıktan sonra hiçbir
mukâvemetle karşılaşmadan Orta Yunanistan’a girenYıldırım Bâyezîd bölgedeki bâzı
dükalıkları fethederek geri döndü. Turhan Beyi Mora içlerine akınlar yapmakla
görevlendirdi. Bunun neticesinde Yunan Despotu Teodoros eskisi gibi Osmanlı
hâkimiyetini tanımayı ve vergi vermeyi kabul etti.
Diğer taraftan Niğbolu Savaşı esnâsında Karamanoğulları Ankara’yı basıp,
Sarı Timurtaş’ı esir almışlardı. Bu sebeple Bâyezîd Han, Yunan meselesini
hallettikten sonra Karaman ülkesi üzerine sefere çıktı. 1397’de Akçay Ovasında
yapılan savaşta Karaman kuvvetleri büyük bir bozguna uğradı. Konya ve Lârende
(Karaman) Osmanlılar eline geçti.Yıldırım Bâyezîd 1398 ilkbaharında Samsun
üzerine yürüdü ve Müslüman Samsun’u aldı. Böylece Osmanlı sınırı Karadeniz
havâlisinde Trabzon İmparatorluğu sınırına dayandı. 1398 sonlarında Kâdı
Burhâneddîn, Akkoyunlu hükümdârı Karayülük Osman’a mağlup olmuştu. Bunun üzerine
Bâyezîd şehzâdelerinden birini Sivas’a göndererek burayı zaptettirdi. Böylece
Tokat, Kayseri, Niksar, Şarkikarahisar, Kırşehir ve Aksaray şehirleri Osmanlı
ülkesine katıldı. Bâyezîd Dulkadiroğullarından Elbistan’ı aldıktan sonra
Memlûklerin elindeki Malatya, Divriği ve Besni gibi şehirleri de sınırları içine
kattı. Böylece Osmanlı sınırı Fırat kıyılarına kadar dayandı.
Bu arada Bizanslılar Hıristiyan devletlerden yardım istemişler ve
Türklere baskı yapmaya başlamışlardı. Boğaziçi ve İzmit Körfezi kıyılarını
vurmaları üzerine Bâyezîd 1400 baharında İstanbul’u dördüncü defâ kuşattı. Bu
kuşatma diğer kuşatmalardan daha şiddetliydi. Ancak Doğu’da Tîmûr tehlikesi
ortaya çıkınca kuşatmaya son verilmek zorunda kalındı (1402).
Bâyezîd’in hükümdârlıklarına son verdiği beyler Tîmûr’un yanına
giderek Bâyezîd aleyhine propaganda yapmaktaydılar. Bu sırada Tîmûr Handan kaçan
Karakoyunlu ve Celâyir beyleri de Yıldırım Bâyezîd’i Tîmûr’a karşı tahrik
ediyorlardı. Bu tahrikler ve Tîmûr’un Osmanlılara âit Sivas’ı zaptetmesi,
netîcede iki büyük Türk hâkânını Ankara’da karşı karşıya getirdi.Çubuk Ovasında
yapılan ve çok şiddetli geçen muhârebe sonunda Osmanlı ordusu mağlûbiyete
uğrarken, Yıldırım Bâyezîd de esir düştü (28 Temmuz 1402). Esâret zilletini
çekemeyen Yıldırım Bâyezîd Han yedi ay kadar sonra kederinden ve nefes
darlığından kırk dört yaşında vefât etti (1403). Tîmûr Han ölüm haberini alınca;
"Yazık oldu, büyük bir mücâhidi kaybettik." demekten kendini alamadı.
Yıldırım Bâyezîd, çevik, atılgan, cesûr, zamânının
hâdiselerini kavramış iyi bir kumandan ve iyi bir sultandı. Âni olaylar
karşısında soğukkanlılığını muhâfaza ederek karârını verir ve ordusunu süratle
istediği yere sevk ederdi. Bu yüzden düşmanları çok ihtiyatlı davranırlardı.
Ömrünü cepheden cepheye koşmakla geçirmiş Türklüğün ve İslâmiyetin Rumeli’de
yerleşmesini sağlamıştır.
Adâleti çok meşhurdu.
Hergün belirli bir zamanda herkesin kendisini görebileceği bir yere gelir ve
dört bir yandan gelen tebeasının şikâyet ve arzûlarını dinler, haksızlığa
uğrayanların haklarını derhal iâde ederdi. Kâdıların hükümlerine kesinlikle
karışmaz ve kimseyi de karıştırmazdı. Âlimlerin sohbetlerinde bulunur, onların
Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildiren sözlerini canla başla kabul ederdi.
Evliyâya çok hürmette bulunurdu. Osmanlı topraklarının her tarafında ilim
yuvaları kurdu. Memleketin her tarafında câmi, mescit, dârüşşifâ, medrese,
imâret ve misâfirhâneler yaptırdı. Bunlardan en meşhuru Bursa’da yaptırdığı Ulu
Câmidir. Ayrıca bütün bu imâretler için geniş vakıflar kurdu.